Türkiye’yi 5 Mart’ta Moskova’da yeni bir mutabakata götüren gelişmeler pek dramatikti. İdlib sathında olup bitenler, Suriye’yi Türkiye açısından da bataklığa dönüştüren siyasetten dönülmesini zaruri kılıyordu. Moskova Mutabakatı M-4’ün açılması, yolun iki tarafından toplam 12 km’lik güvenlik koridoru oluşturulması ve BM Güvenlik Konseyi’nin terör örgütü saydığı grupların elimine edilmesini öngörüyordu. Bu, özü itibariyle Rusya’nın Suriye’yi Suriye’ye bırakmaya dönük stratejisinde yeni bir fasıl. Sahada atılan adımlar mutabakat adına ama kurgu örtülü ajandaya göre işliyor.
Nedir bu ajanda? Bu klikte “Nasipse” diye başlar her şey. “Gün ola hayrola” diye mola verir. Fırsatını kollar, boşluk doldurur, atlar, zıplar.
Belli ki Erdoğan bu mutabakatı yeni bir “kontrol hattı” olarak algılıyor. Haritaya bakılırsa Türkiye, Kobani kesintisi hariç Hatay’dan başlayıp Mardin’e kadar sınır hattı boyunca 30-40 km derinliğinde bir bölgeyi çevirmiş durumda. İmkansızı zorlayarak çemberi nasıl tamamlayacaklarına bakıyorlar.
Şimdi 5 Mart’tan beri İdlib’e yığınak kaldığı yerden devam ediyor. M-4’te Ruslarla atılan devriyeler Türkiye’nin şimdiye kadar açık-örtülü desteğini almış cihatçı yığınların engeliyle karşılaşıyor.
Bu düğüm müdahalesiz aşılacak mı?
“Meseleyi askerileştirmek istemiyoruz” dercesine M-4’ü kapatan silahlı adamların karşısına Türk polis birliği çıkartılıyor. Sanki birileri E-5’i kapatmış da toplum polisi işbaşında. “Siz bizdensiniz, vatandaş bile sayılabilirsiniz” kıvamında bir incelik! Afrin, Tel Rıfat, Menbic, Tel Temir değil ki obüsler konuşsun!
Kâğıt üzerinde “kökünü kazımaktan” bahsettikleri örgütlerle öncelikli tercih savaş değil müzakere. Yaklaşım basit; “Bir zahmet çekilin, Türk-Rus ortak devriyesi yapılabilsin, hiç olmazsa mutabakatın bir maddesi uygulanmış olsun, zevahiri kurtaralım, gerisine de bakarız!”
***
“Gerisi” daha da önemli. Bu örgütleri sahadan silmek değil daha kullanışlı hale getirmektir dertleri. Suriye ordusunun önüne bariyer dikmek, Kürt güçlerine karşı kullanmak, bunlara çıkar bekçiliği yaptırmak, 'sakıncalı hakları' bunlarla terörize etmek. Yetmez, Suriye dışında Libya gibi yeni cephelere sürmek…
Bunlar oluyor zaten. Bakınız Libya’ya gönderilenlerin sayısı 5 bini geçti. Üstelik YPG’yi baskılamak için Barzani yönetiminin uhdesinde eğitilip donatılan Roj Peşmergelerinden de gidenler ve ölenler olduğuna dair haberler bugünlerde Kürdistan coğrafyasını sallıyor.
