Şimdi sokaklarda, gece karanlığında koyu renk kıyafetleri ile seyyar panoptikonlar geziniyor. Neyin şüpheli olup olmadığına onlar karar verecekler. Bir akşam, arkadaşlarınızla içmişsiniz, hep beraber neşeli bir şekilde sohbet ederek evinize dönüyorsunuz. Kaç desibelin çevredekileri rahatsız edeceği kararı onlara ait. Bu keyifli anınızda birden şüpheli durumuna düşebilirsiniz...
Kentin makroformuna bakıldığında, yol-sokak gibi çizgiler,
parsel-ada gibi doluluklar ve meydan-yeşil alan gibi boşluklardan
oluştuğu görülür. Kentin altyapısını bu elemanların tekrarı
oluşturur. Böylelikle ortaya kentin örüntüsü çıkar. Kentin fiziksel
maddi dünyasını zihnimizde bu şekilde haritalarız. Fakat kentin
sosyal varlığını kavramaya çalıştığımızda, kentin en küçük mekânsal
birimi olan mahalle karşımıza çıkar.
Mahalle sosyal bir birimdir, temeli insan ve mekandır. Kültürel
olduğu kadar iktisadi ve ideolojik bir birimdir. Kentin bireyi
anonimleştiren, insanları birbirlerine karşı yabancılaştıran
niteliği karşısında, özneler arasında kurduğu ilişkiler ile
insanları bir yere bağlar, onlara aidat duygusu verir,
kimliklerinin oluşmasına yardımcı olur, yaşam alanları sağlar.
Tabii günümüzde, özellikle de büyük kentlerin sadece
mahallelerden oluştuğu söylenemez. Merkezi iş alanları, neredeyse
kamusal alanla özdeşleşen alışveriş merkezleri sadece yakın
çevrelerinden değil kentin her yanından insanların toplandığı
alanlar. Ayrıca kapalı konutlar zaten kapılarında kendi güvenlik
görevlilerinin olduğu yüksek duvarların arkasına saklanmış
durumdalar. Ama yine de, nostalji tuzağına düşmeden, iktisadi yani
sınıf temelli, kültürel yani farklı yaşam tarzlarına sahip,
ideolojik yani kendilerini siyasi bir parti ya da düşünce ile
tanımlayan mahalleler, bu görünmez bariyerlerin arkasında
varlıklarını sürdürüyorlar.
İşte iktidar, bugünlerde gündeme getirdiği kimlik sorma, üst
arama, gerekirse zor ve silah kullanma yetkileriyle donattığı yeni
kolluk kuvveti “çarşı ve mahalle bekçileri” ile mahallelerin
bariyerlerini aşmaya ve kılcal damarlarına sızmaya çalışıyor.
Bekçiler iki yönlü çalışacaklar gibi görünüyorlar. Cemaatler
vasıtasıyla kendi ideolojik görüşlerinin güçlü olduğu mahalleri
olası çözülmelere karşı daha sıkı denetleyebilecekler. Ama daha
önemlisi yaşam tarzları ile farklılaşan bölgelerde yeni bir baskı
unsuru kurmuş olacaklar.
SEYYAR PANOPTİKON
Modern devletin gücü sadece kitleler değil gelişen teknolojiler
ile bireyleri tek tek izleyebilmesinden gelir. Tüm mücadelesi
insanların toplanması ve özneler arası ilişkiler kurulmasına engel
olmaktır. Bugün insanların önceden bildirmeden barışçıl eylem yapma
hakkının fiilen ortadan kaldırılması, daha doğrusu sadece iktidarın
onayladığı ideolojik düşüncelerin kamusal alanda görünürlüğüne izin
verilmesi bundan dolayı.
Jeremy Bentham’ın hapishanesini ve panoptikan fikrini düşünün.
Bentham’ın hapishanesinde, ortada gardiyan kulesi, etrafında
mahkûmların hücreleri dizilidir. Kule her zaman karanlık, hücreler
ise her zaman aydınlık. Mahkûmlar kulede ne zaman gardiyan olup
olmadığını bilemiyorlar. Hatta hiçbir zaman olmuyor bile olabilir.
Fakat sürekli izlenme düşüncesi ile kurallar içselleşir, mahkumlar
ona göre davranmaya başlar ve böylelikle mikro iktidar zihinlere
yerleşmiş olur.
Panoptikon
Şimdi sokaklarda, gece karanlığında koyu renk kıyafetleri ile
seyyar panoptikonlar geziniyor. Neyin şüpheli olup olmadığına onlar
karar verecekler. Bir akşam, arkadaşlarınızla içmişsiniz, hep
beraber neşeli bir şekilde sohbet ederek evinize dönüyorsunuz. Kaç
desibelin çevredekileri rahatsız edeceği kararı onlara ait. Bu
keyifli anınızda birden şüpheli durumuna düşebilir, isteğiniz
dışında üstünüz aranabilir ve suspus eve dönebilirsiniz. Kabul
ediyorum, naif bir örnek oldu bu. Ama bir yandan amaçlanan da zaten
bu değil mi? Yani özel hayatın her anına bu derece sızabilmek ve
her anınızda kendinizden şüphe edebilmeniz.
Üniformalı ya da üniformasız seyyar panoptikonlar, bazen bekçi
bazen muhbir vatandaş sıfatı ile her yerdeler. Aklıma otobüste,
yanında oturan kişinin internette kendisinin sakıncalı bulduğu bir
yazıyı okuyanı polise ihbar eden kişinin haberi geliyor. Artık
herkes bir şekilde potansiyel şüpheli; ister ihbar eden ister ihbar
edilen olun.
BENİM PANOPTİKONUM
Daha geçen haftaydı. Bir arkadaşım bana gelmiş, sohbet ediyoruz.
Tabii sohbet her zamanki gibi dönüp dolaşıp, ülkenin durumuna,
siyasete dayanmış. Bu arada dışarıdan da yemek sipariş etmişiz. Zil
çaldı. Sohbete devam ederek, kapıya yöneldim. Arkadaşım “Sus,
kapıdakinin nasıl biri olduğunu bilemeyiz” dedi. Sustum kaldım,
aklıma böyle bir şey hayatta gelmezdi. Arkadaşımın davranışı
paranoyakça mı? Bilemem, ama şimdi ben de bu konuda dikkat
ediyorum. “Servis elemanı yemek getirdiği evde şüpheli gördüğü iki
şahsı polise ihbar etti” haberine çıkmaktan daha iyidir.
Gündüz Vassaf, gündelik hayatta totalitarizmi incelediği
“Cehenneme Övgü” kitabına geceyi överek başlar. Vasaf’a göre gün
ışığı bir tuzaktır. Gündüzleri bürokrasi, askeriye, okul hatta iş
hayatı gibi egemenliğini sürdüren güçler gündelik hayatı
düzenlerler, bizleri kendi kurum ve kuralları ile çerçevelerler.
Oysa geceleri, gündüzden soyutlanmış kurtulmuş olan anlamsızlık
(absürdite) ortaya çıkar. Sessizliği dinleriz, karanlığa nüfuz
ederiz, bedenlerimiz de, hayal gücümüz de dizginlerini serbest
bırakır. İnsan yaşadığını bilinçli olarak fark eder. Yaşamın anlamı
gece duyumsanır ve sorgulanır. Yaşam, gecenin konusudur.