Ben çok erkek dövdüm: Müzeyyen Senar
"Gazinoyu ben idare ederdim. Benim mafyam yoktu. Kabadayı bendim. Ben döverdim adamları. Küslerse barıştırırdım. Olay çıkaramazlardı benim olduğum yerde."
Annesiyle bir akşam düğüne giderler. Sürekli şarkılar söyler, oynar. Herkesin dikkati üzerindedir. Ertesi sabah uyandığında dili bağlanmıştır. Konuşamaz. Nedeni konusunda kafası nettir: "Nazar"
Doktorlara, hocalara giderler, minareye çakıl taşı koyarlar nafile. Bir tek şarkı söylerken kekelemediğini fark eder. 15 yaşına kadar sürecek bu kekemelik hayatının yolunu çizecektir:
"Müthiş üzüntülüydüm. Konuşamamak beni kahrediyordu. Ancak sanki Tanrı bana başka bir şey vermek için kekeme olmamı istemişti. Konuşamayınca şarkı söylemeye mecbur kalıyordum. Artık anlatmak istediklerimi şarkı söyleyerek ifade etmeye başlamıştım. Sürekli şarkı söyleyen bir insan haline gelmiştim. Kekeme olmasaydım, belki bugünkü Müzeyyen Senar olamazdım."
Annesi Bursa’nın Keles ilçesine bağlı Pınarbaşı köyünde ipek böceği yetiştiriciliğiyle uğraşan, sesi dillere destan Zehra Hanım'dır. Mevlitlere gider, Kuran okur. Düğünlerde tef çalar, şarkılar söyler. Hamam eğlencelerinde gazeller okur. Cenazelerde yürekleri soğutan ağıtlar yakar. Annesinden almıştır sesini.
YUNAN İŞGALİYLE GELEN SERVET
Babası Bursa Çekirge'de kıraathane işleten 'Cerrah' Mehmet beydir. Diş çeker, iğne yapar, şifalı otlardan şuruplar, merhemler hazırlar, çocukları sünnet eder.
Yunan işgaliyle bahtı açılır Mehmet beyin: "Babam kahveciydi. Doktor çantası da vardı. İlk dişimi o çekti. Aynı zamanda bir tür cerrahtı. Yunanlara bakardı. Onların cinsel hastalıklarını iyi ederdi. Teneke ile altınları vardı. Karıları bitirdi. Sonra sefil oldu."
Hayalini kuramayacağı paralar kazanır Mehmet bey ama bu paralar yoldan çıkarır onu. İşi hovardalığa vurur. Serkeş olur, ayyaş olur.
Mehmet Bey'le Zehra Hanım, 1909 yılında evlenmiştir. Bir yıl sonra doğan kızları İsmet ile 1915'te doğan oğulları Hilmi'yi bakamadıkları için Zehra hanımın İstanbul'da yaşayan kardeşi Hadiye'ye evlatlık verirler.
'HİKMET' YERİNE 'MÜZEYYEN'
Zehra hanım 16 Temmuz 1918 günü ipek böceği yetiştirdiği evinin oturma odasında bir kız çocuğu daha dünyaya getirir. Adını 'Hikmet' koyarlar. Ancak nüfus kağıdı çıkarmak için şehre giden enişte Ziya Bey bu ismi beğenmemiştir. Adını 'Müzeyyen' olarak yazdırır: Müzeyyen Dombayoğlu.
Yunan işgali bittikten sonra Cerrah Mehmet bey için sefalet günleri başlar.
Zehra hanım, dayanamaz olmuştur duruma. Kızını babaannesine bırakıp İstanbul'a, kardeşinin yanına kaçar. Mehmet beyin kimseye faydası yoktur. Tütün dizerek geçimini sağlamaya çalışan babannesine yardım eder. Kekeme olduğu için okula da gidememektedir. İki sene katlanır bu hayata.
O da İstanbul'a kaçmaya karar verir. 12 yaşındadır. Bir gece, yine sızarak uyuyakalmış babasının cebinden gizlice 2 lira alır. Sirkeci'de vapurdan indiğinde ne yapacağını bilmez haldedir. Yaşlı bir kadına "Üsküdar nerede?" diye sorar. İstanbul küçüktür o zamanlar, yaşlı kadın alır Üsküdar'a götürür. Annesini bulması zor olmaz.
