'Beni yaktın kendini de yaktın Sülü'
Ağar’ın, Soylu’nun düştükleri pozisyon, diğerlerinin “sıra bana ne zaman gelecek” titremeleri, yani epeyce bir muktedirin kimyalarının bozulması elbette keyif verici…
Yavuz Halat
12 bölüm olacağı söylenen sezonun yarısını tamamladık. Belki sezonun bitmesini beklemek daha hayırlı olabilirdi, net sonuçlar çıkarmak için. Ancak gidişattan ne olacağı tartışmalı olsa da ne olmayacağı kesin. Bu konuda şimdiden çok yazıldı, çok daha fazlası da yazılacak, o yüzden yazının sonuna kadar okumak istemeyenler için, ‘kesin olan sonucu’ başta söylemek gerek; Sedat Peker’in gerek kendisinden gerekse de ‘ifşaatları’ndan hareketle bir temiz toplum hareketinin başlayacağını ya da devlet görevlilerinin geçmişte işlediği suçların cezalandırılarak yeni bir hukuksal düzene geçeceğini ya da daha düşük hedefli olarak ‘devletin bağırsaklarını temizleyeceğini’ varsayan/bekleyen varsa çok büyük bir yanılgı içinde.
6 bölümden anlaşıldığı üzere Sedat Peker’in ne devletin işleyişinde herhangi bir değişiklik yapılmasına ilişkin bir amacı ne de mafyatik ilişkilerden temizlenmiş bir toplum hayali var. Dolayısıyla ona zaten böyle bir misyon yüklenemeyeceği gibi ifşaatları incelendiğinde de bu amaçlara giden bir yol çizilemez.
Neden mi?
“Anlatacam, daha neler anlatacam, konuşacam, daha neler neler var” benzeri yüksek perdeli tehditler her bölümde mevcut. Ancak anlatılan vukuatlar ve bu vukuatların başrol oyuncuları çok sınırlı. Ana vukuatlar; 4 ton 900 kilo uyuşturucunun Kolombiya'dan İzmir’e yola çıkmışken yakalanması, Bodrum Marina’ya çökülmesi ve Elazığ’da bir iletişim öğrencisi olan Yeldana Kaharman’ın cinsel saldırıya uğrayıp, öldürülmesi (1). Başrol oyuncuları; Mehmet Ağar, Süleyman Soylu ve genel olarak Pelikancılar.(2) 6. bölümde bunlara Hürriyet Gazetesi’nin basılması dolayısıyla Demirören’e (pambık) Doğan Medya’ya el konmasının sağlanması eklendi.
“Aklımı tatile çıkardım ama zekâm burada” demekle, herhalde “plan/projem yok ama kiminle ve hangi araçlarla uğraşacağımın farkındayım” demeye çalışan Peker’in aslında biraz zekâ biraz akılla hassas bir seçiciliği de mevcut. Herkesi odaklandırmak istediği noktaları da bayağı belirgin seçmiş. Aslında Peker’in ‘seçtiklerinden’ daha çok seçmedikleri, asıl tercihini gösteriyor. Sonuçta bir ‘işi’ 40 yıla yakın bir zaman yapıyorsanız ve bu ‘işiniz insanlarla’ ise zaten heybenizde epey şey vardır. Tercih edilmesi gereken kullanılıp kullanılmayacağıdır ya da hangilerinin kullanılacağı. Bunları ya kendinize olan saygınızla (etik anlayışınızla) ya da maddi/manevi amaçlarınız ile elersiniz. 40 yıl mafyacılık yapan, üstelik bunu TC Devleti görevlileri ile birlikte yapan birinden etik kurallara uyması beklenemez.
Tekrar dönersek, Peker’den de anlattıklarından da kendiliğinden ‘temiz toplum’a ilerlenemez. Anlattıkları içinde; mafyanın kontrgerilla içindeki organik varlığı, toplum içindeki gerici/faşist rolü, yozlaştırdığı ilişkileri bulmak mümkün değil, emeksiz/haksız elde edilen rantları ve sıfatları ise Peker’in, dost ve olası ittifaklarının seçiciliğine bağlı. Üstelik yozlaşmış devletten kaynaklı ve çürümüş toplumsal dokuları değerlendirerek ‘afili’ birkaç iş yapma vurgusuyla mafyayı yüceltmek var. Kadınlara ve çocuklara dokunmamış(mış) ama o kadınların eşlerini, o çocukların babalarını işkenceye yatırmak, öldürmek, mallarına konmak, bunlardan kişisel menfaat sağlamak hem meşru hem de övünülesi icraat. Uyuşturucu satmadım/kullanmadım ama kullananlara kumar oynattım, satanlara göz yumdum, haraç aldım.(3)
Yayınlanan 6 bölümde (yayınlanacak olanlarda da) devleti; işleyişi, kurumları, kuralları ile bir sorgulamaya yöneltecek ne bir talep ne de bir eğilim var. Üstelik tam tersi mevcut. Devleti koruyan, hatta Tayyip Abi’den (4) Meral Abla’ya kadar kollayan bir baskınlık var. Üstelik Peker, kendisine yapılan AHİM’e gitme teklifini de “devletimi şikâyet etmemmm” vurgusuyla reddettiğini söylüyor.
