Belgrad'da Kenan Evren'in yerine 'Türkiye' yazsak?

Kenan Evren öldüğü için onu yargılamak hukuken mümkün olmadığına göre, yetkililerin izni ve onayıyla, Belgrad’daki Dostluk Parkı’ndan isminin bulunduğu plaketi kaldırmak ve bunun yerine sadece "Türkiye" yazan bir plaket yerleştirmek, simgesel seviyede bile olsa 12 Eylül ile hesaplaşmanın bir yöntemi olabilir.

Abone ol

1970’lerde 'piyasa sosyalizmi' denilen ekonomik modelle Avrupa’nın en hızlı gelişen şehirlerinden biri olan Yeni Belgrad, aynı zamanda Soğuk Savaş döneminde dünya barışı çağrılarının en güçlü şekilde yükseldiği kentti. 1948’de Stalin ile yollarını ayırarak Doğu Bloku’ndan kopan Yugoslavya, ‘üçüncü yol’ adı verilen kendine özgü bir sosyalizm modeli uyguluyordu. Buna 'özyönetim' deniyordu. Yugoslayva Sosyalist Federasyonu’nu kuran Mareşal Tito, Soğuk Savaş döneminde iki süper güçten birini seçmeyi reddederek hem SSCB hem de ABD’nin politik ve ekonomik dayatmalarına karşı çıktı. Onun kurucusu olduğu Bağlantısızlar Hareketi, iki süper gücün karşısında birleşen Üçüncü Dünya ülkelerinin Birleşmiş Milletler toplantılarında hep birlikte silahsızlanma çağrısı yapmasını sağladı. Türkiye NATO’ya üye olarak Soğuk Savaş’taki tarafını çok önce seçtiğinden, Bağlantısızlar Hareketi’ne katılmadı. Bugün de mevcut olan Bağlantısızlar Hareketi’nin liderliğine 2019’da Azerbaycan seçildi. Bağlantısızlar Hareketi asla askeri bir güç olmadı, üye ülkeler ortak askeri operasyon yapmadı ve Yugoslavya’nın iç savaşla parçalanması sürecinde bu barışçı birlik, oradaki iç savaşı durdurmayı sağlayamadı.

2010 yılında Türkiye vatandaşlarının Belgrad’a vizesiz giriş hakkı elde etmesiyle şehir, ucuzluğu sayesinde popüler turizm destinasyonlarından biri haline geldi. Ancak vizelerin kaldırılmasının öncesinde iç savaşın yarattığı toplumsal travma çok belirgindi. 2005’te o zamanki ismiyle Sırbistan-Karadağ Cumhuriyeti’nden vize alıp Novi Sad’da Tito’nun eski sarayının bahçesinde düzenlenen uluslararası bir müzik festivaline gittiğimizde, henüz Türkiye’den gelenlere sıcak bakılmıyordu. O yıllarda tarihi yerleri dolaşırken, savaşı unutmamış olan yaşlıların karşı kaldırımdan korku ve tiksintiyle ‘Turski’ diye bağırması, Sırp polisinin sınır kapısında bizi tepeden tırnağa arayıp bütün gece nezarette tutması kadar olağan bir durumdu.

TÜRKLER İNTİKAM ALACAK!

Temmuz 2005’te ülkeye trenle giriş yaptığımız anda Sırp polisi tarafından Belgrad’a giden trenden indirildik. Srebrenitsa Katliamı'nın 10. yıldönümünde Türklerin 'intikam almak için' bomba patlatacağına dair yapılan asılsız bir ihbar yüzünden trenden indirildiğimizi henüz bilmiyorduk. İngilizce bilmedikleri için festival organizasyonunun yolladığı basın davetiyesini anlamayan sınır polisine bizim medya ve reklam sektörü çalışanı olduğumuzu, vizemizin gerçek olduğunu ve festivale sadece röportaj yapmaya geldiğimizi kanıtlayabilmemiz ancak ertesi gün, İngilizce bilen bir Sırp yetkilinin ve Türkçe bilen Boşnak bir çevirmenin sınır kapısına gelmesiyle mümkün oldu. Bu saçma olay yüzünden bir gün gecikmeyle festival alanına ulaştığımızda bomba ihbarı yapıldığını duyduğumuzda ise müthiş tedirgin olduk. Zaten bütün gece, boş yere nezarette tutulmuştuk. Festival devam ederken bir yerde bir bomba patlasa Sırp polisi ilk iş olarak alandaki Türkiye vatandaşı müzisyenleri, organizatörleri ve bizi ‘olağan şüpheliler’ olarak görecekti. Neyse ki festival sırasında ve sonrasında hiçbir sorun yaşanmadı. Şehir içine indiğimizde bu asılsız ihbar yüzünden tedirginliğin devam ettiğini fark ettik: ‘Turski!’ Sokak ortasında öfkeyle bağıranlar bunu söylüyordu, Türkiye’den gelmiş olmamız potansiyel suçlu muamelesi görmemiz için yeterliydi. Belgrad’da konsolosluğa uğrayıp kapıyı açan kişiye başımıza gelenleri anlattığımızda, “Dayak yemediğinize dua edin, geçenlerde buraya birisi yüzü gözü kan içinde geldi” cevabını aldık. Kısacası Yugoslavya’yı parçalayan iç savaştan 10 yıl sonra bile Sırpların hissettiği suçluluk duygusunun, Türklerin bir gün intikam alacağına dair büyük bir korkuya dönüştüğünü bu kısa yolculukta anladık.