MEKTEB-İ FAKİRE'DE MÜSAMERE
19. Mekteb-i Fakir'e yazdırırlar. Hâlâ kekemedir. Müzik hocası yeteneğini hemen fark eder. Yıl sonu müsameresinde şarkı söyleyecektir. Annesi, teyzesi ve eniştesi Ziya beyle birlikte gider izlemeye. Yanlarında Ziya beyin bir arkadaşı da vardır. Dinleyenler hayran kalır. Ziya beyin arkadaşının önerisiyle Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne götürürler. Sesini dinledikten sonra hemen kaydını yaparlar. Sene 1931'dir.
1931 yılında 13 yaşındayken, Üsküdar Musiki Cemiyeti'ne kaydını yaparlar. Hocaları Anadolu Musiki Cemiyeti'nden kemençe üstadı Kemal Niyazi Seyhun Bey ve udî Hayriye Hanım'dır. Duyduğu her şarkıyı mükemmel bir şekilde icra ettiği için hemen dikkatleri çeker. Bir yandan Şark Musiki Cemiyeti'ne de devam eder. Orada da Hayriye Örs ve Kemal Niyazi Seyhun’dan dersler alır.
'BENDE NE BULDULARSA, HEPSİ GELİRDİ'
Dönemin bütün üstadlarının sevgilisi olur kısa sürede: "32 senesinde Şark Musıki Cemiyeti’ne gittiğim zaman, Hayriye Hanım beni eve aldı, bütün bestekârlar eve gelmeye başladı. Bende ne varsa, ne buldularsa. Kadıköy’de Bahariye Caddesi’nde... Selahattin Pınar gelirdi, Osman Nihat, Mustafa Nafiz, Lemi Atlı gelirdi. Ama sadece bana gelirlerdi."
Kısa süre sonra İstanbul Radyosu'nda şarkı söylemeye başlar. Kemal Niyazi beyle her perşembe yaptığı programlarla üne kavuşur.
Gazinocuların da dikkatini çeker bu arada: "Çok aptallık yaptım. 1933’te sahneye çıktım, daha doğrusu çıkartıldım, 10 lira yevmiye ile. Yemdim ben ailem için. Bu işi hiç istemedim. Ama hayır da diyemedim. Bugün sorarsan, 'Hiç mi pişmanlığın yok?' diye, 'Var' derim Müzeyyen Senar olmak yerine, bir kocayla bir ömür geçirmek isterdim."
MÜNİR NURETTİN'LE SAHNEDE
Sahneye çıkabilmesi için 15 olan yaşını büyütüp 18 yaparlar. Boyu kısadır. Mikrofona yetişemez. Ayakların altına kutular koyarlar. Kısa süre sonra Taksim Av Salonu'nda üstat Münir Nurettin olacaktır sahne arkadaşı. Yevmiyesi de 30 liraya çıkar.
Kazandığı paralara eniştesi el koymaktadır. Annesi isyan eder bir gün. 1935 yılında ayrı eve taşınırlar. Eniştesi ile teyzesi nankörlükle suçlar onları. Bir daha görüşmezler.
Sonra konserler ve turneler dönemi başlar. 17 yaşında gittiği Eskişehir'de hayranlarından Ali Senar'la tanışır ve evlenirler. Ali Senar, Porsuk Oteli'nin müdürüdür. Bir şarkıcıyla evlenmesine ailesi karşı çıkınca işini bırakır İstanbul'a gider. Bu evlilikten çocukları 'Ergun' doğacaktır.
Ali Senar, İstanbul'a geldiğinde işsizdir. Müzeyyen Senar'ın hemşerisi Celal Bayar sayesinde İş Bankası'nda bir işe girer.
'ATATÜRK SAÇLARIMI KESTİRDİ'
Ünü Mustafa Kemal'e kadar ulaşır. 1936 yılının Aralık ayıdır. Atatürk Dolmabahçe Sarayı'na çağırır. Eşini de yanına alır gider. Gittiğinde masa hazırdır ama Atatürk saçlarını beğenmez. Yaverini çağırıp, kulağına bir şeyler fısıldar.
"Lütfen beni takip edin" der yaver. Eşiyle birlikte banyoya götürür. Telaşlanır korkar, ama yaver yatıştırır: "Endişelenmeyin sadece sizin saçınızı, eşinizin bıyığını keseceğiz."
