Benim ‘rızam’ yok
Başkanlık modeli tartışmalarının kamuoyunun gündemini işgal ettiği ilk günlerden itibaren, aslında kadın özgürlük konusunun etraflıca konuşulması gerekirdi. Bu gidişle de bu ülkenin gelecekteki en birinci kurumsal meselesi kadın özgürlük sorunu olacaktır.
Hatice Özhan
Türkiye’nin elastik özelliğe sahip gündemi, malum olduğu üzere çok kısa bir sürede çok boyutlu ve hızlı bir şekilde hemen değişebilme özelliğine sahip. Bugün üzerine hararetle tartışılan bir konu, ertesi güne bir bakmışsınız ki başka konu ya da konulara bayrağını teslim etmiş. Kamuoyunun, kursağında dizili bulduğu konuların bu denli bir esneklikle değişiyor olmasında; sığlığın, sorunların konuşulmasında benimsenen yarım ağızlığın ve statüko ile halk arasındaki efendi-köle ilişkisinin ana etmenlerin başında geldiği tecrübelerle sabittir. Gündem konuları üzerinde özel ve kamusal alanlarda yürütülen tartışma biçimi, bireylerin devletin resmi ideolojisiyle şekillenilen her iki lobunun daralan kapasitesi kadarıyladır. Statüko karşısında muhalefet etme meziyetini evveldendir yitiren, şu an ki objektif tehlikenin karşısında yarım bir ağızla ettiği lak lakı muhalefet yürütmek sayan toplumun, dar loblarından gündem konularını ‘sonun başlangıcı’ olarak görmeleri elbette ki zordur. Hal böyle olunca da gündem konuları da kamuoyunda sadece polemik etmek ve dedikodu yapmak şeklinde bir biçimle sınırlı kalıyor.
Geçtiğimiz günlerde ‘sokağa taşınan’ cinsel istismar yasası, ilgili/özgün kurumlar ya da şahıslar dışında kaç kişinin aklında, gündeminde kalabildi merak ediyorum doğrusu? Devletin kız çocuklarının bedenine ve henüz daha ufukta görünmeyen cinselliklerine yönelik, eşyaya haciz getirircesine, geliştirdiği tasarruf toplum tarafından unutuldu da mı bu kadar kısa bir sürede unutuldu? Ya da bu durumda, devletin “kamulaştırma” hakkının bir parçası olarak görüldü ki toplum kahverengiliklerini giyindi kısa sürede?
Gözlerim, aklıselim herkese pes dedirtecek bu kadar şeye şahit kaldıkça şaşakalıyor ve evlatları hakkında konulan tasarrufu onaylayan bu toplumun ablaklığı karşısında da yüzüm geriliyor doğrusu. Bu toplum maalesef ki akvaryumdan, milim şaşmayan bir ablaklıkla Ankara’yı izliyor. Gözlerinin önünde masumiyetleri ile gelecekleri ellerinden alınan çocuklarının vebalini arayacakları yer devletken, toplum balık hafızasıyla durumu unutma kolaycılığına kaçmayı kendine daha yeğ görüyor. Bu yeğin, istismarcılara verilen bir şans olduğunu, âmâ taklidinin heyulasına esir olduklarından görmezler. Devletin kendisi de bu şansı faillere vermedi mi ki zaten?
