Türkiye’de uzunca bir süredir belediye borçluluğu tartışılıyor. Belediyelerin Sosyal Güvenlik Kurumu’na olan borçları ve devletin belediyeler ile iştiraklerinden toplayacağı vergilere odaklanan bu tartışmada aslında borçluluğun boyutundan, ödeme koşullarına, Erdoğan yönetiminin siyasal manevralarına kadar her ilgili husus tartışılıyormuş gibi yapılarak geçiştiriliyor. Yeterli ve sağlıklı bilgi olmadan kamuoyunu biçimlendiren mecralarda bir kakofoni havası baskın hale gelmiş bulunuyor.
Bu kısa değerlendirmede belediyelerin borçlarının türü, tartışmanın takvimi, muhalefetin imkanları ve merkezi yönetimin kıskacına karşı koyuş ihtimaline dair gözlemlerimi aktaracağım.
NE BORCU? NEREDEN GELEN BORÇ?
Temmuz ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhalefete yönelik “Hazine ve Maliye Bakanlığımız belediyelerin borçlarının kaynağında tahsiline başlayacak. Milletin varlığını değişik yerlerde harcamaya müsaade yok” sözlerinin ardından yerel yönetimlerin borcu tekrar konuşulmaya başlandı. Ancak borçluluk üzerinden başlayan tartışmada vergi borçları, özel şirketlere olan borçlar vb. birbirine girmiş durumda.
Türkiye’de belediyelerin ve iştiraklerinin toplam borç miktarına ilişkin bir veriye sahip değiliz. Belediye iştiraklerinin hesaplarının şeffaf olmaması nedeniyle bu girişimlerin faaliyetlerine dair de bilgimiz bulunmuyor. Büyük ölçekli belediyelerin mali güçlerinin yüksek hacimli ve proje bazlı borçlanmalara izin verdiğini ancak belediyelerin genelde borçlu ve krediye erişim zorlukları karşısında da diken üstünde bulunduklarını ifade edebiliyoruz.
Bunun haricinde belediyelerin devlete ve kurumlarına ödeme yapmaları durumunda başka ödemelerini aksatma ihtimali ile karşı karşıya kaldıklarında genellikle bu ödemeyi yapmadıklarını da biliyoruz. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun belediye ve iştiraklerinden alacaklarını toplayamaması dikkate değer ve devam eden bir sorun. Zaten SGK’nın açıklarının bir kısmı kurumun kamudan alacaklarını alamamasından kaynaklanıyor. Resmi açıklamaya kulak kabartacak olursak belediye ve iştiraklerinin son yıllarda hızla artan SGK borçları toplamda 96 milyar TL'ye ulaştı. Erdoğan yönetiminin yeni hamlesi de esasen bu borçlara odaklanıyor. Ancak bunu daha önceki dönemlerde olduğu üzere keyfi bir şekilde bazı proje ve harcamaların engellenmesi ve/veya İlbank’taki belediye hesaplarından kesintiler takip edebilir. Buna dönük işaretler de mevcut.
SGK’ye olan belediye borçlarının bir kısmının çalışan sayısında (taşeron istihdama ilişkin düzenleme sonrasında) artıştan kaynaklandığı belirtilebilir. Ancak ekonomik kriz ve pandemi arka planında genel olarak borçlardaki kabarma belediye ve iştiraklerinin erteleyebilecekleri kalemleri ertelemelerine de neden olmuş, bu nedenle SGK’ya olan borçlar daha hızlı artmış duruyor.
NEDEN ŞİMDİ?
Erdoğan yönetimi muhalefet belediyelerinin bazı hizmetlerinin kötü yönetim nedeniyle aksadığını ve muhalefet belediyeciliğinin borç belediyeciliği olduğu düşüncesini yerleştirme amacında. Ancak neden şimdi? Zamanlama Erdoğan’ın kurmaylarının 2024 yerel seçim hezimeti sonrasında iktidarın esas kaynağını hatırlatma isteğinden geliyor.
