Bundan üç yıl önce, 2014 yılının 11 Mart sabahında, duymak istemediğimiz haberi aldık: Berkin Elvan, yaşaması için dua ettiğimiz küçük kardeşimiz, aramızdan ayrılmıştı. 269 günlük bekleyişin sonu acı oldu ama sonrası daha da fena… Berkin’i öldürenler, cenazesine de rahat vermedi: Onu uğurlamaya gelenlere saldırdı. 15 yaşında, 16 kiloya düşmüşken aramızdan ayrılan kardeşimizi, gördüğüm en büyük kalabalıklardan biriyle uğurladığımız günün ertesinde, ona ve ailesine olan düşmanlıklarını her fırsatta dile getirdiler.
Berkin, Gezi direnişi döneminde, 16 Haziran 2013’te, bir polisin ateşlediği gaz fişeğiyle vuruldu. “Ekmek almaya gidiyordu” gibi cümleleri kurmaya bile gerek yok, çok basit bir şey var: Berkin çocuktu, öldürüldü. Savaşta bile çocuklar öldürülmez çünkü namertçe bir davranıştır bu. Tartışmasız kurulacak cümle şu: Berkin’i elimizden alan, ona göz yuman namertti.
Berkin’i kaybettiğimiz günün hemen sonrasında, BirGün’ün o ara çıkan Cumartesi ekinde onun hatırlattığı şarkılardan söz etmiş, onu, yaşı kadar şarkıyla uğurlamıştım. Ertesi gün, BirGün Pazar’da, devletin “aldığı” çocuklardan söz etmiştim. Bu yazıda onları yeniden hatırlatacağım çünkü elimden başka bir şey gelmiyor… Berkin adı geçtiğinde gözlerim doluyor, yüreğim ağrıyor, içim sızlıyor. Şüphesiz bunlara derman değil ama onu ve yaşadıklarını, yaşadığımızı hatırlatan her şey, bir nebze olsun yükümüzü hafifletiyor. Berkin’i, aramızdan alınışını, her fırsatta hatırlatmamız gerekiyor. Belleksiz bir toplumda yapabileceğimiz en iyi şey bu. Şunu da unutmamak gerekiyor: Berkin vurulalı 1363 gün oldu ve katili hâlâ aramızda. Kim olduğunu bile bilmiyoruz. Bilen, açıklamıyor.
Berkin’i vuran kadar, onu koruyan da suçlu. Dahası, onu ve annesini “terörist” diyerek alanlarda yuhalatanlar, “bizim gençlerimizin elinde molotof ve sapan yok” diyenler var. Unutmayalım, dönemin başbakanı, Berkin’in uğurlandığı günün gecesinde çıktığı televizyon programında, bu durumun ülkeyi nasıl etkileyeceğini soran “gazeteci”nin sorusuna, mealen şu cevabı vermişti: “Bunlar rüzgâr gibidir, gelir geçer, sabah borsa biraz düşmüştü ama akşama doğru toparlandı.” İnsanları “adet” olarak görünce, olan bu.
Bambaşka bir yere sıçrayayım: Bugün 12 Mart. Öncesi ve sonrasıyla acılı bir muhtıranın yıldönümü. Evlerin basıldığı, insanların sebepsizce göz altına alındığı, dövüldüğü, işkence edildiği yıllar çok uzağımızda değil. Üç genç, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 12 Mart sonrasında asıldı. Adlarını biliyoruz, mücadelelerini yaşatıyoruz ama onları asanın, emri verenin, infazı gerçekleştirenin adı anılıyor mu? Gün gelecek, Berkin adı çocuktan çocuğa çoğalacak ama onu yok sayanlar, görmezden gelenler, katilini koruyanlar unutulacak. Unutulmasa bile hayırla anılmayacağı muhakkak. Hoş, “hayır” bu aralar bambaşka bir anlamıyla umudun simgesi. Umut ve ölümün yan yana gelmesi mümkün bile değil.
