İçişleri Bakanlığının Nisan 1 şakası yapar gibi on yıllık yasa
maddesini şimdi uygulayacağını duyurmak üzere yayınladığı genelge,
Dördüncü Eylem Planı çerçevesindeki faaliyetleri içeriyordu. Kadına
Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planlarının dördüncüsünde
nihayet belediyelerin sığınma evi açma görevi hatırlanmıştı.
Genelge, yasa gereği on yıldır yapılıyor olması gerekeni, bu yıl
yapacaklarını âlây-ı vâlâ ile duyurmaları, on yıldır görevlerini
yerine getirmediklerinin itirafı niteliğinde. 16 Nisan tarihli
haberlere ise genelge içeriğindeki bir görev/faaliyet hakkında
Valiliklere uygulamanın yöntemine dair talimat verildiği bilgisi
yansıdı. Kadına yönelik şiddetle mücadelenin olmazsa olmazı, temel
koruyucu mekanizmalarından birisi, sığınaklarla ilgili, son
haberlere konu talimat…
Sığınak, kadın örgütlerinin kullandığı isim. Kadın sığınma evi
ise Emine Hanım beğenmeyerek değiştirinceye kadar yasa, yönetmelik
ve resmi yazışmalarda kullanılan isim. Ve tahmin edileceği üzere
şimdi Hanımefendi’nin tensipleriyle seçilen kadın konuk evi ismi
kullanılıyor şiddete karşı kadınların korunmak için sığındığı
mekanizmaya. Erkek şiddetiyle mücadele için kadınların sığınacağı
bir yer olmalı ve ideal planda bu yer her on bin nüfusa bir sığınak
olarak belirlenir. On yıl önce şiddet yasası, ardından yasanın
yönetmeliği ve sonra da Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi-ŞÖNİM
yönetmeliği hazırlanırken ideal olan yapılmadı. Zamanın bakanı, en
gerekli olanda ısrar edemeyerek kendince idealden taviz vererek ve
yine kendince daha makul gördüğü, toplumsal ve siyasal gerçeklerle
örtüşeceğini umduğu bir başka sayı belirledi. Bu sayı 50 bin idi.
Nüfusu 50 binin üzerinde olan her belediye kadın sığınma evi
açmakla yükümlü tutulacaktı, sivil toplumla ortak hazırlanan taslak
kabineye sunulurken değişivermişti. Fakat bakan tarafından idealden
taviz verilerek, makul görülen 50 bin nüfus şartı kabine sürecinde
iki katına çıkıverdi. Şu an Mahalli İdareler Kanunu 14’üncü
maddesinde yer alan 100 bin nüfus şartının kısa hikayesi böyle.
Erkek şiddetiyle mücadele için en gerekli temel mekanizmanın
kurulup, işletilmesinde kamuya düşen sorumluluğun onda bir
düzeyinde azaltılmasının hikayesi aynı zamanda. Ve üzerinden
yaklaşık on yıl geçti. Ve şimdi İçişleri Bakanlığı ayın başında
yayınladığı genelge doğrultusunda sığınma evi açma görevinin nasıl
yürütüleceğini ayın ortasında Valiliklere bildirmiş. O genelgeyi de
Nisan değil Ocak 1’de yayınlaması gerekirdi ya ona da ‘neyse’
diyelim. Bunca gecikmeden sonra eh bari şimdi yapılması gerekeni
yapmak, aklı başına gelmek sayılabilir, belki.
Belki diyorum çünkü belediyelerin açacağı sığınma evlerinin
denetimi için Valilik bünyesindeki İller İdaresi sorumlu kılınmış.
Hımm, işte burada bir düşünmek lazım. İller İdaresi, erkek şiddeti
ile mücadele etmekle yükümlü kamu kurumlarından birisi değil. O
halde mesele açılan/açılacak sığınma evlerinde, şiddetle mücadele
yöntemlerinin gerektirdiği kalite ve donanım, işin ehli personel
istihdamı filan olamaz. Öyle olsaydı Aile Bakanlığı birimleri,
ŞÖNİM –onların ne denli ehil olduğu, tartışması ayrı konu-
denetlemeliydi. Bu durumda konumuz akçeli işler oluyor. Mali
kaynaklar ve harcamaların denetimi falan filan. Bu falan filan
önemsiz değil elbet kalite ve kantite burada oluşuyor ancak sığınak
açmak herhangi bir yatırım değil ki mali denetim yetsin. Erkek
şiddeti bu, mücadele etmek için sığınak açılması kararı verilen.
Her gün en az üç kadını öldüren, her gün bir o kadarına şüpheli
ölüm süsü veren, milyonlarca kadını her gün işkence misali
sistematik şiddetle yaşamak zorunda bırakan erkek şiddetine karşı
önlem almak için paranın izini sürmek yetmez. Önce zihniyetin
denetlenmesi gerekir ki bu da ancak eril şiddetle mücadele
uzmanlarınca gerçek anlamda yapılabilir.
On yıldır sığınak açmayanların şimdi bu görevi hatırlamasını
‘tamamen duygusal’ nedenlerle açıklamak mümkün mü? Evet, eril
şiddetin ne kadar çok arttığını en iyi iktidar biliyor. Veriler
onlarda ve kamuoyuna açıklamadıkları bu verilerden, günün siyasi
ihtiyacına göre faydalı buldukları, cımbızlanmış, veri/yorumları
paylaşma konforu ellerinde. Ve toplumda kadınlara ve çocuklara
hatta daha önemlisi LGBTİ+lara yönelik eril şiddete karşı oluşan
farkındalığın tepkinin ne denli yükseldiğini de ölçebiliyorlar.