Erdoğan yönetimi benzer sıkıştırmaları 2019’dan bu yana açıktan, 2019 öncesinde ise daha örtük bir şekilde yaptı. Şimdi bir adım daha atıyorlar. Bu kısım açık ve anlaşılır. Anlaşılır olmayan muhalefet partilerinin neden belediye borçları üzerinden yapılan açıklamalarda kakofoniye izin verdikleri. CHP parti sözcüsünün daha Nisan ayında ana muhalefetin eline yeni geçen belediyelerin 100 milyar TL'lik borcu olduğu açıklaması sonrasında neden muhalefet yetkililerinin proaktif bir şekilde borç silme ve yapılandırma girişimlerine başlamadığını sormak gerekiyor. Eğer daha önceki dönemlerde yolsuzluklar ve usulsüzlükler var ve bu nedenlerle belediyeler borç batağına sürüklendiler ise, SGK borçları buz dağının görünen kısmı ise bu usulsüzlüklerin çarşaf çarşaf yayımlanması ve açıklanması gerekli değil mi? Yoksa 2019 seçimleri sonrasında İBB’nin ihtiyaç olmadığı halde kiralanan (ve muhtemelen başka kurumlara tahsis edilmiş) arabaları Yenikapı meydanına dizme kararı ile hatırlanabilecek biçimde göstermelik bir israf imasında bulunmak ana muhalefete yetiyor mu? Bir işkillendirici soruyu da ekleyelim: Eğer belediye ihaleleri ve usulsüzlükler deşilirse CHP’li bazı derebeylerinin de pastadan pay kapmak için AKP’li eski belediye başkanları ve yöneticilerle çalıştıkları mı ortaya çıkacaktı da durup inisiyatifin Erdoğan’a geçmesini beklediniz?
MUHALEFETİN İMKÂNI VAR MI?
Otoriter bir rejim altında muhalefetin imkanlarını tartışmanın beyhude olduğunu ileri sürmeyeceksek eğer (ki öyleyse tası tarağı toplayıp tabelanızı indirme zamanı gelmiş demektir) borcun kaynağını açıklama ve ifşa dışında neler yapılabilir?
Akla Covid-19 pandemisinin ilk dalgası sırasında İller Bankası’nın daha önce alınmış sermaye artırımı kararı gereğince belediyelere genel bütçeden aktarılacak paradan yaptığı kesintilerin artırılması ve İller Bankası’na olan borçların tahsili geliyor. 2020’de belediyelerden yükselen itiraz nedeniyle, bizzat belediyelerin olan İller Bankası (elbette bu rejim yapısında Cumhurbaşkanı emriyle) geri adım atmak zorunda kalmış ve yeni bir kararla yerel yönetimlerin eli rahatlatılmıştı.
Kısaca açıklamak gerekirse, Türkiye’de devlet bütçesinden belediyelere aktarılacak olan para İller Bankası’nda belediye hesabına yatıyor ve İller Bankası’nın payı otomatik olarak kesiliyor. Belediyelerin tek gelir kaynağı bu aktarım değil, ancak bilhassa küçük ölçekli belediyeler için devlet bütçesinden yapılan aktarımlar kritik önem arz ediyor. SGK’nın talep etmesi durumunda ya da devletin yerel yönetimlerden alacaklarının olması halinde bu hesaptan kesinti yapılabiliyor. İller Bankası’nın yönetim kurulunun yapısı, kamusal işlevlerinin altının oyulması ve otoriter rejimin mevcudiyeti gibi nedenlerle belediye hesaplarına tedbir konulmasının muhalefet belediyelerince engellenmesi zor görünüyor. Ancak Türkiye Belediyeler Birliği’nin belediyelerin elinin rahat bırakılması, ayrımcı pratikler söz konusu olmadan yerel yönetimlerin sunduğu hizmetlere devam edebilmesi için hesaplara tedbir konulmaması doğrultusunda girişimleri olabilir. Hatırlatmak gerekirse Türkiye Belediyeler Birliği’nin başkanlığı artık Fatma Şahin’de değil, Ekrem İmamoğlu’nda. Eğer belediyeler için böyle bir imkân yaratma yolu öyle ya da böyle denenmeyecek, bir hareketlilik yaratılamayacaksa o birliğin yönetiminin muhalefette olmasının anlamı kalmayacak. Bu da Erdoğan yönetiminin başka bir arzusunun (muhalefet belediyeleri borç batağına sürükledi görüntüsünün sunulması ve yeni mali kayyumların önünün açılması) bizzat muhalefetin hareketsizliği nedeniyle yerine gelmesini simgeleyecek.