Şarkılar demiştim… İki Grup Yorum şarkısıyla başlayayım. Biri, direndiği süre içinde ona güç vermek için yazılmış, umutlu bir şarkı: “Bıyıkları yeni terlemiş daha / Genç yaşı takılı kalmış siyaha / Diren Berkinim çok var sabaha, diren / Eridi bedeni daha on beşinde / Düşlerin sararıp soldu içinde / Ekmek aç kurtların tok dişlerinde, uyan // Ölüm yüreğine gelip kuruldu / Kara gözlerini uyku doldurdu / Bir ana başında ağlandı durdu, dayan / Halkın bağrında boy veren fidan / Yavrumuz oldu Berkinim Elvan / Sorulur hesabı yarın doğmadan, inan...” Topluluk, 6 Temmuz 2013’te Açıkhava Tiyatrosu’nda verdikleri konserde bu şarkıyı Berkin’in arkadaşlarıyla seslendirdi ama yazık ki nakaratındaki temenni hiçbir zaman gerçekleşmedi:
“Uyan Berkinim, uyan...”
İkinci Grup Yorum şarkısı, Gülten Akın şiirinden uyarlanan “Büyü”. “Sıyrılıp Gelen” adlı ilk albümün açılış şarkısı… 17 yaşında aramızdan alınan bir başka çocuk, Erdal Eren için yazılmış. Onun adını bugüne taşıyor: “Büyü de baban sana / Baskılar işkenceler kelepçeler gözaltılar zindanlar alacak…” 12 Mart ve 12 Eylül sonrasında yaşananları özetliyor bu şiir. Acı olan, bugün aynı şeyleri yeniden yeniden yaşıyor oluşumuz. Darbeye karşı olduğunu söyleyen, darbeyi “yargılayan” yapıyor üstelik bunu.
Şarkılara döneyim: Zülfü Livaneli’nin bir Ülkü Tamer şiiri üzerine bestelediği “Memik Oğlan”, “14 yaşım diken ile kaplanmış” dizesiyle başlıyor. Grup İsyan Ateşi, şarkıyı (yine direndiği dönemde) Berkin için şöyle değiştirmişti: “14 yaşın diken ile kaplanmış / Bir lokma ekmeğin kana bulanmış / Uyan Berkin uyan uyan / Umudu bırakma yayan / Uyan Berkin Elvan uyan / Zalimlere inat dayan…” Buradan, bir başka umutlu şarkıya geçeyim. Öldürülen biri için yazılmamış, beklenen tarafından seslendirilen bir şarkı bu: “Bekle beni küçüğüm / Umudun yitirmeden / Sevincin karartmadan / Döneceğim bir gün, bekle beni” dizeleriyle başlıyor ama ben şu dizelerin altını çizmek istiyorum: “Ama acılara alışılmaz / Bir şeyler var değişecek / Bir şeyler var değiştirmemiz gereken / Önce acılardan başlanacak…” Alışmamak, acıların üzerine gitmek, onları hep hatırlamak, hatırlatmak gerektiğini bize anlatan bu dizelerin sahibi, Ahmet Telli. Şiiri şarkılaştıran, bir dönemin Ankaralı şahaneleri Çağdaş Türkü.
Geçtiğimiz hafta Müslüm Gürses’ten söz etmiş, ölümünün dördüncü yılında onu anmıştım. Söylediği şarkılardan biri, bu yazıya yakışıyor. Duygusu bambaşka belki ama “oğul”un ardından yazılmış en güzel dizeler belki de bunlar: “Fotoğraflar yerini tutmuyor oğlum / Yıkanmadı gömleklerin kokun gitmesin diye / Montun asılı duruyor duvarda hâlâ / Dönersin diye, giyersin diye…” Berkin’in babası Sami Elvan’ın şu cümlesi, tam da bu şarkının herhangi bir yerine iliştirilebilir bir cümle değil mi: “Her çocukta onu hayal ediyorum.” Oğul demişken, 22 yaşında Sivas’ta yakılarak öldürülen Hasret Gültekin’in söylediği bir şarkı, gelip boğazımıza düğümleniyor: “Canım oğlum, güzel yavrum, gözümün ışıltısı / Ölümden, ölmekten değil korkumuz…” Bir babanın feryadı bu.