Mehmet Ağar’ın ne şekilde olursa olsun hedef alınması, devletin kendisi yalıtılarak yapılabilir mi? Bundan daha büyük bir absürtlük mümkün mü?
Adam, Çankaya Köşkü’nde doğmuş, babası Emniyet Müdürü çünkü. Başından itibaren torpilli, ayrıcalıklı. 1980 Ocak ayında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele şube müdür muavini, 1981 Mayıs ayında asayiş şube müdürü. 1984-88 arasında terör ve asayişten sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı. 1988'de Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne 1990'da İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne, 1993 Temmuz ayında Emniyet Genel Müdürlüğü'ne atanmış. 1996’ın yarısında Adalet Bakanı, diğer yarısında İçişleri Bakanı. (Kafası dumanlı Kocadağ, o kamyonun altına girmese belki bugün Tayyip Erdoğan’ın yerinde Mehmet Ağar oturuyor olacaktı. Meral Akşener’in Ağar’dan devralıp geldiği yere bakınca.) Yani '80 darbesinden itibaren işkencelerle, cinayetlerle, provokasyonlarla, (başka aklınıza ne geliyorsa) dolu kesintisiz 26 yıllık bir kirli tarih.
Böyle bir şahsiyet devlet torbasının içinden çekilip ayrı değerlendirilebilir mi? Ama Sedat Peker bunu yapmayı başarıyor, en azından deniyor. Ağar’ın bir zamanlar sözünü ettiği 1000 operasyonun 1’inden bile bahsetmiyor Sedat Peker.
13 yaşından beri bu işlerin içinde olduğunu söyleyen Peker, aslında 13 yaşından beri Ağar ile çalışmış, onunla iş tutmuş biridir. Ağar, konuşabilse (!) neler anlatırdı Peker için acaba? (5)
BEN DOKUNULMAZDIM, DOKUNDUNUZ
‘Bir tripod ve bir kamerayla’ sonuçlanan bu sürecin çıkış noktası Sedat Peker’in iddiasına göre “ailesine yapılan saygısız muamele”. Bunu her seferinde ve en yüksek perdeden tekrarlıyor. Baskın karakterde bir eş ile birlikte yaşamak, Peker’in aile yapısına verdiği değeri elbette güçlendirmiş olabilir. Ancak bütün vukuatın nedeninin bu olduğuna inanmak imkânsız. Çünkü bu ‘saygısızlık’ bile bir neden değil, bir sonuç. Üstelik satır aralarında ifade edilen “oyun yeniden kuruluyor”, “kendini yaktın, beni de yaktın Sülü” ifadeleri de kayda geçmeli.
Aslında Sedat Peker’in öfkesinin gerçek nedeni, ‘yeni kurulan, kuruluyor olan oyunda kendisinin dışlanmış olması’dır. Ağar’a icraatı yönettiği için, Süleyman’a (6) tetikçi olduğu için kızmakta.
Ergun Babahan’a, Abdülkadir Selvi’ye, Hadi Özışık’a hatta Demirören’e ‘dalması’ ise hem onlara hem de onlar gibi davranacak olanlara “ayakaltında dolaşmayın” mesajıdır. Ayrıca özellikle gazetecileri (maaşı kadar şerefi olanlar) susturmaya çalışması, çok önem verdiği kişisel karizmasının halk(!) nezdinde itibasızlaştırılmasını engelleme ‘aklı’dır.
'SAVAŞTA ZEKÂ BIRAKILMAZ'
Yani şu an için gerçek iktidar olanla ve gelecekte iktidar olabileceklerle sakın çatışma/didişme. Yani Erdoğan’a laf yok, sanki Ağar’ın ne olduğunu, neler yaptığını bilmiyor Erdoğan! Demirören’e Doğan Medya’yı satın alması için Ziraat Bankası’ndan verilen kredinin miktarı, 675 milyon dolar ve 2 yıl geri ödemesiz, 10 yıl vadeyle. Bu operasyon Tayyip Erdoğan’dan habersiz yapılmış. Aydın Doğan, Peker’in üç-beş çakalından korkmuş, pambıka satıvermiş (bu sadece ‘ikna’ sürecini hızlandırmış olabilir). Hadi bunları bilmiyor, kendi İçişleri Bakanı’nın da ne yaptığını bilmiyor (Karga var mı gülecek). Olası iktidarlar ise hep iyi sıfatlara sahip; Kılıçdaroğlu naif, Akşener abla, Babacan kibar, Davutoğlu hoca. Bahçeli konu dışı. Çakıcı, öyle biri şimdilik yok. Ama akıl tatilde.
