Benjamin'in flanörü AVM'de
Walter Benjamin’in flanörü artık pasajlarda değil, alışveriş merkezlerinde nefes almaktadır. Neo-liberal ilişkilenme, bireye ‘’biricik’’ olması, özel hissetmesi ve farkının tüketimde yattığını anlatmaya başladığı an, özne, kendiliğini ve yaşam tarzını tüketerek yarattığı inancına teslim olur. Kişiliğe-kimliğe atfedilen biriciklik ve ''ötekiler benim için ne ifade ediyor'' anlayışı ile özel alan ve kamusal alan arasında derin yarıklar meydana gelmiştir.
Reha Silahçılar
Kendi dışımızda gerçekleşen nedenlerin ve nasılların, sözün ve eylemin kamusal aktörlere teslim edildiği ve cemaat ile takdimi, aktör ile de temsili gerçekleştirebileceğimiz, özneyi yabancı, pasif ve askıda bırakan ‘’ölü’’ bir kamusal alan, toplumun ölü alanı iken, devletin, ideolojik aygıtları ve kent mimarisi ile güçlendiği, ekonomik olarak ‘’kapatan’’ ve izleyen olarak daha çok yaşamaya başladığı, kameralarla donatılmış ve gözetimin kabul ettirildiği alan halini gelmiştir. Kapatma ve izlemeyle gelen sıkışmışlık, tüketim ve sahip olma üzerinden kendini kamuda yaşatmaya devam etmekte. Walter Benjamin’in flanörü artık pasajlarda değil, alışveriş merkezlerinde nefes almaktadır. Neo-liberal ilişkilenme, bireye ‘’biricik’’ olması, özel hissetmesi ve farkının tüketimde yattığını anlatmaya başladığı an, özne, kendiliğini ve yaşam tarzını tüketerek yarattığı inancına teslim olur. Kişiliğe-kimliğe atfedilen biriciklik ve ''ötekiler benim için ne ifade ediyor'' anlayışı ile özel alan ve kamusal alan arasında derin yarıklar meydana gelmiş ve bu bağlamda günümüzde artık sokak bir zorunluluk alanı olarak, tüketmek için uğranılan bir yer ve kamuda ilişkisellik de medya ve ağlar aracılığıyla görünme, gösterilme biçiminde tezahür eder. Kişi, farkın ve karşılaşmaların yaşandığı müşterek bir kamusal alanın kendi tutku ve arzuları temelinde pasif bir gözlemcisi/izleyicisi olmuştur. Kamusal alan günümüzde ötekiliğin ve farkın biraradalığı ile kurulan ilişkiselliğin alanı değil, içkinliğin doyurulmasına yönelik ölü bir aracı alandır. Toplumsal muhalefetin fiziksel varlığını kamusal alandan çekmesi ve sesini siyasi gruplara teslim edişi, birlikte var olmanın bir daha mümkün olmayacağı anlayışını günden güne pekiştirmiştir. Artık terk edilen kent meydanları, metropoller, mahalle araları, iktidarın silahlı gücü ile ayak bastığı ve ulus-ötesi şirketlerin egemenliğini ilan ettikleri, yalnızlaştıran, duygusuzlaştıran alanlar halini almıştır. Terk edilen ve soyutlanan kamusal alanlar, özgürlüğün tanımlandığı biçimiyle ele geçirildiği illüzyonundan ibaret bir toplum dışılığı ve birbirleri ile temas etmelerinde tek ortak noktaları karşılıklı ne hissettikleri olan ötekilileştirilenleri ortaya çıkarmıştır. İletişim olanaklarının hızlı bir şekilde yayılması, gelişen sanayi ile istenilen yere istenilen zaman aralığında ulaşmadaki elverişlilik ve sürekli başka bir yerde olmanın anlığı, şimdiden ve buradan koparılmayı getirmiştir. "Kendin ol, hareket et" şiarını belleyen kitle için her yerde olmak yeni bir "özgürlük" perspektifi ile vazgeçilmez bir tutku ve arzudur. Bu ölü alan, kişiyi kendini esir kıldığı meta üzerinden ifade etmesini olanaklı kılan, imkan sağlayan ağ toplumunda dirilerek yeni bir anlam kazanmıştır; sahada değil, dijital enformasyon ile görünür olmaya başlayacak bireyi bu noktada ulus-ötesi sermaye ‘’her şey senin bakış açına bağlı’’ fikri ile bir adım öteye götürerek pekiştirmiş, göreceliği zihinlere nakşetmiştir; artık kamusal alan bir bakıma, öznenin niyet ve durumuna göre hareket edip, tekrar kendine, kendisi için geri dönmeyi aracı yaptığı bir alandır. Medyanın kamuda yarattığı ve dayattığı politik aktörler, nasıl yaşanılması gerektiğine dair buyrukları, ulus-ötesi şirketlerin satış ve pazarlama taktikleri olarak kullandığı kişiliğe hitap, tüketerek başarılı olma gibi hususlar (örn. Satın alınan arabanın iyi bir kariyer getireceği) kendini görmek için aracı edilen toplumsallığı yeniden yapılandırmaya başlamıştır. Artık kamunun çok anlamlılığı ve farklılığı, kendini bu deryadan yaratan öznenin elinden alınıyor, yarattığı aktörler ve imajlar, tüketim malları ve söylemler aracılığıyla medyanın eline geçerek ideal özne tipleri yaratılıyor. Medya, sermayenin yarattığı yeni kamusal alandır artık.
