Belfu ve Büşra: Masalları gerçekleştiren güçlü kızlar
Belfu şu anda, “Yeşil Beton” üzerine tasarım çalışmalarını sürdürüyor ve patent başvuru süreci devam ediyor. Büşra ise 2020 Tokyo Paralimpik Oyunları’na katılmaya da hak kazanarak ülkemizi Paralimpik Oyunlar’da iki kez temsil eden ilk Türk tenisçi oldu. İkisinin de önlerindeki taşları kaldırmalarındaki en büyük güçleri, içlerindeki heyecan ve merak.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen İstanbul Müzik Festivali kapsamında, perşembe akşamı pırıl pırıl iki gencin katıldığı bir etkinliğin moderasyonunu üstlendim. Bu, gazetecilik mesleğimde bu zamana kadar en çok heyecanlandığım, müthiş bir keyif aldığım, belleğimden izleri hiç silinmeyecek bir buluşmaydı.
Lise öğrencisi Belfu Berkol (15), balkabağı kabuklarından ürettiği ve ilaç kapsülü üretiminde kullanılabilen biyoplastik ile, her yıl dünya çapında 300’den fazla projenin katıldığı “International Genetically Engineered Machine” (IGEM) yarışmasında gümüş madalya kazanan ve kadınların bilim dünyasında daha aktif çalışmasını sağlayan WISTEM (Women in STEM) platformunun en genç ve Türkiye’den ilk üyesi olan çok parlak bir genç. Bir yıldır WISTEM ekibiyle birlikte etkinlikler düzenliyor.
“Çılgın” fikirlerinin izinden giden Belfu, 11 yaşından beri balkabağının yüzde 10’unu oluşturan kabukların doğurduğu atığın nasıl yeniden değerlendirilebileceği konusunda kafa yoruyordu. Türkiye’de 376 bin ton balkabağı üretilirken, bunun 37 bin 600 ton atık ürettiğini ve bu atığın yüzde 1’ini bile değerlendirsek 9 milyar kapsül üretilebileceğini gördü.
Kabukta bulunan lignin maddesini biyoplastiğe, ardından da ilaç kapsülüne dönüşmesinin ise, ilaç kapsüllerinin maliyetini azalttığını fark etti. Belfu şu anda bu balkabağı projesinin patentini de almış durumda. Artık balkabağının çorbasından tatlısına dek yerken Belfu’nun bu yenilikçi girişimini de anmaya başlasak iyi olur.
Belfu’nun en büyük şanslarından biri, birçok öğrenci için sıkıcı bir içerik anlamına gelen fen bilgisi derslerini ona sevdiren bir öğretmenle yollarının kesişmesi oldu. Hepimizin okul yıllarında sık sık kendimize yönelttiğimiz “Biz bunu öğreniyoruz ama ne işimize yarayacak” sorusuna her defasında fen öğretmeninin gündelik hayattan verdiği örnekler sayesinde çevresine bilimsel gözle bakmayı öğrenmiş.
Dolayısıyla, bilinçli bir öğretmen, Belfu’nun bu tutkusunu ateşlemiş.
Belfu şu anda, “Yeşil Beton” üzerine tasarım çalışmalarını sürdürüyor ve patent başvuru süreci devam ediyor. Böylelikle, geçirimli betonların içine balkabağından biyoplastik ile kaplanmış tohumların yerleştirildiği çevre dostu bir seçenek üretmek istiyor. Tüm bunlar ise Belfu’nun genç yaşında kurduğu bir biyoteknoloji startup’ı olan bioDIF'in ilk adımlarını oluşturdu.
Bir yandan da paralimpik sporcularla antrenmanlar yapan Belfu’nun sosyal yönü de oldukça güçlü. İzmir depreminin ardından sosyal yardımlaşma projesi olarak İhtiyaç Kutum adında liseli öğrencilerin örgütlediği, kurumsal şirketlerin de desteklediği bir öğrenci gönüllülük hareketinin kurucusu.
“Her insan bir kutu gibidir, açtıkça içeriden bir sürpriz çıkar. Ve o kadar kapalıdır ki çözene kadar dışarıdan hiçbir şeye benzemez” felsefesinden yola çıkmış Belfu. Bu proje kapsamında Doğu illerindeki dezavantajlı bölgelerde okullara 25 tane bilim dergiliği ve bir laboratuvar kuruldu.
Belfu geçtiğimiz yıllarda arkadaşlarıyla birlikte genetiği küçük yaştaki çocuklara anlatmak için İstanbul’da görme engellilerin bir okuluna düzenlenen gezide genetik, DNA, sentetik biyolojiden bahsedilen bir sunum gerçekleştirip üç boyutlu bir DNA modelini diğer çocuklarla birlikte hazırladı. Belfu bu gezi sırasında o zamana dek görme engelli olduğu için laboratuvarda çalışamayacağı söylenen bir genç kıza ilham kaynağı ve onun laboratuvarda çalışmasına önayak oldu.
