Birisi size “Her yıl 5 bin hafriyat kamyonu asfalt getirecek, 5 bin kamyon ise bunların molozunu, sökümünü götürecek, üstüne kimyasalı koklayacaksın” dese, herkes "deli saçması" der. Hele bir de o yol ertesi yıl çökerse, ömürlük denilen asfalt iki yıl bile gitmezse durum daha karmaşıklaşır. Aslında durum tam da bu. Ortada bir yık-yap ekonomisi var. Hatta eskimeyeni bile yıkıyorlar ki artık yenisi çabuk eskisin. Çünkü üretim çok fazla, sömürü çok fazla ve bir şey için bir defa değil, her gün para almak istiyorlar.
“Devleti küçültmekten söz ediliyordu oysa asıl amaç sermayeyi büyütmekti… Buna da “déreglemantasyon (kuralsızlaştırma) dendi. Kamuya ait olan, toplumun ortak kullanımına sunulmuş ne varsa özelleştirildi… Özelleştirmeden sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, belediye hizmetleri… velhasıl hiçbir şey muaf değildi… Metalaştırılmamış, pahalılaştırılmamış, soysuzlaşmamış hiçbir şey bırakılmadı… Dönemin üç sloganı: liberalleşme, kuralsızlaşma ve özelleştirme idi.”
-Fikret Başkaya-
Fikret Hoca “Kriz Değil Çöküş” başlıklı son makalesinde bu satırların devamında kapitalizmin krizler üretmekten öte bir çöküş ürettiğini, ayrıca iklim krizinin fosil yakıtların aşırı kullanılmasının sonucu olduğunu da ekliyor. Tabii burada özelleştirme bir kaynak aktarma ise belediyelerde bu kaynak aktarımı nasıl oluyor? Bu kaynak aktarımı iklim krizi ile ne kadar paralel ilerliyor?
Aslında kâr oranlarının azalmasını ve aşırı üretim krizini en iyi belediyecilik politikaları açıklar. Bugün bir arsa alıp onun imar artışını sağlamak ve orada inşa edilecek lüks konutu satmak kadar kârlı başka bir üretim alanı yok. O yüzden geçmişte üretim alanında olan firmalar bugün kendi gayrimenkul yatırımlarına sahip oldular. Çünkü kentte olmasanız bile bu filmi her gün izliyoruz.
Bunu besleyen makro politikalar, merkezi ve yerel yönetimler belirleyici oldu. Ülke bazında konuşmak kolay. Ama kentiniz ya da semtiniz bazında konuşabiliyor musunuz? Mahallenizdeki uygulamaları okuyabiliyor musunuz?
Daha önce Türkiye’de kişi başına 830 kilogram çimento tüketimi düştüğünü ortaya koymuştuk. Bu tüketimin birinci nedeni binalar, ikinci nedeni ise altyapı yatırımı. Bu sefer benzer bir şekilde asfalt tüketimi üzerinden durumu açıklayalım. O binaların arasını dolduran yollar üstünden konuyu konuşalım.
ÇANKAYA'DA KİŞİ BAŞINA BİR TON ASFALT
Asfalt Türkiye için milli spor ise Ankara için bir aşktır. Bugünlerde büyükşehir, henüz iki yıl önce asfaltladığı caddenin asfaltını söküyor ve yeniden asfalt döküyor. İlçe belediyesi ise kaldırımdaki kilit taşlarını söküyor, asfalt döküyor. Böyle olunca Çankaya kişi başına en fazla asfalt dökülen ilçe oluyor. Belediyelerin 2016 yılı faaliyet planlarına baktığımızda, Büyükşehir Belediyesinin 630 bin ton, Çankaya Belediyesinin ise 214 bin ton asfalt dökmüş olduğunu görüyoruz. Yollara dökülen 844 bin ton asfalt yetmemiş, hatta mevcut sağlam beton bordürler de sökülerek tam 214 bin metre kare alan asfaltla çevrilmiş. Durum böyle olunca Çankaya’da kişi başına yılda neredeyse bir ton asfalt dökülmüş oluyor.
HER YER HAFRİYAT!
Mesele sadece dökülen değil, sökülen asfalt da. Çankaya gibi bir yerde bile her yıl 900 bin tona yakın malzeme söküp 900 bin tona yakın malzeme dökerseniz taşımasını da hesaba katmak zorundasınız. Bu miktar bile Çankaya’ya 9-10 bin kamyon seferi demektir. Asfaltlama işlerinin genelde temmuz ve ağustos aylarında olduğunu düşünürsek, Çankaya’daki hafriyat trafiğini görebilirsiniz bugünlerde. Tabi bu kamyonlar sanki özel statülü, inşaatın kutsallığı adına her an her yerden geçebiliyorlar.