Bireyler sosyal ağlarda siyasal iktidar ve devlet iktidarının işbirliğine dokunulmadığı sürece, liberal düsturun ‘’bırakın yapsınlar’’ anlayışı gibi, ‘’bırakın konuşsunlar’’ imtiyazıyla belirlenmiş bir özgürlük alanında varlıklarını sürdürmeye başladı. Kente, sokağa (sokak artık spor yapmak için vardır), komşusuna, hatta kendisine dahi yabancılaşan bireye sokaktaki sesini bir daha geri vermeyeceği görülen egemenler, üretim ve tüketimde ihtiyaç duyduğu yabancıyı ayakta tutacak tıbbi ilaçları da elinde hazır tutmakta, cömertçe piyasaya sunmaktadır. (anti-depresan vb.) İktidarın engellemeye müdahale edemediği bağımsız gazete ve televizyonlarda yüksek sesle duyurulan ekonomik krizler, patlamalar ve cinayetlerin hemen arkasından, politik aktörün olanı olmamış gibi gösterme ve sorunların "dışarıdan" geldiğine dair nutuk atıp sistemin sürdürülebilirliğine itimat teskin etmesi medyanın tahakkümün aracı olduğunu gösteren bir başka sonucudur. Keza, aynı erkin yayın organları, bireylerin duymaması ve görmemesi için hazırlanmış, konforlu "rahat" bir gün geçireceğiniz konusunda vaatlerde bulunan, imkan sağlayan konaklama tesislerinin reklamlarını peşi sıra göstermekte geç kalmamaktadır.
Her düşüncenin, her olayın ve her sözün kendi içinde değeri olabileceği anlayışı, bütünlüklü düşünmeyi yadsıyıp, an içinde olanın, gerçekleştirilenin, kendi içinde bir değeri olabileceği, bağlamından kopuk durumlara öncülük etti; hoş görmek, özne için kendi isteğini gerçekleştirme yönündeki söz ve hareketine yönelik olası bir eleştiriyi garanti altına alma anlayışıdır; bu perspektif ileride kendi duygularına yatırımın aracı olacak spritüel yönelimlerin ve cemaat oluşumlarının nüvesidir. Benzer ortak çıkarların buluştuğu, kavrayamıyor, bilmiyor ve anlamıyor olmaktan hicap duyulamayacağının teminat altına alındığı yarı kamusal alanlar cemaat anlayışının gelişimi için uygun yapılardır. Farkların kişiliğin-kimliğin mülküne vereceği zararları azami seviyeye indirmek ve kendi kalıp ve kabullerinin eleştiriye tabi tutulacağı bir kamusal alanın aktif yaşayanı olmak hissetmeye zarar verici niteliktedir. Bu yüzdendir ki bir gösterge niyeti taşıyacak olan cemaat oluşumları, haysiyeti sözü ortak düşmana bırakarak satın almakta ve eleştirinin muhatabı olmaktan sakındıran rahatlığı -kendi yaşam pratiğini değiştirmeden acımasızca ötekiye saldırmanın rahatlığı- ile bize, muhalif olabileceğimiz, mücadelenin içerisinde yer edinebileceğimiz bir kamusal alanın kapılarını aralar. Fark ile kurulacak ilişki sonrası kendi doğrularının, kalıp ve kabullerinin sarsılacağı ve yaşam standartlarının değişecek olma ihtimalinin tahayyülü, apaçık gerçeği görmede ve anlamada da yıkıcıdır. Hakikat ne kadar kendi çıkarlarıma uygun ise "ben" o kadar süzgecimden geçirecek ve vakfettiğim dertleri sınayacağım. Günümüzdeki entelektüelin payına düşen bu bayağılığın karşısında hakikati görünür kılmak, kamusal alanda yitirilen müşterekliği geri kazanmak, doğal kaynaklar, özgürlük alanları, refah ve karar mekanizmalarında kırıcı/kalıcı söz hakkına sahip olmayı geri kazanmak için yapılabileceklerden söz etmek kolay değil.