Birkaç haftadır Türk askeri ve istihbarat unsurları bu örgütleri yoğurma, evirme, çevirme ve kendi yedeğine alma işine yeniden koyulmuş gözüküyor. Esasen Suriye’de 8-9 yıldır denedikleri bitmek tükenmek bilmeyen bir ameliyedir bu. Silahlı grupların bir kısmını maaştı, mühimmat desteğiydi, koruma taahhüdüydü derken Suriye Milli Ordusu çatısı altında birleştirmeyi başardılar. Ama bu hâlâ düzenli bir ordu değil. Her grup kendi emir ve bayrağı ile özerkliğini yani başıbozukluğunu sürdürüyor. Türkiye şimdi bunu ileri bir aşamaya taşımak istiyor. Hedef ordu gibi ordu kurmak. Sahada Suriye Milli Ordusu’na katılmayan daha keskin İslamcı gruplar Ulusal Kurtuluş Cephesi çatısı altında hareket ediyor. Bu ortaklığın teşekkülünde de MİT’in emeği var kuşkusuz. Bu yapı El Kaide gömleğini çıkarmış ama terk ettikleri dünyayla kardeşlik hukukunu koruyanlarla dolu. Bunlar da yeni düzenli ordunun potansiyel adayları. Fakat mesele şu ki İdlib’in asıl ağası Heyet Tahrir el Şam (HTŞ). Türkiye diğer grupları Astana düzlüğüne götürüp geri kalanları terör örgütü olarak hedefe konulmasına kendi imzasıyla rıza gösterdiğinde HTŞ de daha önce birlikte hareket ettiği grupları İdlib’den silip süpürmüştü. Moskova Mutabakatı’nın hedefinde HTŞ ve El Kaide bağlantılı diğer gruplar var. Türkiye ise hepsine “Bizdensiniz, yeter ki gelin bizim çatımız altına girin” diyen bir akılla saha düzenlemesine gidiyor.
Ne yapıyor? Muhalif kaynaklara göre İdlib’de sayıları artık 60’a yaklaşan askeri gözlem ya da kontrol noktalarında yeni ordunun teşekkülüne yönelik çalışmalar yürütülüyor. Silahlı grupların gözlem noktalarını kendilerine kalkan yapıp Suriye ordusuna saldırılar düzenlediğini yazdığımızda “Asla” diye öfkeyle yanıt veriyorlardı. Şimdi silahlı gruplar bu üslere rahatça giriyor. Her bir askeri noktayla bağlantılı 300 milisin olması hedefleniyor. Bunun için eğitilip donatılıp organize edilecekler. Emir-komutası düzgün işleyen bir ordu kurulursa ikinci aşamada HTŞ’nin kendini feshetmesi ve bu yapıya dahil olması istenecek.
***
HTŞ yani IŞİD’in 2012’de Suriye’deki orijinal yapılanması olan Nusra Cephesi’nin ardılı. Bu örgütler fikren ve amelen ‘selefî cihadî’ çizgide gidiyor. Bu çizginin iyi anlaşılması lazım ki Türkiye’nin kimleri ordu yaptığı görülebilsin. “HTŞ’nin epey ılımlılaştığı”, “Suriye’ye odaklandığı”, “El Kaide gibi küresel cihat ağı olmadığı”, “Esad yönetiminden başkasını tehdit etmediği”, “Suriye’nin başka coğrafyaya saldırılarda sıçrama tahtası olarak kullanmasına izin vermeyeceği” yönünde kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar. ABD Özel Temsilcisi James Jeffrey de bu kervanda. TRT World de “HTŞ terör örgütleri listesinden nasıl çıkar” sorusuna kafa yoran bir habere imza atıverdi. Hepsi akıl veriyorlar, acaba HTŞ nasıl kara listeden çıkar diye. Evvela Rusya ve Çin’in veto yetkisiyle oturduğu BM Güvenlik Konseyi’ni yeni bir karar için ikna etmeleri lazım. Sahte cilayı bu iki ülke de yutmaz.
Bu örgütlerin aklı-fikri “muhkem kaidelere” bağlıdır. Ve ilkelerden sapmak onlar için “küfre delalettir”. Elbette maslahatçı yanları da var. Fakat bize, bölgenin geleceğine taalluk eden yönleri nedir? Cihatçıların kendi iç yazışmalarına ve konuşmalarına bakınca bunu görüyoruz.
HTŞ’nin önde gelen isimlerinden Ebu el Fetih Yahya el Ferğali, tahminen şubat başında, örgüt üyeleriyle bir toplantı yapıyor. Henüz Türkiye’nin M-5 üzerinde ilerleyen Suriye ordusuna karşı koymaya başladığı günlere tekabül ediyor. O toplantıda Türkiye ile ilişkilerin meşru olup olmadığına dair soruları yanıtlıyor. Bu tartışma HTŞ’nin 2017’de İdlib’in etrafında Türk askeri gözlem noktalarını kurmasına izin vermesiyle başlamıştı. Bu ilişkinin şerri boyutunu irdelerken Ferğali, Türk halkını “Müslüman”, Türk ordusunu “kâfir kurum” olarak gördüklerini söylüyor. “Bir kâfire karşı diğer bir kâfirin yardımını” aldıklarını belirtiyor. Yani cihadî ideolojinin kitabındaki kurala atıf yapıyor: “Al-isti’ana bil-kâfir ala al-kâfir.”