KENAN EVREN'İN DİKTİĞİ FİDAN

14 yıl sonra Mayıs 2019’da ikinci defa, bu sefer Sofya üzerinden uçakla ve tek başıma Belgrad’a gidişim, mimarlık tarihi araştırması amacını taşıyordu. Artık Türkiyelilere sokak ortasında tiksintiyle bağıranlar yoktu. Belgradlılar Türkiye’den gelen turistlere alışmışlardı ancak ilk gidişimizde fark etmediğim utanç verici bir başka gerçekle karşılaştım. Tito döneminde, Bağlantısızlar Hareketi’ni ölümsüzleştirmek için dünya barışına adanmış "Belgrad Dostluk Parkı"nda mermere kazınmış şekilde duran bir isim yıllardır o parktaydı: "General Kenan Evren, 1982. Diktiği fidanın cinsi, Quercus Cerris, (Türkiye meşesi)."

Belgrad Dostluk Parkı’nda her bir ağacı hangi liderin diktiğini gösteren kroki.

BİR DÜNYA TARİHİ ANITI

Eylül 1961’de ilk Bağlantısızlar Hareketi Konferansı anısına ağaçlandırılmaya başlanan bu parkta, her bir ağacın altında onu hangi ülkenin liderinin diktiğine dair mermer bir isim plaketi bulunuyor. Yugoslavya’nın 1991’de dağılmasına kadar devam eden, ülkeyi ziyarete gelen yabancı devlet başkanlarının Dostluk Parkı'na ağaç dikmesi geleneği, bu parkın bir dünya tarihi anıtına dönüşmesini sağladı. Sovyet liderlerinden ABD başkanlarına, Avrupa kraliyet ailelerinden Üçüncü Dünya ülkelerinin liderlerine kadar 1961-1991 arasında dünya siyasetinde karar verici şekilde rol alan neredeyse herkesin bu parkta ismi var. Türkiye’den ise fidan diken tek isim, 12 Eylül 1980 Darbesi’ni yaptıktan sonra Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren olmuş.

Bu yıllara ait gazete haberlerini taramak, birçok ilginç bilgiye ulaşmamızı sağlıyor. Evren’den önce Türkiye'den Yugoslavya’ya 'cumhurbaşkanı' statüsüyle giden başka bir isim bulunmuyor. Ecevit, Mayıs 1976’da Yugoslavya’daki fabrikaları dolaşıp 'özyönetim' sistemini incelediğinde muhalefet partisi lideriydi. Türkiye’ye geri döndüğünde, özyönetim sisteminin devlet kurumlarında uygulanabileceğini, böylece özel sektörün de buna özeneceğini savunmuştu. 12 Eylül öncesinde -belki Ecevit’in bu sistem değişikliği önerisinin de etkisiyle- işçiler sokağa döküldüğünde, Başbakan Demirel, askerle yapılan toplantılarda, “Ülkeyi yıkıp Marksist Leninist devlet kurmak istiyorlar, sağcılar da devleti korumaya çalışıyor” diyerek sokaktaki politik cinayetleri savunmuştu. Evren’in liderliğindeki askerler, 12 Eylül 1980’de sabaha karşı yönetime el koyduğunda tüm siyasi partilere yasak geldi. Demirel ile Ecevit gözaltına alındı. Darbeden önce Başbakanlık Müsteşarı olan Turgut Özal ise 24 Ocak 1980’de açıkladığı ekonomik 'reform paketi'ni hemen uygulamaya başladı. KİT’lerin (kamu iktisadi teşebbüsü) hızla özelleştirilmesine başlandı. 12 Eylül’den sonra, Ecevit’in bir gün iktidara gelip devlette özyönetim sistemini uygulaması artık mümkün değildi çünkü artık devletin fabrikası kalmıyordu. Özal ve Evren sayesinde 12 Eylül Darbesi ile global kapitalizm galip geldi. Buna karşı çıkanlar, General Evren döneminde sadece düşünceleri yüzünden korkunç insan hakları ihlallerine maruz kaldılar. Bu hak ihlalleri, toplumsal hafızamızda halen tazedir.

EVREN'E 'DİKTATÖR' DEMEK...

Darbenin planlayıcısı ve uygulayıcısı Kenan Evren’in yargılandığı dava, bir türlü sonuçlanamadı; temyiz aşamasındayken Evren’in ölmesi davanın düşmesini sağladı. Neticede General Kenan Evren’in rütbeleri sökülmedi, Harbiye Askeri Müzesi’nde kendisine ayrılan özel salon bile halen yerinde duruyor. Evren, bugün de Türkiye’nin eski Cumhurbaşkanlarından biri olarak ‘devlet büyüğü’ mertebesinde ve ona hakaret etmenin ya da mesela ‘diktatör’ veya ‘despot’ demenin bile kanunen cezası var. 12 Eylül 2010'da yapılan ve darbe anayasası değişiyor diye sunulan referandumun bir ‘gösteri’ olduğu ve Nisan 2017’de Cumhurbaşkanlığı sistemine giden yolu açtığıysa pek çoklarının daha yeni farkına varabildiği bir gerçek.

Bu noktada, Türkiye’deki mevcut sistemde, darbe zihniyetiyle hukuken hesaplaşmanın mümkün olmadığını kabullenmek zorunda kalıyoruz. 6-7 Eylül Pogromu için bile bir tek kişi pişman olup özür dilememişken, 12 Eylül’den bahsetmek abesle iştigal hale gelmiş durumdadır. Yine de belki de yetkililerin izni ve onayıyla, Belgrad’daki Dostluk Parkı’ndan Evren’in isminin bulunduğu plaketi kaldırmak ve bunun yerine sadece 'Türkiye' yazan bir plaket yerleştirmek, barışa adanmış bir parktan darbeci bir generalin isminin silinmesiyle, simgesel seviyede bile olsa 12 Eylül zihniyetiyle uluslararası alanda hesaplaşmanın sembolik bir yöntemi olabilir.