Bu yazı, itaatsizliğin (sivil) ne olduğunu düşünürken şekillendi. Gerçi o şekilleniyormuş da haberim yokmuş demek daha doğru olabilir ama bunu şimdi geçelim. Bilen bilir sivil itaatsizlik siyasal düşüncenin önemli meselelerinden biridir. Ancak sanırım kavramı layıkıyla tartışabilmek, bir başka soruyu sormayı, sorunun olası yanıtlarını enine boyuna düşünmeyi gerektiriyor. Eleştiri nedir?
Bu soruyu felsefe tarihi içinde özellikle dinsel kurumların inancın hakikati ile, bilgininse hakikatin kesinliği meselesiyle sınandığı kalkış noktalarından yanıtlamak mümkün. Politik boyutuyla ise Michel Foucault’nun tanımıyla “belli bir tarzda yönetilmeye karşı çıkmak” (i) olarak eleştirinin iktidarın sınırını gösterdiği söylenebilir. Her üç durumda da eleştirinin işlevi, sınırlara işaret etmek, o sınıra yerleşerek belli bir kurumu, otoriteyi, kesinlik iddiasını kendi hakikatiyle sınamaktır diyebilirim.
Önce belli bir biçimde yönetilmeyi reddetmek biçiminde tanımlayacaksak eleştirinin içerdiği direnişin karşılığını tanımlamamız gerekir. Bu direniş, aslında yönetenin yasalarına karşıdır; yasaların adil olmaması karşı çıkışın kaynağını oluşturur. Henüz itaatsizlik denebilecek bir eyleme dönüşmeden eleştiri, adil yasa talebiyle iktidara yönelir. Tarihsel olarak bu tarz bir eleştiri, doğal haklar söylemiyle beslenmiştir, iktidarın yönetme hakkının sınırlarını evrensel insan haklarıyla çizer. Eleştirinin kendi tarihi içinde bir düğüm noktası olan bu evrensel haklar, bugün de iktidara yönelik eleştiri faaliyetimiz için belirleyici olmayı sürdürüyor. Üstelik iktidarın her türden yapılanışı için evrensel ve geri dönülmez haklar silsilesinin varlığının bir sınır olarak tanınması, bugün de belki her zamankinden daha yakıcı bir mesele. Dünyanın her yerinde yönetme sanatını ifa etmek üzere ortaya çıkan hükümetler, iktidarın hakikat üretme fonksiyonunu her gün büyük bir marifetle kullanırken otoritelerinin kesinliğini inşa etmeye çalışıyorlar. İşte bu noktada eleştiri, yönetme hakkının sınırını göstererek otoritenin kesinlik iddiasını çürütmenin en önemli aracına dönüşüyor.
Otoritenin doğruluğunu iddia ederek dayattığı her şeyi olduğu gibi kabul etmeye direnmektir eleştiri. Bizi yönetenlerin, kendini belli bir konuda bilginin sahibi ilan edenin, doğru olanın ne olduğu üzerinde, hakikat üzerinde sanki bir tekelleri vardır. İletişim araçları, bu tekeli yaygınlaştırır. Bir şeyin, örneğin, televizyonda yetkili bir ağızdan söylenmesi onun doğru olduğunu kabul etmemiz için yeterlidir. Yönetenlerimiz, yalan söylemezler. Öğretmenlerimiz her şeyi bilmektedir, söyledikleri tartışılmaz. Bilim adına söylenenler... Yazılmış onca kitap... Hele de kutsal kitaplar... İçlerinde yazanları haşa tartışamayız. Sorgulanmaya açık olmayan, kendinden menkul bir kesinlik atfettiğimiz pek çok şey, bizi istedikleri gibi yönetmelerine izin verdiklerimizden gelir. Eleştiri ise bu kendinden menkul hakikati üreten iktidara direnmektir. Doğru olduğu iddia edilen her şeyi, bunların bizi böyle yönetmesine izin vermemek üzere sorgulamaktır eleştiri.
Direnmek, eleştiri ile başlar. Eleştiri, zalime sınırını hatırlatmaktır. İktidarın zulmüne karşıdır eleştirinin sözü: Ben, böyle yönetilmek istemiyorum!
(i) Michel Foucault (1997), The Politics of Truth, Semiotext(e), s. 29-31.