Bellekteki kedicikler

TV ile aslında müşterilere vitrine çıkarılmış “mallar” sunuluyordu. Bu pazarlama tekniği, dinin örttüğünü aşırı vurgulama üzerinden gerçekleşiyordu.

Selim Temo stemo@gazeteduvar.com.tr
Görsel: Kitagawa Utamaro, “Courtisane with Cat”

Yazının başlığını Ahmet Sait Akçay’ın az rağbet görmüş çok kıymetli kitabı “Bellekteki Huriler: İslamcı Popülist Kültüre Eleştirel Yaklaşım”a nazire ile belirledim. 2006 tarihli kitap, başlığa taşıdığı kültürün edebiyatının arkeolojisidir. Akçay, söylediğinden fazlasını söyleyen metinleri uzun bir tarihin devamı olarak okur. Ona göre günah gibi tövbenin de kadın üzerinden tarif edilmesi tarihinde hidayet romanları artık dinin değil, kapitalizmin konusudur.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Ankara” adlı kitabında evlendirmeye doyamadığı kahramanı Selma’ya, bir yerde durup “courtisane hürriyetini istemiyorum. Ben erkekle her hususta eşitliği talep ediyorum” dedirtir. (Yazar ile anlatıcı “ayrı kimseler”dir elbette, ama “Ankara” bir “roman” değil, merkeze gönderilmiş bir teslimiyet mektubudur.) Kitabın editörü “courtisane” sözcüğüne “dalkavuk, saray soylusu” dipnotunu düşmüştür. Hayır, yanlış, courtisane, “soylu/kibar fahişe” demek. Werner Sombart’ın “Luxury and Capitalism” kitabındaki uzun courtisane kısmına bakılabilir. Bu “kurum”u Aydınlanma, kapitalizm ve özgürleşme ile birlikte okuyan bir akım da var, ama elbette zamanına göre.

Adnan Oktar’ın imal ettiği daireyi işte bu bellekteki huri ile courtisane üzerinden okuyabiliriz gibi geliyor. Oktar’ın stüdyoya çevirdiği yatak odasından hemen her gece memleket erkeğinin gözlerine zerk ettiği canlı orji, aslında yaygın erkekliğin cennet hayaliydi. Bir ev yap, içini kadınlarla doldur, hepsi senin etrafında yarı çıplak dönüp aşka davet etsin, her gece birini ya da Allah kuvvet verirse hepsini seç! Yoksa Oktar gözaltına alındıktan sonra memleketin erkek nüfusunun önemli bir kısmı sosyal medyada “beni kayyım atayın”, “ben içeri girdim, hatunlar bende” diye laf yarışına girmezdi. Aynı geyiği yapan kadınlar da oldu. Buna diyecek bir şey yok tabii!

Söz konusu cemaat, zenginlerin işret kulübü olarak kurulmuştu. Başlangıçta sosyeteden filanca güzel cemaate katıldı gibi haberler çıkardı. O zamanlar güzellik de doğaldı. Bunun için mankenler de kullanılırdı. Ancak zamanla sosyete mutaassıplaştı ya da kendi içine döndü. Öyle İbrahim Tatlıses filmleri gibi servis şoförüne kaçan hoppa kızlar dönemi bitti. Yüksek sınıfların hürriyet anlayışı içinde bir yeri olan courtisane'lık alt sınıflara nakledildi. Nitekim cemaatin itirafçılarının belirttiklerine göre son dönemde sadece alt sınıflardan kadınlar bulunabiliyordu. Eğer güzel ve zengin kadınlar “kazanılamıyorsa” o zaman birileri bulunup onlara zenginlik ve güzellik enjekte edilirdi. Zaten hazır bir zenginlik var, güzellik ise estetik cerrahlarının neşter ve şırıngalarının ucunda.

TV ile aslında müşterilere vitrine çıkarılmış “mallar” sunuluyordu. Bu pazarlama tekniği, dinin örttüğünü aşırı vurgulama üzerinden gerçekleşiyordu. Demek bunu erotik bulan bir kitle var. Zaten herkesin bildiği sır, bu vitrine muktedir erkeklerin rağbetiydi. Ama aslında birkaç ezber cümle ile dinî ve millî bilinç verilmiş kadınlar, hormonlarla hurdahaş edilmiş bedenlerinin arkasından imdat diye bağırıyorlardı.

Sonuçta uzun süredir bir sosyal devletten bahsedemiyoruz. Yine de cemaatin hayat, bilinç ve bedenlerine el koyduğu bu insanların bugüne kadar neden insan hakları aktivistlerinin dikkatini çekmediğini anlamak güç. Adnan Oktar, bu kadınları bulup önce kafasındaki seksilik tanımına iyice benzetinceye kadar estetik ameliyatla kesip biçiyordu. Hormonlu birer bitkiye çevrilen bu zavallılar “meslekî” bir eğitimden sonra sergilenip kullanılıyordu. Son dönemde gerçekleşen operasyonla bu kadınlar kurtarılmış oldu. Böylece herkesin gözü önünde beden ve bilinçlerine saldırılan insanlar o hapishaneden çıkmış oldular. Ama belli ki burada başka türlü bir “sermaye” de toplanmıştı.

Binlerce şantaj kasetinden söz ediliyor. Yine de iktidarı sıkıntıya sokacak bir ifşaat bekleyemeyiz. Zira bu kayıtların önemli bir kısmının siyasetçilere, bunların da önemli bir kısmının cennetteki hurileri bekleyecek kadar sabırlı olamayan kişilere ait olduğu açık. Belli ki cemaat, bu tür kayıtlarla siyaset ve ticarete yön veren bir odaktı. İşte o odağa el kondu ve odaktaki “imkân” ele geçirildi. Elbette ayıklanarak kullanılacak ve siyaset ve ticaret bu “sermaye” ile dizayn edilecek.

NOT: Geçen haftaki yazımda maddî bir hata varmış. Cumhuriyet’in kurucu ideologları üstünde belli bir etkiye sahip Abdullah Cevdet’in rejim tarafından nasıl enterne edildiğini anlatmak isterken kullandığım “Macaristan’dan damızlık erkek getirip Türk soyunu güzelleştirelim” sözü onun değilmiş, zamanın havuz medyasının uydurmasıymış. Bu cümleyi ikincil kaynaklarda görmüştüm. İkincil kaynak okumanın zararı işte. Uyarıyı yapan Malmîsanij ve Gafur Buğra’ya çok teşekkür ederim. Ailesi ve okurlardan, Abdullah Cevdet’in bir dörtlüğü ile özür diliyorum. “Hürriyet içinde büyü ve yüksel / Durma sarp olsa da çıktığın yokuş / Deme ben âlemi dolaştım gördüm / Ey kafes içinde gezdirilen kuş.” (Kaynak: Vasfi Servet Kiper, haz. 1972, “Arapgirli Şairler Antolojisi, Ankara: Yayınevi yok; “Arapgir’in Sesi” gazetesi özel eki.)

Tüm yazılarını göster