Ferğali 2017 ve 2018’de Türk ordusunun gözlem noktalarına izin verirken şartları kendilerinin belirlediğini savunuyor. Ancak bu işbirliğine rağmen Türkiye’yi “işgalci” olarak niteliyor. Türkiye’ye karşı savaş seçeneğini de asla dışlamıyor: “Bütün işgalcilere karşı savaşırız çünkü bir işgalcinin yerini başkası alsın diye kanımızı akıtmayız.” Bir taraftan da şart dayatacak pozisyonda olan HTŞ’nin 2019’un ikinci yarısından itibaren el üstünlüğünü yitirdiğini ve artık Türkiye’ye 'gelme' diyecek durumda olmadıklarını vurguluyor. Konuşmadaki ilginç nokta Ekim 2017’deki pazarlıklarda Türkiye’ye kabul ettirdikleri üç şart: “Askeri olarak kontrol HTŞ’de olacak ve HTŞ gerektiğinde Türk ordusunu gönderebilecek”. İkincisi, “Türkler şeriat mahkemeleri dahil İdlib’in yönetimine karışmayacak”. Üçüncüsü de, “Türkiye cihadî gruplara nerede ve nasıl savaşacaklarına dair sınırlayıcı müdahalelerden uzak duracak.”
Dönüştürülebilir diye bel bağladıkları örgütün fikir dünyası böyle. Diğer cihadî örgütlerle ne yapacakları ya da nasıl el sıkışacakları da hayli merak konusu. Kim bunlar? Sıralayalım da belki birileri uyanır, “Biz neyle uğraşıyoruz” diye sorar: Dört ana grup Hurras el Din, Ensar el Din, Ensar el Tevhid ve Ensar el İslam. Bunlar “Müminleri (Savaşa) Teşvik Et Operasyon Odası” altında güç birliği yapıyor. Hurras el Din çatısı altında HTŞ’nin El Kaide’den boşanmasına itiraz eden şu örgütler yer alıyor: Ceyş el Melahim, Ceyş el Badiye, Ceyş el Sahil, Saraya el Sahil, Sariyat Kabil, Cund el Şeria ve Cund el Aksa’nın eski hücreleri.
Fikir babaları arasında El Kaide dünyasının ciddiye aldığı Ebu Humam el Şami, Ebu Culeybib Tubas, Ebu Hatice el Ürdüni, Sami el Aridi, Ebu el Kassam ve Ebu Abdurrahman el Mekki gibi isimler yer alıyor.
Bunların dışında Çeçenler, Uygurlar ve Özbeklerin başını çektiği yabancı cihadî örgütler var. İdlib mevcut statüko korunduğu sürece bütün bu örgütler için güvenli sığınak olmaya devam edecek. Bunları yoğurur şekil veririm diyenlerin yüzleşecekleri hezimet ve belaları görmesi için son 40 yılın vekil örgütler tarihine bakmaları yeterlidir.
***
Özetle İdlib’deki yeni yapılanma Türkiye’nin muhalif grupları dağıtıp tamamen kendi milis gücünü kurması anlamına geliyor. Bu planlamaya Suriye ordusuna karşı savunma ve saldırı planlarının hazırlıkları da eşlik ediyor. Yani Türkiye her türlü tehlikeyi içinde barındıran ve cihadî karakteri ağır basan milis güçlerine veda etmiyor. Sahadan silinmelerine de izin vermiyor. Bunlara format atıp Türk ordusuyla ilintili paralel bir orduya dönüştürmek istiyor.
Bu orduyla ne yapacak? Suriye’de ne yaptığını zaten dünya alem görüyor. Libya deneyimi de Suriye dışında ne yapacaklarına dair fikir veriyor. Kafalarında başka ne var? Bunları, Türkiye içinde iktidarlarını ebedi kılmak için terör ve hainlikle yaftaladıkları kesimlere karşı kullanma ihtimalleri var mı? Sergiledikleri cüret kimseye “Hayır olmaz” deme şansı bırakmıyor.