ASFALT BAĞIMLILIĞI
2011 yılında Ankara Büyükşehir Belediyesi 3,2 milyon ton asfalt dökerken, bunun 345 bin tonu Çankaya caddelerinde kullandı. O dönemde Çankaya Belediyesi yılda 100 bin ton asfalt kullanıyordu. Kaldırımlara asfalt dökmek diye bir kavram daha bilinmiyordu. Yani kişi başına yılda 400 kg asfalt dökülüyordu. Kişi başına 400 kg asfalt az mı? Hem de her yıl. Ortada bir değil, birden fazla sorun var. Bunu becerisizlikle açıklamak en aptalca yaklaşım olur. O asfaltın zaten tutmasın diye döküldüğü belli. Ortada halktan toplanan o kadar çok para var ki bunları bol bol harcamak gerekiyor.
Sonuçta ilçe aynı ilçe, sokaklar aynı, asfalt aynı asfalt ama şimdi büyükşehir kent çapında, ilçe kendi çapında asfalt üretimini ikiye katladı. O yüzden şimdi Çankaya sokakları buram buram asfalt kokar, Çankayalılar da Ağustos ayının asfalt mevsimi olduğunu bilir.
ÇOCUK PARKLARINA KADAR ASFALT!
Üretim sadece üretim de değildir. Bir kaynak aktarımıdır. Kaynağı yasal yolla aktarmak isterseniz, bunun ürününü çok miktarda kullanmanız, almanız lazım. İşte bu yüzden Çankaya Belediyesi hızını alamadı 2016 yılına tarihi bir ihale yaptı. 2016/105030 sayılı ihale ile 1,8 milyon TL’ye belediye sınırları içinde bulunan parkların asfaltlanması işini bir firmaya verdi. Şimdilerde Çankaya’da bir dizi parkta çocuklarınızı petrol türevi bileşenlerden yapılmış kimyasallar ile yapılan asfalt yollarda gezdirebilirsiniz.
YIK-YAP EKONOMİSİ
Basit bir ilçedeki asfaltın ekonomik gelişimi bile meselenin ihtiyaç olmadığını, hatta üretim bile olmadığını tartıştırabiliyor. Zaten sorun aşırı üretimin yanında biraz da aşırı sömürü, aşırı sömürü için aşırı kuralsızlaştırma. Birisi size “Her yıl 5 bin hafriyat kamyonu asfalt getirecek, 5 bin kamyon ise bunların molozunu, sökümünü götürecek, üstüne kimyasalı koklayacaksın” dese, herkes "deli saçması" der. Hele bir de o yol ertesi yıl çökerse, ömürlük denilen asfalt iki yıl bile gitmezse durum daha karmaşıklaşır. Aslında durum tam da bu. Ortada bir yık-yap ekonomisi var. Hatta eskimeyeni bile yıkıyorlar ki artık yenisi çabuk eskisin. Çünkü üretim çok fazla, sömürü çok fazla ve bir şey için bir defa değil, her gün para almak istiyorlar.
LOZAN PARKI BEŞİNCİ KEZ AÇILIYOR
Belediyecilik asıl yapılması gerekeni yapmak yerine toplumdan toplanan paraların dağıtılması haline geldi ki yenileme diye yeni bir kılıf bile geliştirildi. 15 yıl önce Cumhurbaşkanlığı Koruma Taburu'nun kullanımında iken Çankaya Belediyesi tarafından halka kazandırılan park, o günden sonra her yönetim tarafından mutlaka bir kez açıldı. Her tadilattan sonra yeni bir park açılışı ise zamanla ekonomik bir model oldu. Son belediye başkanı önce 2014’de bir kez açtı. Sonra TOKİ gibi etap inşaatlarına başladı. Şimdi ise park yeni eklemeler ile beşinci kez açılacak. Bu senaryo o kadar beğenilmiş ki artık Çankaya’da parklar tamir edilmiyor, parklarda bakıcılar, onarım pek yok. Şimdi artık parklar vardır ya da yıkılır tekrar yapılır mantığı çalışıyor. İşte buna yenileme deniyor.