“Merak eden, denemek isteyen, restoranda tuzla suyu karıştırıp deney yapmak isteyen çocuk engellenmemeli. Laboratuvar ortamında hücrelerin karıştırılması bile o noktada başlıyor aslında” diyen Belfu ayrıca bu pazartesi günü ise Microsoft 2022 Türkiye lise kategorisi genç teknoloji yıldızı seçildi.
Hayatın zorlukları, çocukluğumuzda ezberlediğimiz masalların büyülü balonunu patlatıp, görkemli faytonlarımızı balkabağına dönüştürürken, balkabağından doğan bir merak yolculuğunu dünya çapında bilimsel bir masala dönüştürmüş Belfu. Çünkü, “herkes bakabilir ama bir kişi görür” diyor ve gördüğü boşluğu kendi bilimsel çabaları ve araştırmalarıyla bir katma değere dönüştürmeye uğraşıyor.
Kendisi, 2020 yılında TÜBİTAK tarafından düzenlenen 14. Ortaokul Öğrencileri Araştırma Projeleri Yarışmasında biyoloji alanında yaptıkları projeyle birincilik elde etti. Üç sene sonra okulu tamamlandığında ise hedefi Kaliforniya’da bilim alanında üniversite eğitimini sürdürmek. Ama bunun bir “beyin göçü” olmayacağını da kararlılıkla vurguluyor; çünkü “ben gidersem, o giderse, bizler gidersek, bu alandaki çocukları kim yetiştirecek” diye düşünüyor.
Bilimsel meraktan sportif meraka doğru rotamızı çevirelim.
Genç sporcularımızdan Büşra Ün (28) ise, henüz altı aylıkken başlayan kanser tedavisi sonrasında tekerlekli sandalye kullanmaya başlayan ve Türkiye’de spor alanında genç kadınların neleri başarabileceğini gösteren çok değerli bir örnek.
Tenise 2009 yılında başlayan Büşra’nın bu yola çıkış süreci de ilginç.
Okuldaki beden eğitimi dersinde engelli bireylere sadece kenarda izlemek düştüğü, spora dahil edilmediği için çok sıkıldığını fark etmiş ve bir gün bir tenis kulübünden içeri girip engellilere masa tenisi dersi verip vermediklerini sormuş. Bunun üzerine “kort tenisi dersi veriyoruz” yanıtını alan Büşra, önce inanamamış; çünkü hem tekerlekli sandalyede oturmak hem de topa yetişmek ona o an için zor gözükmüş. Ancak o günden beri tenis onun kendini gerçekleştirmesinde en büyük aracılarından biri olmuş.
Büşra, bu tarihten itibaren 12 yıl Türkiye Şampiyonluğu unvanını korudu. 2010, 2011 ve 2012 yıllarında Gençler Kategorisi’nde Dünya 3.’lüğüne yükselerek Türkiye’nin tekerlekli sandalye tenisi tarihinde dünya sıralamasında ilk 3’e giren ilk ve tek oyuncusu oldu.
Büşra ayrıca 2016 yılında Kadınlar Kategorisi Dünya sıralamasında 30.’luğa yükselerek 2016 Rio Paralimpik Oyunları’na katılmaya hak kazandı ve ilk Türk kadın paralimpik tenisçi oldu.
2020 Tokyo Paralimpik Oyunları’na katılmaya da hak kazanarak ülkemizi Paralimpik Oyunlar’da iki kez temsil eden ilk Türk tenisçi oldu. Ancak bu süreçte yaşadığı olumsuzluklardan dolayı tenisi bırakma kararı aldı, çünkü yıllarca onu karşılıksız ve büyük bir özveriyle çalıştıran bireysel antrenörünün kafilede yanında olmasına izin verilmemesi Büşra’yı vefa, destek, etik değerler gibi birçok kavramı bir kez daha sorgulamaya yöneltti. Ve bu konuda kaya gibi sapasağlam durdu. En büyük tutkusu tenise buruk bir elveda demek zorunda kalmasına rağmen…
Büşra, spor yaşamına Kasım 2021’den beri okçuluk branşında devam ediyor; bir yandan da Cardiff Metropolitan Üniversitesi’nde Spor Yöneticiliği ve Liderlik alanında yüksek lisans eğitimi görüyor. Bu akademik deneyim ise, Birleşik Krallık’ta spora, sporcuya, eğitime verilen desteğin boyutlarını görmede çok değerli bir katkı sunuyor. Hatta onu gören bir İngiliz ilkokul çocuğunun “sen bir süper starsın, sen paralimpik sporcusun” demesi aklına mıh gibi çakılı kalmış.
Masalsı faytonlarına atlayan Belfu ve Büşra, biri bilime diğeri de spora çıkan zorlu ama çok keyifli bir yolda ilerliyorlar.