En yetkili birinci ağızlar, cinsel istismar tasarısı ile ilgili tartışmaların “önünü” kesmek için açıklamalarında toplumsal gerçek vurgusuna sarıldılar. Tasarıya (müşterek suça mı demeli) kılıf uydurmaya uğraşan devlet, bu sorun toplumumuzun bir gerçeği, bunu görmezden gelemeyiz gerekçelerini allayıp pulladılar. “Kol kırılır yen içinde kalır” olsun istiyorlar ki sorun görünmezleşsin. 12 yaşındaki bir çocuğa cinsel istismarda bulunan faili selamete erdiren devlet pratiği, mevcut “gerçek” ile kendi ayıplarının görünmezleşmesini istiyor. Ancak; cinsel istismar suçunda mağdur ile failin evlenmesi halinde fail hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını veya cezanın ertelenmesini sağlamaya imkân veren düzenlemeyi feyz içinde kamuoyunun gündemine koyan, yasallaşması için neredeyse bin dereden su getiren zihniyet, baskı gruplarının tepkisiyle tasarıyı geri çekmek mecburiyetinde kaldılar. Ancak yeni tasarıya göre ise 12 yaşından büyük çocuklara cinsel istismarda bulunanlar cezasızlık için ‘rıza’ kavramına başvurabilecek. İnsan aklıyla alay edercesine, ‘rıza’ kavramı yine bir can simidi olarak cinsel istismar faillerine uzatıldı. Bilinir ki cinsel istismar, tecavüzün bir biçimidir ve esas olarak cinsellikle ilişkili fiziksel bütünlüğün veya vücut dokunulmazlığının ihlal edilmesiyle ilgilidir. Tecavüz, genellikle rızaya dayalı olmayan ve zor kullanılarak yapılan cinsel ilişki anlamına gelmektedir ve bu anlamda tecavüzü suç haline getiren başlıca şey ise 'rıza'nın olup olmaması olarak belirlenir. Rıza kavramı genel olarak problemli bir noktayken, arketiplerini zamanın gerisinde korumaya devam eden Türkiye gibi gelişmeye kapalı toplumlarda daha da sorunlu bir hal alır. Birçok davranış için rıza göstermemenin başlıca yolu “hayır” demekle yeterli görülürken, cinsel ilişki için rıza göstermeme de “hayır” demek yeterli olmamaktadır. “Hayır”ın, “evet” olarak algılandığı böylesi bir toplumda masumiyetin hiçbir hali gözetilmez. Ne karinesi ne de “çocuk hali”…
Devletin siyasal, sosyo-ekonomik tüm alanlarda ciddi bir meşruiyet krizine girdiği bir süreçte, devleti çocukların bedenini “kamulaştırma” politikasına kör olmuşçasına iten gelişme siyasaldır, tasarı ise siyasal bir müdahaledir.
Türkiye, Cumhuriyet yönetiminin eşitsizlikleri hukuksal olarak görece dengede tutabilecek boyutundan totaliter bir boyuta evrildi. Paternalizmi daha da besleyen bir anti-demokratik sürecin içerisinde olan Türkiye’de beden/cinsellik politikalarının bir takım yasalarla pratikleştirilmesi, Başkanlık Rejimi ile ilgili tartışmaların ideadan pratikleşme evresine geçirilmesiyle alakalıdır.
Bir ülkenin siyasal rejimi ile kadın/aile/ cinsiyet politikası arasında her zaman güçlü bir ilgileşim vardır. Beden politikaları tüm devletlerin zaten süre gelen politikaları arasındadır ama demokratik devletlerde bu politikanın işleyişi asla ‘topluma rağmen’ değildir. Cinsiyetler arası farklılıklar ve cinsel kimliklerin kamusal alanın eşit unsuru olarak kendilerine göre bir yer tayini belirlemeleri, eşitlik olgusu çerçevesinde demokrasinin ve hukukun bir gereğidir. Ancak demokrasi dışı, merkeziyetçi ve muhafazakâr yönetimlerde beden politikaları muhataplarına ‘istismar’ getirir. Sünni-İslami bir yönetime doğru evirilen Türkiye’de ‘cinsel istismar’ yasasının büyük bir iştahla hayata geçirilmesi çabası, Türkiye’nin değişen/değişecek yönetim modeli ile ilintilidir. Başkanlık modeli tartışmalarının kamuoyunun gündemini işgal ettiği ilk günlerden itibaren, aslında kadın özgürlük konusunun etraflıca konuşulması gerekirdi. Bu gidişle de bu ülkenin gelecekteki en birinci kurumsal meselesi kadın özgürlük sorunu olacaktır. O kadar ki ortalıkta koftiden de olsa bir ‘rıza’ dahi aranmayacaktır. Zaten halk hesaplaşmıyorsa sorun da kapanır gider!.. Ama benim buna ‘rızam’ yok!