Siyasetçiler için prensip “bir gün mutlaka bana da sıra gelir onun için düşük dozda da olsa bekleyeyim” olsa da anlaşılan mafyacılar için “pozisyonundan asla aşağıya düşme, bir daha yükselemezsin” imiş. Üstelik 25 milyon izleyiciye ulaşmış ve hatta aşmakta olan, kendi deyimiyle ‘gerçek megaloman’ biri tribünler için dahi olsa bu pozisyonu bırakmaz. Zaten videoların gittikçe miting konuşmaları haline bürünmesi de bunu gösteriyor. 40 yaş altına ajitasyon çeken; akılcılık diye pragmatizmi, kişisel çıkar için takiyeyi, kamusal eşitlik yerine ayrıcalık/nüfuz sahibi olmayı ve erkekliği kutsayan bir rol model.
Bu arada, “ne sağcıyım ne solcuyum” diyen şahsiyet, nerdeyse her bölümü “Allah’a yemin olsun, Turan’ı kuracağız, inanın bana” diye bitiriyor.
SON SÖZ
Düzen ile devlet ile daha doğrusu haksızlık ile derdi olan her insanın biraz da olsa yağları erimiştir, sanırım bu süreçte. Ağar’ın, Soylu’nun düştükleri pozisyon, diğerlerinin “sıra bana ne zaman gelecek” titremeleri yani epeyce bir muktedirin kimyalarının bozulması (7) elbette keyif verici. Aheste aheste seyretmek ah’ın çıkışını, yiyin birbirinizi tadında çekirdek çitlemek uzun zaman sonra iyi geliyor kuşkusuz.
Bundan bir düzen değişikliği olmayacağını bilmek, hukukta, işleyişte, etikte bir karşılık yaratmayacağının (yılların deneyimiyle) farkında olmak da can yakıcı. Toplum bir kez daha ayıktı ki Mehmet Ağar, İçişleri Bakanlığı’ndan istifa ettiğinde hatta cezaevine girdiğinde bile sürecin dışına itilmemiş. Bu süreç nasıl sonlanırsa sonlansın Sedat Peker de (ölene kadar) bu düzenin bir parçası, üstelik işleyen bir parçası olarak kalacak. Bu sezonda mafya bozuntusu da Süleyman Soylu de yansa, yeni sezonun yeni bölümlerinde bu roller hep olacak, ta ki...
Ancak Sedat Peker’in bir yerlerden apartarak dediği gibi(!) “dava adamı çaresiz kalmaz” yani mutlaka çare üretir. Düzen içi mücadele edenler için bu süreç, aynı zamanda hak/hukuk/adalet davasının kurumsallaşması, garanti altına alınması mücadelesi olmalıdır. Yani yeni Ağarların yeni Pekerlerin çıkmayacağını (daha doğrusu etkisinin olmayacağını) garanti eden bir devlet işleyişi. Bu düzen ile topyekûn derdi olanlar içinse çare üretmek ilk önce (bunlarla da gerçek bir hesaplaşmayı içinde barındıran) bir strateji oluşturmaktan başlıyor.
1- Yeldana Kaharman, Mehmet Ağar’ın oğlu AKP Elazığ Milletvekili Tolga Ağar ile röportaj yapmak için evine gittikten bir gün sonra ölü bulunmuştu. Kadın hareketinin cinsel saldırı ve cinayet iddiasının aydınlatılması çağrısında bulunması ile birlikte hızla olayla ilgili haberlere erişim engeli gelmişti. Kadınlar “Yeldana Kaharman’a ne oldu?” sorusunu sormaya devam ediyor.
2- Semiyoloji uzmanlarının dekoratif objeleri anlamlandırarak farklı vukuatlar ve oyuncular keşfetmesi elbette yenilik yaratacaktır.
3- Saç telinin ne kadar önemli bir kriminal değeri olduğunu da bu arada öğrenmiş olduk. Hayatın herhangi bir döneminde uyuşturucu kullanıldıysa saç teli analizinden çıkıyormuş. Şu devlet personel yasasını değiştirdiler ya saç analizini neden şart koşmadılar acaba? Kaç kamu görevlisi uyuşturucuyla haşır neşir olmuş, öğreniverirdi hem devlet hem biz.
4- “Görüşmek istedim, görüşemedim, mektup yazdım gitmedi, bari böyle anlatayım derdimi”, “sarmışsınız Tayyip abinin etrafını”.
5- Mehmet Ağar’ın geçmişte Uğur Mumcu cinayeti için “bir tuğlayı çekersek duvar yıkılır” demesi, hatırlanabilir.
6- Süleyman Soylu'yu “dönüş biletimizdin sen be, yaktın bizi” diyerek yanlış istihbarat vermekle, ihanetle suçluyor.
7- Yıl 1998. Korkmaz Yiğit’in, Türkbank davasındaki ifadesinden; "Çakıcı aradığında vücudumun kimyası değişiyordu. Kimliksiz et yığını haline geliyordum."