Bütün bunlardan sonra, Timur Selçuk’un meşhur ODTÜ konserinde seslendirdiği “Oğula Ağıt”ı anmazsam olmaz... Çiğdem Talu’nun, 70’lerin “devrimci” ortamında, bir Teodorakis şarkısının üzerine yazdığı sözler bunlar: “Kurşun değildi, top tüfek değildi / Faşist bir yılandı boğan oğlumu / Bir can gitse de binler var geride / Bir gün gelir ki ezerler onu!” Sonradan Grup Yorum repertuarına da giren bu şarkının yeri ayrı.
Ahmet Kaya şarkısı “Hani Benim Gençliğim”de rastladığımız “uçurtmam tel örgülere takıldı” dizesi, en az şu dizeler kadar canımızı yakıyor: “Koşuyor altı yaşında bir oğlan / Uçurtması geçiyor ağaçlardan / Siz de böyle koşmuştunuz bir zaman / Çocuklara kıymayın efendiler / Bulutlar adam öldürmesin” Nâzım Hikmet’in bu şiirini Kerem Güney bestelemiş, başta Edip Akbayram ve Selda olmak üzere pek çok şarkıcı seslendirmiş.
Berkin, öldürülen çocuklardan sadece biri… 17 Kasım 1992’de, İstanbul Küçükarmutlu’daki Hacı Mehmet Şalgamcıoğlu İlkokulu’nun bahçesine kaçan topunu almak için bahçeye giren Sevcan Yavuz, bir panzerin altında kalarak can vermişti. Henüz yedi yaşındaydı. Şarkısını Özgürlük Türküsü seslendirdi: “Armutlu'nun karakolmuş okulları / Bahçesinde bir panzer yatarmış / Panzerin gölgesinde büyürmüş çocuklar / Panzer çocuğun topunu çalmış / Çocuk koşmuş topunu almaya / Panzer yürümüş, çocuk 7 yaşında kalmış.”
Sevcan’ın yanına Uğur Kaymaz ve Ceylan Önkol adlarını iliştirelim. Uğur Kaymaz, babası Ahmet Kaymaz’la 21 Kasım 2004’te Mardin Kızıltepe’de öldürüldüğünde 12 yaşındaydı ve ilkokuldan mezun olmak üzereydi. Vücudundan 13 kurşun çıktı. Polisler Uğur’un yaşının daha büyük olduğunu ve babasıyla birlikte silahlı eylem hazırlığında olduklarını iddia etti ama öldürüldüklerinde ayaklarında terlik, ellerinde yastık ve yorganlar vardı. Polisler yargılandı, beraat ettirildi, Yargıtay durumun “meşru müdafaa” olduğunu iddia etti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, geçtiğimiz günlerde Türkiye’yi bu olay nedeniyle mahkûm etti ancak bu ne Uğur’u geri getiriyor ne de babasını.
Ceylan Önkol ise 28 Eylül 2009’da Lice’nin Şenlik köyünde bir havan mermisinin isabeti sonucu öldü. 12 yaşındaydı ve koyunlarını otlatıyordu. Dava ilerlemedi, olayın kaza olduğuna hükmedildi. Hükmü veren devlet, bu kez 28 Aralık 2011’de aralarında çocukların da bulunduğu 34 kişiyi Roboski/Uludere’de öldürdü. Buna da “kaza” denildi. Bugüne dek Güneydoğu’da öldürülenler bir yana, bildiklerimiz ve hâlâ canımızı acıtanlar bunlar…
Türkiye acılarla örülü bir coğrafya. Yazık ki giden geri gelmiyor. Berkin, hasretiyle yandığımız, tanımadan sevdiğimiz kardeşimiz. Yaşadığımız acılardan sadece biri. En can acıtanı. Umutlarımızın tükendiği an… Şarkılar bize umudu aşılıyor, doğru ama eksik, buruk bir umut hali bu. Ne zaman geçeceğini bilmediğimiz bir karamsarlık var üzerimizde ve böylesi günlerde etkisini daha çok hissettiriyor. Yine de “geçecek” demek gerekiyor. Berkin’i yok edenlerin kaybolduğunu görmek için yaşamak zorundayız. Şarkılar biraz da bunun için gerekli.