Kişisel bir iş için bulunduğum Eyüpsultan semtindeki bir parkta,
Haliç kıyısına beş metre mesafeden baktığım görüntüde, normalde bir
arada olması garipsenebilecek birçok şey tuhaf bir ahenk içerisinde
bir arada. Soluk sarman bir kedi, onu kucağına alarak seven, önce
evsiz sandığım, sonra motorcu olduğunu anladığım iki adam, sert
akıntının üzerinde grup halinde sabit duran ergen martılar, birkaç
kaz ve ördek kolonisi, koşan ve yürüyen insanlar, kıyıda camında
“yatan var, rahatsız etme” yazılı derbeder bir tekne ve biraz
açıkta tam teşekküllü bir yelkenli. Bir anda iki tane hiç
beklenmedik şey oluveriyor; sert esen günbatısıyla yelkenli alabora
olacakmışçasına yan yatarken bir kaz bağıra çağıra bir diğerine
saldırıyor. Ve karşımdaki adacıkta gözüme biri siyah-beyaz, diğeri
bembeyaz iki tavşan çarpıyor. İstanbul’un göbeği denebilecek bir
noktada tavşanlar, Haliç’te alaboranın eşiğinden dönen bir
yelkenli! Durup bakınca göze, kulağa aynı anda çarpabilen bir sürü
şaşırtıcı uyaran. Sanki bunların tamamı, heyecan ve sürprizlerle
dolu bir hikâyenin evren ve karakterleri.
Tüm arıza ve handikaplarına rağmen şu muazzam şehir İstanbul’da
yaşamayı vazgeçilmez kılan başlıca unsurlardan biri de her an
beklenmedik bir şeylerin oluverme ihtimali. Ve her an insanın
kendisini şehrin daha önce hiç bulunmadığı bir noktasında
buluverebilecek olmasının tılsımı. Bu yazı itibarıyla artık iki
haftada bir değil, her pazar yayınlanacağını bildirmekten heyecan
duyduğum Gazete Duvar yazılarımın odağı olan müzikte de bazen
beklenmedik şeylerin olabilmesi, müziğin kırık hayatlar, kırık
hayaller ve kırık kalplerle dolu sektörüne tahammülü zor da olsa
mümkün kılan başlıca etkenlerden. Olağanüstü bir şarkının omurgadan
aşağıya elektrik sinyali gönderip tüyleri diken diken eden
nakaratını ilk defa duymak, daha önce varlığından haberdar
olmadığın bir şeyleri ilk defa görmek, bir yeri ilk defa keşfetmek,
kurulabileceğini hayal bile edemediğin hayalleri kurabilmek gibi.
Tıpkı çok ünlü bir şarkıcının, yaklaşık on senedir artarak müziğin
üretim, dağıtım, pazarlama, konumlandırma ve tüketim biçimlerini
küresel çapta tahakkümü altına almış bir platforma çok önemli bir
hususu anlatıp kabul ettirmesi gibi.
Geçtiğimiz hafta İngiliz şarkıcı Adele, hiç beklenmedik bir
şekilde, burnundan kıl aldırmayan ama yapımcısından sanatçısına
birçok unsura her fırsatta boy ölçüsü aldırtan Spotify’a, hem kendi
hem de müziğin diğer yaratıcı birimlerinin müzmin bir ortak
derdinden bahsetti: kayıtlı müzikte plaklarla başlayan, kaset ve
CD’lerle evrilerek önem kazanan, fakat çağın dijital teknolojilerle
şekillenen alışkanlıklarıyla erozyona uğrayan ‘albüm’ kavramı.
Yani, bir grup müzikal eserin kaydedildiği halleriyle tek bir
mecrada, belli bir sıralamayla bir araya getirilerek o şekilde
dinleyiciye sunulan hali. Yani, ismiyle, kapağıyla, şarkı adları,
sayısı, süresi ve ‘albüm’e dair belki de ne önemli unsur olan
sıralamasıyla, o eserleri dinleyiciye bir arada ama ‘O’ dizilişle
anlatmanın yolu. Bunu konu ederek, Spotify’ın ilk günden beri çalma
(play) butonunun varsayılan ayarı olan ‘shuffle’ modunu, yani albüm
şarkılarını rastgele sırayla çalma ayarını ‘varsayılan’ değil
kullanıcının bilinçli tercihiyle seçeceği şekilde değiştirilmesini
kabul ettirdi. Spotify bunu sadece Adele albümü için değil, bundan
böyle her uzunçalar için hayata geçirdi. Bu karar, dijital
platformların, dinleyicilerin müzik dinlemeye dair bozuk ya da
sorunlu olmayan, tam aksine bilinçli ve kıymetli olan birçok
alışkanlığını veri ve algoritma merkezlilik, ilericilik, kârlılık
vb. saiklerle değiştirmeye ve yeniden tanımlamaya odaklı işleyiş
biçimleri bakımından bir devrimdir. Belki de ilk defa ekonomik ve
pratik anlamda menfaatlerine hizmet etmeyecek ama varoluş nedenleri
olan müziğin sunuluşuna dair çok özel bir meseleye bakıp önem
vermelerinin neticesidir.