Her ikisi de ilk adımlarında sanki ağız birliği etmişçesine “neden olmasın” diye başlıyorlar. Ve kendi alanlarındaki bilgi birikimi ve becerilerini tutarlı bir şekilde birer çıktıya dönüştürüyorlar.
İkisinin de önlerindeki taşları kaldırmalarındaki en büyük güçleri, içlerindeki heyecan ve merak. Bilgi edinmekle yetinmeyip bunu beceri ve yeterliliklere dönüştürüyorlar. Yaparak ve yaşayarak yaşamı öğreniyorlar. Tıpkı Albert Einstein’ın “Özel bir yeteneğim olduğunu düşünmeyin, sadece tutku derecesinde meraklıyım” sözlerinde olduğu gibi… Yaşama karşı meraklılar. Bu entelektüel merak da onlara tüm bu çabalarında itici güç oluyor.
Çünkü spor ve biyoloji alanındaki yetenekleri, onların biricik özgür yanları. Bu dünyada yapmak istediklerini başararak, önlerine çıkan engelleri hayatın birer parçası olarak görüp aşarak, hedefledikleri rekorları kırarak var olmak istiyorlar. “Başımıza icat mı çıkarıyorsun” veya “sen engellisin, spor dersine katılamazsın” şeklinde kuşatılmış hayatların çevresindeki barikatları becerileriyle ve zarafetle indirip, hayatlarında bir iz bırakmak, bu dünyaya bir amaç doğrultusunda geldiklerini göstermek istiyorlar.
Yaşamı karşılama biçimin senin kim olduğunla yakından ilintili. Belfu da Büşra da başardıkları ve başaramadıklarını görüp onlardan ders çıkarıyorlar ve yollarına devam ediyorlar. Öğretmenleri ve aileleri ise “arkalarında” değil hep “yanlarında” duruyor. Ve “ben oldum” demiyorlar. Çünkü hayatlarındaki her başarılarını birer dönüm noktası yerine “zirve” olarak konumlandırmanın, özgüven ile ego şişkinliği arasındaki o ince çizgiyi bozduğunun ayrımındalar. Her dönüm noktasında kendi sınırlarını biraz daha zorlayarak yeni bir sürece yelken açıyorlar.
İçlerindeki merakı, yaşamın bazen karabasan gibi üzerimizi kaplayan heyecansızlığına kaptırmıyorlar. Adeta meraklarının ve keşfetme, gerçekleştirme tutkularının gölgesinde büyüyorlar, derinlere kök salıyorlar.
İkisi de hedef değil sistematik çalışma odaklılar. Yarışma kazanmak üzerine inşa etmiyorlar çabalarını. Tam tersine, hayallerini gerçekleştirmeye yakınlaşma odaklı davranıyorlar. Her türlü engel karşısında “sen bunu yapamazsın” uyarısını duymazdan geliyorlar.
Ve hata yapmaktan, tökezlemekten korkmuyorlar çünkü hataları yönetebiliyorlar. O meşhur Japon atasözünde olduğu gibi, yedi kez düşüp sekiz kez ayağa kalkıyorlar. Her başarısızlıkta yeni bir yol çiziyorlar kendilerine.
Her birimize, benim gibi çocuğu ileride “biliminsanı” olmak isteyen annelere, hiçbir engeli umursamayan “inatçı” sporcularımıza ve daha nice gencimize, çocuğumuza sundukları bu gerçek masallarıyla da ilham kaynağı oluyorlar. Sürekli sorgulayan, hiçbir sınırı kabul etmeyen, kendini gerçekleştirme sürecinde kendi duvarlarını da yıkan, hata yapmaktan korkmayan gençlerin varlığı hepimize çok büyük bir güç veriyor.
Daha nice Belfu ve Büşra’nın yetişmesi, bilimi veya sporu yaşam felsefesi haline getiren birçok gencin içindeki o ışığı yitirmeden somut bir beceriye dönüştürmesi için eğitim sistemimizde aksayan noktaları baştan kurgulamanın ve bu gençlere kalıcı, istikrarlı ve haysiyetli burs imkanları yaratacak çatı örgütlenmelerinin yaygınlaşmasının, bu süreçte iş insanlarının, aydınların, derneklerin daha çok sorumluluk üstlenmesinin vakti çoktan geldi.
Unutmayalım ki tüm bilim insanları ve sporcular, yaşamlarının bir döneminde birer çocuktu. Ve içinde yaşadıkları evreni anlamlandırmak için ellerindeki becerileri yetkinleştirme yolunu seçtiler. Bize düşen görev ise, onlara sadece bakmak değil, onları görmek ve hayatı anlamlandırma çabalarının farkında olmak.
Güçlü bir Türkiye için, bireysel mücadelelerinde güçlü duran ve destek gören, rüyalardaki masalları gerçek dünya sahnelerine indiren, hayattaki sıkışmışlık anlarını üretimleriyle özgürleşme hallerine dönüştüren gençlere ihtiyacımız var. Sahne gençlerin…