Öğretmeninin çalışkan öğrencisi olmayan, soru soran, müdür görünce, elleri ceket düğmesine gitmeyen, başını önüne eğmeyen çocuğa ne olur?
Öğretmenler odasında, gıyabında uzun uzun konuşulur. Ne kadar problem yarattığı, inanılmaz örneklerle anlatılır. “Cidden sorunlu bu çocuk” kararı verilir. Hemen, annesi babası okula davet edilir. “Çocuğunuz uyumsuz.” denir. Aile bu duruma şaşırır, üzülür. Bir uzmandan “profesyonel yardım almak” gerekir.
Uzmana gidilir. Çocuğu hiç tanımayan uzman, “yapıcı” önerilerde bulunur. Aile, kendi çocuğuyla ilgili ani aydınlanmalar yaşar.
Ertesi gün, anne “İyice sapıtmış bizimki” diyerekten, komşuya dert yanar. Komşu, bakkala gider. “Bakkal bey, bizim üst katın çocuğu iyice sapıtmış. Aferin, senin çocuk çok efendi.” der...
Sonra televizyonda, gündüz kuşağı programlarından birine, bir konuk gelir. İsminin altında, “Uyumsuz çocukları uyumlama uzmanı” gibi havalı bir şey yazıyordur. Sunucu kenarda gözleme yaparken, bu konuk da çocukları “düzgün” hale getirmek için, doğal bir karışım önerir.
Sunucu, yaptığı gözlemeden bir ısırık alarak, konuğa teşekkür eder. “Evet, çözüm bulundu! Her sabah bu doğal karışımdan içirin, çocuğunuzun problemleri bitsin.” der. Çocuğun annesi programı dikkatle izler, karışım tarifini not eder.
Bütün bu süreçte, çocuk nerededir? Evde.
Kimse ona “Bir derdin, söylemek istediğin bir şey var mı?” diye sorar mı? Hayır.
Konu, doğrudan onunla ilgilidir ama ona söz hakkı verilmez. Çünkü o bilmez. Her şeyin doğrusunu, büyükler bilir.
Yavaş yavaş, herkesin çocuğa bakışı değişir. Başkaları, sütten çıkan ak kaşıklardır. O, problem olarak algılanır.
İşte buna, bir tür “şuursuzca yapılan algı yönetimi” diyebiliriz. Bir de yıllardır ince ince uygulanan, bilinçli algı yönetimi vardı. Şimdi, işler biraz karıştı. Her şey birbirine girdi.
Medya, bugüne kadar bilinçli algı yönetimini, nefis bir sinsilikle yapıyordu. Yönetmek istediği algıları, bir o yana, bir bu yana güzelce savuruyordu. Öyle tatlı tatlı, hiç çaktırmadan...
Son zamanlarda, bir kısım medyaya bir şey oldu. Sessiz ve derinden ilerlemekten vazgeçtiler. Omuzlar dikleşti, haber dilleri, köşe yazıları sertleşti. Tarafları daha netleşti. Sanki kendilerine, olağanüstü bir haller geldi.
En çok ilgimi çeken ise, insanların hâlâ izlediği bir kanaldaki tartışma programları. Mesela, uzayda hayat olup olmadığı tartışılıyor. Programda bir uzaylı var mı? Yok.
Aynı şekilde, HDP’li milletvekillerinin tutuklanması tartışılıyor. Programda HDP’den kimse var mı? Yok.
Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyon, yazarların gözaltına alınması tartışılıyor. Programda Cumhuriyet’ten kimse var mı? Yok.
Kapatılan televizyon ve radyo kanalları konuşuluyor. Programda o kadar kanaldan bir tek kişi var mı? Yok.
Çağdaş Hukukçular Derneği’nin de bulunduğu 370 derneğin kapatılması tartışılıyor. Programda ÇHD’den ya da diğer derneklerden kimse var mı? Yok.
İnsanlar programa katılmak istediklerinde, gayet rahat “Sizi yayına alamayız. Koşullar böyle...” diyorlar.
Çağırmak yok, telefonla bağlanmak yok. (Bir FaceTime bile yok.)
Konunun tarafları orada olmadan, çaylarını kahvelerini içe içe, atıp tuta tuta, onları konuşuyorlar. Bildiğimiz, dedikodu yapıyorlar yani. Çünkü artık, koşulları böyle: Taraflar gelmesin, kafaları karıştırmasın. Onların yerine, taraftarlar gelsin.
Sloganı, “tarafsız haber” olan bir kanalın, tartışma programına tarafları çağırmasını beklemek de benim aptallığım. Özür dilerim.