Kısaca, muhalefetin imkanları var. Tam da o çokça sözü edilen yerel yönetimlerde üstünlüğü ele geçirmekten gelen çeşitli imkanlar bunlar. Kayyum siyasetine karşı durmanın yollarından biri mali kayyumların önünü açacak uygulamalara karşı da topyekûn direnmekten geçiyor. Ankara’da Meclis koridorlarında kayyuma karşıyız demek Kürt illerinde senelerdir uygulanan ve artık her belediyenin üzerinde Demokles’in kılıcı haline gelmiş kayyum siyasetini alt etmeye yetmiyor.
TERKİN, TAHKİM VE BAŞKA UNUTULMUŞ SÖZCÜKLER
Türkiye’de özel sektörün devlete olan borçlarının yapılandırılması ve vergi afları şirketleri rahatlatmak ve Türkiye’ye para sermaye girişlerini canlandırmak için son 40 yılda çokça denendi. Sanıyorum bu sıklık nedeniyle kamunun kamuya olan borcunun terkin ve tahkim edilebildiği (silinebildiği ve yeniden yapılandırılabildiği) unutuldu.
Şimşek programının uygulanması döneminde varsayımsal bir mali disiplin kabulü ile AKP dönemi politikaları (örneğin taşeron düzenlemesi de yıllar boyunca AKP’nin kabarttığı bir uygulamadır, SGK’nın özerkliği bugün kağıt üzerindedir, alacaklarını tahsil etmemesi ya da ne zaman tahsil etmeye kalkışacağı politik tercihlerle biçimlenir) nedeniyle birikmiş borçların olduğu gibi ödenmesi gerektiğinin kabulü muhalefetin elini zayıflatır. Nitekim SGK prim borçlarının faizinin silinmesi odağıyla CHP’nin yasal düzenleme girişiminde bulunacağına dönük bir açıklama yapıldı. Lakin bu girişimin yasalaşması ancak bir belediyeler mobilizasyonu ile belediyelerin bankasının kamusallaştırılması (kamusal görev tanımı doğrultusunda hareket etmeye zorlanması) ve eski defterlerin açılması eşliğinde gerçekleşebilir. Kamunun kamuya borcu, kamu hizmetinin aksamaması gerekçesiyle silinebilir, yapılandırılabilir (ilgililer örneğin Ferhat Akyüz’ün hazırladığı kanun teklifine bakabilirler). Ancak borcun kaynağı işlemlerin şeffaf bir şekilde demokratik denetime açılması olmazsa belediyeler yerelden güç devşiremez, borç tahkimi bu koşullarda giderek zorlaşır, gerçekleşse dahi halkın çıkarları doğrultusunda değil dışlayıcı pazarlıklarla biçimlenir.
Muhalefet belediyelerine çokça iş düşüyor. Halk katılımını önceleyen bir şeffaflık üzerinden siyaset üretmek, kamunun olanı kamuya vermenin (ve kamunun kamuya borcunu halka ödetmemenin) temelini oluşturuyor. Ancak bu doğrultuda bir siyaset otoriter yönetimin manevralarına karşı koruyucu bir zırh oluşturabilir.
Belediye borçları üzerinden süregiden tartışma borcun siyasallığını hatırlatıyor, ancak siyasal hedefler doğrultusunda ve sistematik bir demokratikleşme mücadelesiyle yerel yönetimlerin otoriter pratiklere karşı koyabileceğine işaret ediyor.
Daha kötü hizmet ve belediye iştiraklerinin ürün ve hizmetlerinde zamlara yol açacak bir kemer sıkma ile kamunun kamuya olan borcunu halka ödetmenin ortağı olmayacaklarsa, muhalefet partilerinin elindeki belediyelerin acilen harekete geçmeleri gerekiyor.