YENİ SEKTÖR: PARK YENİLEME
Park yenileme artık Çankayalı için bir sektör. Tamir edilmeden yıllarca AKM gibi bekletilen bu parklar sonra tek bir ihale ile özel sektöre veriliyor. Şimdilerde Çankaya Belediyesi 50 parkı yenileme programına aldı bile. Bu parklardan biri olan Ördekli Park'ın yenilenmesi 755 bin TL’ye ihale edildi. Böylece her yıl bakımını ve onarımını yapacak kadrolar çalıştırmak yerine kimisi birkaç yüz bin TL olan, kimisi milyonlarca TL’ye çıkacak park yenileme ihaleleri gelişiyor. Böylece her beş yılda bir parkları yenileyerek özel sektöre kaynak aktarmanın yolu açılıyor.
SİT ALANININ YENİLEME İNŞAATI!
Tam Ankara Anıtkabir’deki imar değişikliğini konuşurken, park yenileme sektörü 35 yıllık Anıtpark’a da el attı. Meydana bakan tribünlerde insanların akşamları sohbet ettiği, ortadaki platformda çocukların bisiklet bindiği, paten kaydığı Anıtpark’ın, bir iş makinesinin dalması ile bütün o tarihi zemini paramparça oldu. Olay duyulduktan sonraki ilk ve tek açıklamada: “Birinci derece sit alanı olan Anıtpark'taki çalışmalar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara I Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 23.02.2017 tarihli ve 208 sayılı toplantısında alınan 23.02.2017 tarih ve 4108 sayılı kararı ile onaylanan proje çerçevesinde yapılacak” denildi. Böylece birinci derece sit alanını yıkabileceğimizi, bunun için kurul kararı da alabileceğimizi öğrenmiş olduk. Bu habere en çok da iktidar partisi sevindi. Onlar zaten yapıyorlar; şimdi muhalefet partisinin belediye başkanı da aynısını yaptı. Böylece sit alanına dokunulmaz ilkesi “diğer cephe” tarafından da yıkıldı.
ANITKABİR ÇEVRESİNDE HAFRİYAT KAMYONLARI
Olay sosyal medyada duyulduktan sonra belediye açıklama yaparak parkın “aslına uygun yenileneceği” haberini verdi. Belediye başka bir açıklama yapmadı. Ancak Mayıs 2017’deki ihale sonuçlandığı, Ağustos başında da inşaat başladığı halde belediye ne inşaat tabelasını astı ne de kamu ihale kurumuna ihale sonucunu bildirdi. Dahası ihalenin içeriğine dair henüz cevap bile vermedi. Ancak Kamu İhale Kurumu'ndan öğrenebildiği kadarıyla sadece parktan sökülecek o tarihi parçalar bile 150-200 hafriyat kamyon seferi ile taşınabilecek bir hacim. Gelen malzemeler de hesaba katıldığında yüzlerce kamyonun Anıtkabir çevresinde yükleri ile dolaşması söz konusu.
Şimdi Fikret Hoca'nın sözlerine dönersek, sadece bu anlattıklarımız bile süreci açıklıyor. Sit alanını tekrar inşa etme (de-regulasyon), Anıtpark’ı yenileme cüreti ile metalaştırabilme, parkların bakım ve onarımını yapmayarak yenileme adı altında özelleştirme… Kısaca ne ararsanız var. Bütün bunlar sadece buz dağının görünen yüzü. Çankaya Belediyesi 2016 yılında bütçesinin yüzde 45’ini mal ve hizmet alımına harcamış. Bu oranlar daha birkaç yıl öncesine kadar yüzde 40’ların altındaymış. Ama ortalıkta ihalesi görülmeyen, planlarda telaffuz edilmeyen başka yık-yap hatta yap işleri var. Son bir yılda temeli atılan pek çok bina projesi var ve ne ihalelerde ne de planlarda pek adları geçmiyor. Tek bildiğimiz iktidara yakın firmalar ile pek sıkı fıkı işlerin devam ettiği.
Belediyeler her şeyi taşeronlaştırıyor. Kendi işlerini yapmayıp hizmet alımı diye özel sektöre veriyor, yetmiyor yık-yap işlerini ekliyor. Elindeki boş arsaları ise satıyor. Sadece Mayıs ayında Çankaya Belediyesi 20 arsa sattı. Yetmiyor, aynı şeyi kamu tesisleri için de yapıyor, yıkıyor-yapıyor, yapacağı işi başkasına yaptırıyor. İşte bugün belediyecilik tam da bu. Belediyeciliği küçültmek, sermayeyi büyütmek, emeği küçültmek, iklim krizini büyütmek…