Ancak yerel yöneticilerin ve özellikle iktidar mensubu
politikacıların, kadın sığınma evlerine ‘genelev’ muamelesi
yaptıkları için o yasa maddesinin uygulanmadığını da bizler
biliyoruz. Sahada mücadele eden kadın örgütleri, şiddet mağduru
kadınların ŞÖNİM’e gitmek istemediklerini, gidenlerin yaşadığı
olumsuzlukları, şiddet gördükleri evlerine yönlendirildiklerini
görüyor, biliyor. Sığınakların kadınlar için hapishaneye
dönüştürülmesi, kısa sürede çıkarılmaları ve meslek sahibi kılınıp
iş bulmadan sokağa atılmak anlamına gelen çaresizlik, kimsesizlik
içine yuvarlandıkları herkesin bildiği gerçeklerden. Nisa bebeğin
ve annesinin dramı herkese gösterdi, ŞÖNİM ve bakanlık konuk evinin
kadınları ne denli yalnız bıraktığını. Ülkenin her yerinde
bakanlığın, AKP’li belediyelerin, kayyım belediyelerin kadın konuk
evine gitmek yerine kadınlar, CHP’li belediyelerin açtığı sığınma
evine gitmek istiyor. Çünkü diğerlerinde çok kötü muamele
görüyorlar. Talebin muhalefet partisi belediyelerine yönelmesi ile
on yıl sonra asli görevin hatırlanıp, İller İdaresi denetimine
verilmesi arasında bir ilişki olup olmadığını insan ister istemez
düşünüyor.
Cumhurbaşkanı, kadın cinayetlerinde öldürülen kadınların
ailelerine iftar daveti verdiği zaman erkek şiddetini cehalet ile
izah etti. Şiddetin adını erkek terörü olarak koymasa da “terörle
mücadele kararlılığı” gibi net bir politika ile açıklamayı tercih
etti. Mücadele için kararlı olduklarını ifade ederken cehaleti de
“medeniyet değerlerimize” yabancılaşmak diyebileceğimiz şekilde
açıklaması ilginçti. Tüm ülkelerde ve bizde de var erkek şiddeti
ama bizim toplum dahil tüm toplumlar bizim değerlerimize yabancı
oldukları için bu şiddet var ve artıyor şeklinde bir anlam çıktı
karşımıza. “Bizim medeniyetimiz cinsiyeti, dini, soyu ne olursa
olsun insanı muhatap alır.” El hak, olması gereken budur da… Sadece
bizim dinimiz, medeniyetimiz değil esasen bütün dinler, kadim
kültürler hatta modern insan hakları metinleri bile insanı muhatap
alır, doğrudur. Peki kimi insan olarak kabul ederler? Hiç şaşmadan
eksiksiz hepsi erkek insanını insan sayar; tarih boyu toplumsal
yaşama akseden uygulama böyle olmuştur. Bu gerçeği görmeyen
şiddetle mücadele yöntemi başarıya ulaşamıyor işte ve algı
yönetimine sığınılıyor, iftarlarla, yasal düzenlemelerle filan.
Muhtemelen önümüzdeki hafta TBMM Genel Kuruluna gelecek olan
yeni yasadaki takdiri indirim düzenlemesi bu algılardan birisi
örneğin. Mevcut yasa maddesine bir “veya” ibaresi ekledikleri için
bu gelecek olan teklif, aslında “pişmanım” diyen her sanık için
indirim uygulanması sonucunu getirecek. Aksi takdirde Anayasa
Mahkemesi eşitlik ilkesine aykırı bularak hükmün iptalini gerekli
görecek. Buyurun site cezasızlık! Topluma takdim edilen şekli
“kravat indirimine son” ama hukuki süreçte karşımıza çıkacak olan
pek kuvvetle muhtemel sonuç “cezasızlık” olacak. Cezasızlık
sonucuna ulaşabilecek olması getirilen teklifin tek hatası değil
tabi ancak söylenen ile yapılan arasındaki uçurumu en çarpıcı
şekilde ortaya koyan örneklerden birisi. Zihniyet, kadın erkek
eşitliğini görmek yerine ataerkil yaklaşımla sadece insan hedefini
gösterince eril şiddetin özgün nedenlerini kavramaktan uzak
tutuyor, söyleyeni de dinleyeni de. Ve bu bakış açısıyla yasalar
yapıldığında eşitliği sağlayarak şiddeti önlemek yerine cezaları
arttırmak yoluna gidiliyor. Yasa maddesinin mevcut halinde altı ay
olan ceza alt sınırını dokuz aya çıkarınca sorun çözülecek izlenimi
vermenin algı yönetiminden başka bir adı olamaz herhalde.
Nitekim o “şiddete sıfır tolerans” iddiasının, Kadın
Cinayetlerini Durduracağız Platformu hakkında kapatma davası açmaya
uzanması, söylem ve eylem uçurumunun derinliğini de gösteriyor.
Nafaka karşıtlarının yaptığı şikâyeti hem de birden çok kez geri
çeviren savcı görevden alınınca yerine gelen savcının hemen dava
açması, iktidar söylemindeki doğruluk payına test misali, ibretlik
hukuk garabetlerinden. Kadın cinayetlerini önleyeceğiz diyor
Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı ise kadınları cinayetlerden korumak
için sığınak açılması talimatı veriyor, görünürde. Ardında
hegemonik erkeklik koruması ve muhalefete gol atmak sevdası olmasa
erkek şiddetiyle mücadelede eksik, kusurlarıyla birlikte iyiye
gidiş ihtimali konuşuluyor olabilirdi. Nedenini, nasılını Aşık
Veysel söylemiş:
Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başk'olmasa