Saçı bir daha uzamayacaktır: "O gün bugündür hep saçlarım kısadır. Atatürk beğenmedi beni, köylü bir kızı modern bir kız yapmak istedi. Daha sonra hep süslü gittim. Korkudan."
Gazi'nin hâlâ beyaz leblebisi önünde rakı içebildiği günlerdir. Sabahın ilk ışıklarına kadar şarkı söyler. Sıra Rumeli havalarına gelince Atatürk de ona eşlik etmeye başlar.
EVE DÖNÜNCE KOCA DAYAĞI
1938 yılına kadar üç kez daha Atatürk'ün sofrasına gidecek, şarkılar söyleyecek, hatta onunla dans edecektir. Ama Ali Senar hiç memnun değildir bundan. Atatürk'ün yanından döndüğü gecelerde dayak atar:
"Eve döndüğümüzde üzerime yürüdü, beni dövmeye kalktı. Araya annem girdi, annemi de itince sinirimden elime geçen her şeyi ona fırlattım. Vazoyla kafasına vuracağım sırada kaçıp yatak odasına saklandı."
Bu dayaklar yüzünden terk eder onu. "Eşiniz sizi Atatürk'ten kıskandığı için mi dövüyordu" sorusunu şöyle yanıtlayacaktır:
"Kıskançlıktan değil canım. Nesini kıskanacak. Atatürk almıyordu içeri onu. Kapının önünde bekliyordu. Çıkınca dayak yiyordum. Gencecik bir kızdım. Bir gün dövdüm onu, ondan sonra boşandık."
1938 yılında Ankara Radyosu'nda şarkılar söylemeye başlar. Programlarını yapan Mesut Cemil Bey'dir. Bu geçen haftaki, 'Köylüyü şehirliye sevdiren adam' yazımızda bahsi geçen Mesut Cemil Bey'dir. 'Bas Bariton Ruhi Su Türküler Söylüyor' programını hazırlayan, sonra da yukarıdan gelen baskılar nedeniyle 'komünizm propagandası yapıyor' diye Ruhi Su'nun programlarına son veren Mesut Cemil Bey...
Ankara Radyosu'ndaki programları 1941 yılına kadar sürer.
İKİNCİ KEZ NİKAH MASASINDA
Oğlunu da yanına alarak, annesiyle birlikte Ankara'ya taşınır. Ercüment Işıl'la da Ankara'da taşınır. 1943 yılında 24 yaşındayken ikinci kez nikah masasına oturur:
“Ercüment Galatasaray’da top oynardı. İki sene Ankara’da dolaştık, sonra İstanbul’a yollamaya kalktı beni. Ailesi istememiş güya. Nişanlı olduğumuzu ailesinden saklamış. Ailenin bir şarkıcı parçasını gelin olarak kabul edemeyeceğini söylemişler. Ben de kıymak istedim canıma. Üçüncü katın penceresinden attım kendimi aşağıya. Kömürlüğe düştüm. Ne yapayım kurtulmak istedim, hayattan da, o adamdan da, ailesinden de.”
Bu intihar girişiminden ömür boyu taşıyacağı bir sırt ağrısı kalır geriye. Evlenirler ama Ercüment Işıl da ailesiyle ilişkisini kesmek zorunda kalır.
14 Temmuz 1945 günü, annesinin ikinci ölüm yıldönümünde oğlu Ömer, dünyaya gelir. Kayınpederini oğlu Ömer doğduğunda görür ilk kez. 1 Şubat 1947'de ikinci çocukları Feraye doğar
Ama aradığı erkeği yine bulamamıştır: "Onunla 9 sene geçirdim. Sonunda bir laftan ayrıldık. Çocuğun mektep parası yüzünden. Onu da kapıya koyuverdim. Hep ben baktım. Bana bakan olmadı. Çorap bile alan olmadı."
Şarkıcılığı hiç sevmese de gazinolarda çalışmaya devam eder.
Kafasına göre deli dolu günler yaşar. 1947 yılında kadınlar için hiç de alışıldık olmayan bir şey yapar, ehliyet alır: "İstanbul’da iki kişide Playmouth araba vardı, bir bende, bir Tatari’lerde, Beyoğlu’nda topu topu 100 araba vardı. O yıllar öyle yıllardı ne trafik, ne de başka bir şey. Ve ben direksiyon sallıyordum. Çok alışılagelmiş bir şey değildi."