Hayata geçen bu değişiklik ufacık bir ayrıntı olarak görünebilir
ama müziğin yaratıcıları ve tutkulu dinleyicileri için çok önemli
bir meseledir aslında. Adele bu konuya ilişkin açıklamasında, “bu
benim sürekli değişen sektörümüzde tek isteğimdi, albümleri ve
şarkı sıralamalarını boşuna bu kadar özen ve düşünceyle yapmıyoruz”
diyerek benim de fikrimi net biçimde ifade ediyor. Sanatçının
şarkıları, tercih ve zevklerim doğrultusunda şevkle dinleyeceğim
müzikler değil ama “30” adlı bu albümü birkaç sebeple baştan sona
dinledim. Henüz çıkış haftasında dijital mecraların hem satış
(fiziksel ürün ve dijital indirme), hem dijital dinlenme
(streaming) hem de çalınma (radyo-televizyon yayınları, dijital
çalma listeleri vb.) verileriyle başta Birleşik Krallık ve A.B.D.
olmak üzere dünya listelerinin zirvesine oturan, bir haftada
2021’in en fazla tüketilen müzikal çıkışı haline gelen bir albüme
mutlaka kulak vermek gerekir. Devasa bir başarı ve etkiyle gelen
“30”, hikaye anlatımı ve akışıyla, Adele’in neden sıralamayla
ilgili böyle bir istekte bulunduğunu gösteriyor. Açıklamasını
Spotify’a teşekkür ederek bitiren şarkıcıya Spotify’ın “senin için
her şeyi, memnuniyetle yaparız” minvalindeki (“anything for you”)
cevabıysa güzel olduğu kadar manidar. Sayısız albümü ve sanatçıyı
doğrudan etkileyen bu husustaki talep, senenin en fazla satacak
albümünün sahibi yerine ‘görünmez’ olan on binlerce sanatçıdan
ortak bir talep olarak dahi gelmiş olsa dikkate alınır mıydı acaba?
Yoksa, yıllardır on binlerce sanatçının aşırı düşük olduğunu
düşündükleri telif ödemelerine dair feryatlarının kulak arkası
edildiği gibi yok mu sayılırdı? Önceki yazılarımda sık değindiğim,
dijitalleşmeyle birlikte müzik sektöründe arttığı düşünülen
demokrasi ve eşitliğin aksine güçlünün daha da güçlendiği, gücün
her zamankinden daha fazla konsolide olduğu, az görünürlerin iyice
görünmezleştiği durumu muhakkak iyi analiz etmek ve etraflıca
değerlendirmek gerekir. Ama bu konudan uzaklaşıp, bir albüm
tasarlamanın, üretmenin, dinlemenin kesiştiği sihirli alanda
dolaşmayı tercih ederim.
Albümler her zaman bir hikâye anlatmazlar. Birbirinden tamamen
bağımsız şarkılardan oluşan basit bir derleme olarak sunulan
albümler çoğunluktadır hatta. Bu bazen sanatçının bilinçli bir
tercihidir, bazen aklının ucundan dahi geçmeyen bir olgudur. Ama
bazı albümler, bilinçli olarak veya kendiliğinden gelişerek bir
bütünü anlatır. Bu bakımdan iyi yapılmış dizilere benzerler. Bunu
özellikle derinlikli, senaryosu çok katmanlı, bölümleriyle bütünsel
bir hikâyeyi anlatan, kuvvetli bir teması ve bakış açısı olan
diziler ekseninde düşünebiliriz. Hatta bu derde fazla düşen
derlemeler kavramsal (konsept) albümlere dönüşür. Özellikle rock ve
türevi janrlar altında, 1970’ler ve 80’lerde üretilmiş bu tip
albümlere sık rastlanır. Günümüzün ultra hızlı bilgi ve algı
akışlarında, böyle bir yapıt için gerekli vakti ve konsantrasyonu
dinleyiciden almak deveye hendek atlatmaktan zor olsa da hâlâ bunu
yapmaya cüret eden az sayıdaki müzisyeni el üstünde tutmak gerekir
diye düşünüyorum. Çünkü bu tip eserler iyicil mahluklardır. İrili
ufaklı, inişli çıkışlı, aydınlık ve karanlık hikâyelerle
dinleyicinin buraları ve oraları anlamasına yardımcı olur,
dinleyicinin kendisine kendisini anlatırlar çoğunlukla. İnsan
hayatının tamamı böyle hikayelerden örülü bir akıştır zira. İyi bir
şarkı, bünyesinde sözün ve müziğin birleşmesiyle ikna kabiliyetinin
doruğa ulaştığı, anlatımının sihre kavuştuğu bir edebî biçime
dönüşebilir. Bünyesinde böyle birkaç şarkıyı bir araya getiren bir
albüm de böylece kültürel, spiritüel ve popüler bir hazineye
dönüşebilir.