NEYZEN TEVFİK VE İBRAHİM ÇALLI
Üstat Neyzen Tevfik ile ressam İbrahim Çallı evinin müdavimidir o dönemde. Sektirmeden her akşam saat 05.00'te gelirler:
“Onlardan hoşlanmıştım. Başka bir âlemi temsil ediyorlardı. Neyzen hiç beklenmedik zamanlarda bir köşeye oturur, neyini çıkarır, çalardı. İçki ikram ederdim. Bir gün Çallı, getirdiğim içki bardağını beğenmedi. ‘Bana lame bir pabucunun tekini getir’ dedi. Getirdim. Rakıyı ayakkabının topuk kısmına koydu, içmeye başladı. Onun dünya umurunda değildi. Neyzen ne zaman neyini çıkarıp çalmaya başlasa ben de bir türkü söylüyordum.”
Çallı, tuvalle kapısını çalar bir gün. Portresini yapacaktır. Günlerce poz verir. Ama Çallı yaptığı işten memnun kalmaz bir türlü. Bir gün tuvali parçalar ve gider. Bir daha da gelmez.
BU SEFER GERÇEK AŞK
1950 yılında hayatının gerçek aşkını bulacaktır. Suudi Arabistan Sefiri Tevfik Hamza Bey... Öncekilere benzemez aklını başından almıştır. Kimselere duyurmadan Beyrut'a giderek imam nikahı kıyarlar. Ancak, bir süre sonra bu evliliğe ilişkin haberler dolaşmaya başlar gazetelerde. 1953 yılında resmi nikah yapar ve evliliklerini duyururlar.
Artık sefir karısıdır. Sahneleri bırakır. Tevfik Hamza Bey'le birlikte davetlerde boy göstermekten gururludur ama monşer eşleri küçümserler bu şarkıcıyı. Hatta bir davette aleyhinde konuşulanları duyunca, salonu terk etmek ister.
Hayatının en güzel günlerini yaşamaktadır. Ömür boyu yaşayacağı adamı bulduğunu düşünürken Tevfik Hamza Bey'in Türkiye'deki görev süresi biter.
'HÜKÜMET AYIRDI BİZİ'
Bir yerde "Hükümet ayırdı bizi" diye anlatacaktır. Suudi Arabistan hükümeti, sefirin bir şarkıcıyla evlenmesini tasvip etmemiştir. Başka bir yerde ise "Basın ayırdı bizi" der:
"Ankara’da Suudi Arabistan sefirine aşık olmuştum. Nasıl da güzel bir adamdı, bembeyaz. Sahnelerden çekildim. Sen misin sahneden çekilen. Hem de elin Arabı için! Kıyamet koptu. Kapıları mı vurmadılar, taşlar mı atmadılar, çirkin karikatürler mi çizmediler, akıl almaz haberler mi yapmadılar. Adamı resmen apar topar yolladılar."
Bir sabah uyandığında yanında sefir bey yoktur. Bir yıl süren kısa evliliklerinin ardından kısa bir veda mektubu bırakıp gitmiştir: "Beni affet, sana veda edemezdim. seni hep seveceğim."
'YANARIM YANARIM BUNA YANARIM'
Yıllar sonra bile şöyle anlatacaktır o günleri: "Ayrılırken hâlâ aşıktık birbirimize. Ama ben çocukları bırakıp gidemedim. Keşke bıraksaydım. Hayatımda ilk defa omuzlarımdan bütün yükü alacak bir erkeğin de sevebileceğine inandım. Gerçekten bir adama aşık oldum. O benim onu sevdiğimden daha fazla sevdi beni. Mutluluktan uçtuğum bir evlilik yaptım onunla. Keşke peşinden gitseydim. Yanarım yanarım buna yanarım."
Ayrıldıktan sonra da mektuplaşmaya devam ederler. Tam 25 yıl sonra Beyrut Havaalanı'nda karşılaşırlar: "Uçaktan inip bekleme salonuna geldiğimde onu gördüm. Gözyaşlarıyla birbirimize sarıldık. O mükemmel bir kocaydı. Onu daima sevdim ve her zaman sevmeye devam edeceğim."