Sanatçıların zihninde başlar hikâyenin ilk devinimi. Oradan
zamanla evrilir, evrilip çevrilir, paylaşılır, oluşur, olgunlaşır
hikâyeler. Ne mutludur, sözüyle anlattığını sazıyla da
anlatabilene, sözünü müzikle söyleyebilene. Bir o kadar da yüklü ve
kasvetlidir aslında. Duyulan ve algılananların çoğu deri altına
nüfuz eder, fena halde can yakabilir. İnsana dair duyguların çoğu
yaşanır müzikal yaratım süreçlerinde. Evlerde, yolculuklarda,
gecelerde, sabahlarda, en sonunda da genelde stüdyolarda. Bir şarkı
düşünün, ortaya çıkmaya başlamış. Cenin gibi bir şey. İlk haliyle
gelir. Patlak gözlü, koca kafalı, mosmor olabilir. Eğrisi büğrüsü,
eksiği gediği boldur. Yontulması, zenginleşmesi gerekir. Paydaşlar
gelir, katkılarını verir. Şarkı büyür. Dallanır, budaklanır.
Hisseder genelde onu yazan, çizen, yaratan, çalan, söyleyen,
kaydeden ve işleyen paydaşlar; bilirler nereye gideceğini, tasavvur
edebilirler. Referans hazneleri zengindir müzisyenlerin ve müzik
işleriyle gönülden bağlı uğraşanların. Ama bir an, bir unsur, bir
şey gelir ki bazen o şarkıya; bir ses, bir tını, bir melodi, bir
vokal mesela veya bunlardan birkaçı birden oturuverir; canlanır
şarkı. Kendi hayatını kuşanır, ömrü başlar. Bağımsızlığını ilan
etmiştir artık, bağlasan da durmayacak, dinleyecek olanlara buluşup
kendi kaderini yaşayacaktır. İşte o vakit alenileşir eser tam
olarak, sadece yayımlandı diye değil. Yazarının, bestecisinin,
icracısının, aranjörünün, prodüktörünün olduğu kadar toplumundur da
artık. Sürtünme kuvvetinden hiç etkilenmeden ivmesini hiç
kaybetmeyen sihirli bir mermi gibi değdiği hemen her kulakta,
dokunduğu hemen her ruhta aynı hisleri uyandırır. Klasik, zamansız
şarkılar bir noktada işte böylesine bir sihre maruz kalmış
eserlerdir. Dil ve coğrafyaya bağlı kalmadan kitleleri etkiler ve
büyüler.
Bazen bir kelime bile başlı başına bir hikâyedir. Birkaç
kelimeden oluşan bir cümle, cümlelerden oluşan bir paragraf,
paragraflardan oluşan bir bölüm, bölümlerden oluşan bir yazın…
mikrodan makroya hepsi birer hikâyedir aslında. Şarkılar da öyle.
Şarkılardan mürekkep bir albüm de. Albüm genellikle hikâyenin
tamamıdır hem de. O yüzden önemlidir. Bütündür. Tamamdır. Nasıl
başladığı, nasıl ilerlediği, nasıl bittiği esastır. Hikâyeye ve
anlatıya dair sanatsal veya özel bir hizmet sunmadıkça, hangi film,
hangi dizi, hangi roman son sahnesi, son bölümü, son sayfasıyla
başlar? Hangi bütünsel esere rastgele bir yerden başlanır?
İşte bu nedenle çok mühim bir gelişmedir Adele’in Spotify’a
kabul ettirmeyi başardığı. Müzikteki bu minnacık gelişmenin,
teknolojiyle geliştirilen ve teknolojiyle pompalanarak pazarlanan
tüm sanallıkların, aslında daha aslını anlamaya çok ama çok uzak
olduğumuz insanlığımızı, gerçek olarak algıladıklarımıza dair
duygularımızı, fikirlerimizi, hayallerimizi değersizleştirmesini
engellemeye, en azından bu alternatif kâbusa teslim olmayı
geciktirmeye bir katkısı olacağını umarım. Müstakbel yazılarımda,
hayatları değiştirecek kadar değerli ve etkileyici bulduğum bazı
albümlere ve onların yaratıcılarına dair nesnel düşüncelerimi de
zaman zaman sizle paylaşmak istiyorum. Daima güzel müzikler ve iyi
dinlemeler dilerim.