Çaresiz yine sahnelere döner. Hayranlarından biri de Vehbi Koç'tur. Bir gün kendisini arayan Vehbi Koç, "Gazinoya sizi dinlemeye gelmem imkânsız, taş plaklarda dinlemek de yetersiz kalıyor" deyince haftada bir akşam Pandelli Lokantası'nda sadece onun için şarkılar söyler.
Son aşkı ise dönemin İstanbul Valisi Ethem Yetkiner'dir. Ancak bir süre sonra 1960 darbesi olur. Tutuklananlar arasında Yetkiner de vardır. İzini kaybetmiştir ama sevdiğinin peşini bırakmaz. Sonunda Balmumcu'daki kışlada tutulduğunu öğrenir. Yatak, yastık, kıyafet götürür.
'O BEKAR BEN BEKAR GERİSİNDEN SİZE NE?'
Ünlü bir sanatçının tutuklu vali için kapıları aşındırması askerlerin hoşuna gitmez. Sorguya çağırır, "Valinin gizli parası var mı?" "Amerika'da sana hediye edilen Mercury arabayı vali mi aldı?" diye sorarlar.
Yine bir gün sorguya çağırdıklarında Ethem Yetkiner'in hediye ettiği yüzük ve küpeleri takar gider askerlerin huzuruna. Sorgu başlamadan lafı alır:
"Şimdi siz bi durun bakalım. Yaz bakalım aslanım. Ethem Bey, son derece namuslu ve efendi bir insandır. İki senelik ilişkimiz sırasında imkânı son derece kıt olduğu için ancak kulağımda gördüğünüz küpeleri ve parmağımdaki bu yüzüğü hediye edebildi. Belki aramızdaki ilişkiyi merak ediyorsunuzdur. O bekâr, ben bekâr. Gerisinden size ne?"
Yassıada yargılamalarından sonra Ethem Yetkiner, Kayseri'ye gönderilir. Sürekli mektuplar gönderir ama yanıt alamaz. Mektuplardan Kasımpaşa'daki albayın sorumlu olduğunu öğrenir:
- Ethem beye yazdığım mektuplar gitmiyor. Onun için geldim.
- Gitmiyor tabii kadın. Ben göndermiyorum.
- Niye?
- Çünkü seni seviyorum.
- Ama ben sizi sevmiyorum.
- Seversin, seversin.
'Ayı Vahit' diye anılan albay peşini bırakmaz. Her akşam çalıştığı gazinoya, evine gider.
AŞK DEFTERİ KAPANIR
Çareyi Anadolu turnesine çıkmakta bulur. 42 yaşındadır. Aşk defterini bir daha açmamak üzere kapatır:
"İlişkilerim Ethem Yetkiner, hariç, hep yanlışlıklar zinciri idi. Bazılarını önlemek belki elimde değildi. Hatta belki iradem dışında idi. Ama artık kesin kararlıydım. Hiçbir tuzağa düşmeyecek, hayatıma kimseyi sokmayacaktım. Gerçekten de son 30 yılı aşkın süre içinde kararımı kesinlikle uyguladım ve o defteri kapattım."
Bir daha hiçbir erkekle anılmayacaktır adı.
80 yıl boyunca 5 binden fazla plak yaptı. Repertuvarında 10 binden fazla şarkı olduğu söylenir. Adı bir çok yerde Safiye Ayla ve Hamiyet Yüceses'le anılsa da pek çoklarına göre onları aşan bir müzik insanıdır o. Onun müziği salonlara sıkışıp kalmamıştır. Türküler, gazeller, mayalarla kuşaklar boyu milyonlarca kişinin yüreğine dokundu. Kimseye benzemez tarzını, “Ben şarkı söylemiyorum, güfteyi anlatıyorum” diye özetliyordu.
Dönem dönem ara verse de bir asra yaklaşan, ömrünün son yıllarına kadar şarkılar, türküler söyledi, sahneye çıktı.
'BİR KOCAYLA HAYATIM GEÇSİN İSTERDİM'
8 Şubat 2015 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Milyonların sevgilisi oldu ama yaşamak istediği hayat bu değildi:
"Evimde oturmanın özlemini çektim hep. Bir de tek bir evlilik yapmanın özlemini çekiyorum. Bir kocayla hayatım geçsin isterdim. Yaşlılığımı onunla geçirmek isterdim... Şöhret, para, pul, han, hamam, apartman geçici. Keşke bir adam olsaydı hayatımda da, onunla birlikte yaşlanabilseydim.."
"Her şeyi bir kenara koyar mıydınız aynı adamla bir ömür geçirebilmek için?" sorusuna hiç tereddütsüz,"Koymaz mı insan, koyar tabii" yanıtını veriyordu.
Sadece müziğiyle, yorumuyla değil her yönüyle sıra dışı bir kadındı. En nefret ettiği şeyin yalan ve iki yüzlülük olduğunu söylüyor kızı Feraye.
'BİR YERDE DOSTLUK VARSA RAKI DA VARDIR'
Hep dobra dobraydı. Deli doluydu, sahnede rakı içip bardağı fırlatacak kadar.
Rakı mı:
"Bir yerde dostluk varsa, orada rakı da vardır. Bir özü var insanın. Sağlamsa, yırttın. Çünkü öz değişmez. Ben buyum. Yüreğim bu. Hiç şaşırmadım kendimi. Allah şaşırtmasın. Kapıcıyla da rakı içerim, boyacıyla da, berduşla da. Anlayacağın, ben Müzeyyen Senar’lığı beceremedim.
Kavga mı:
"Ben çok erkek dövdüm. Gazinoyu ben idare ederdim, sahneden müşterinin ne istediğini anlar, ona göre davranırdım, hır çıkmasın diye. Bu yüzden patronlar çok severdi beni. Benim mafyam yoktu. Kabadayı bendim. Ben döverdim adamları. Kavga olduğunda sahnede bile olsam atar mikrofonu, ilk ben atlardım ortaya. Ben ayırırdım onları. Küslerse barıştırırdım. Benden korkarlardı. Öyle kolay kolay olay çıkaramazlardı benim olduğum yerde.
Güzellik mi:
"Makyaj filan yapmam. Ne allık, ne fondöten, ne de pudra. Gözlerim de lens değil. Burnumu yaptırmak istedim 1960 senesinde. Doktorlar beni kovdu. Neymiş? Ben Müzeyyen Senar’mışım, böyle kalmalıymış. 'İyi peki, ne haliniz varsa görün!' dedim."
Eğitim mi:
"Biz ilkokulu 1931’de Üsküdar Cemiyeti’nde yaptık, ortaokulu da Kadıköy Şark Musıki Cemiyeti’nde. 1938’de Ankara Radyosu açıldı. Ankara’ya gittik, üniversiteye başladık. Orada 40’ta bitirdim üniversiteyi. Sonra İstanbul’a geldim, halkla beraber master yaptım."
Aşk mı:
"Hiç bir evliliğimde gelinlik giymek nasip olmadı bana. Öyle kimselere vurulmadım. Hep adamlar aşık oldu bana. Aşık da değil musallat oldular daha çok. Ben bir kez âşık oldum aslında; o da Suudi Arabistan sefiri Tevfik Hamza idi."
Ölüm mü:
"Annemin sesi çok güzeldi, çok güzel şarkı söylerdi. Çok gençtim onu kaybettiğimde. Mezarımız aynı mezardır. Onun yanına gideceğim inşallah. Nasıl olsa öleceğiz. Tanrı ne zaman alır bilmiyorum canımı. İstiyorum ki bir an evvel alsın. Ben konuşuyorum O’nunla, arkadaşız... Elden ayaktan düşmek kötü, öyle olacaksa hemen alsın canımı."
Hayat mı:
"Bana nasip olanlar, kimseye olmamıştır. Ben on bin kadının yaşamını kendi yaşamıma sığdırmış bir kadınım. Her şeyi tattım ben. Fakirliği de zenginliği de. Hep aynı kaldım, hiç değişmedim. Dolu dolu yaşadım, ve de sağlıklı. Dahası bazen hiçbir şey içmeden, sadece kendi sesimden sarhoş olacak kadar mutlu. Hayatta her şeyim oldu; mücevher, kürk, ev, han, hamam... Hepsi gitti. Umurum değil..."
Kaynakça:
-Cumhureyetin Divası, Radi Dikici, Everest Yayınları, 2011
-Ben kimselere vurulmadım, adamlar bana aşık oldu
-Ebedi teselligahımız Müzeyyen'dir-Keşke Müzeyyen Senar olmasaydım-Müzeyyen Senar'ı anmak için...-Cumhuriyetin divası Müzeyyen Senar-Müzeyyen Senar 10 bin kadının hayatını yaşadı