Berlin: Ödül töreni izlenimleri
Berlin’e her yıl farklı ülkelerden, farklı yaşlarda ve farklı dünya görüşlerine sahip dört bine yakın gazeteci geliyor. Dolayısıyla beğeniler de çok değişik olabiliyor. Bir gazetecinin yerin dibine batırdığı film bir başkası tarafından ‘başyapıt’ olarak nitelenebiliyor.
AHMET BOYACIOĞLU
70. Berlin Film Festivali’nin ödül töreni dün akşam yapıldı ve kazananlar belli oldu. Sinema profesyonellerinin yaka kartları festivalin son günü olan Pazar geçerli değildi ve sadece halka açık gösterimler vardı. Bu yıl yeni eklenen ‘Encounters’ (Karşılaşmalar) bölümüyle verilen ödüllerin sayısı da arttı. 'Panorama', 'Forum' ve 'Generasyon' bölümlerindeki ödüller ile sinema yazarları, ekümenik jüriler ve halk tarafından verilen ödülleri de ekleyince toplam 66 film festivalden ödülle ayrıldı.
Ödül töreni her yıl olduğu gibi bin 400 kişilik Berlinale Palast salonunda yapıldı. Törene Berlin Belediye Başkanı'nın yanı sıra, Adalet Bakanı, Yaşlılar, Kadınlar ve Gençlerden Sorumlu Bakan ile Meclis Başkan Yardımcısı da katıldı. Almanlar sinemayı gerçekten çok ciddiye alıyor.
Sponsorlara teşekkür edilirken perdeye Türkçe ‘Teşekkürler’ yazısı da çıktı. Herhalde Türklerin sahip olduğu şirketler de festivale katkıda bulunmuşlar. Festival sırasında Almanya’da yapılan yatırımların yüzde 40’ının yabancı Alman vatandaşları tarafından gerçekleştirildiğini öğrendim. Almanya’ya göçün 60'ıncı yılında gelinen nokta bu ve Almanlar artık bir ‘göçmen ülkesi’ olduklarını kabul ediyorlar. Türkçe teşekkür yazısı ve kısa film jüri üyesi olarak sahneye çıkan Fatma Çolakoğlu haricinde törende Türkiye'nin hiç adı geçmedi. Ülkemiz ve sinemamız için acıklı bir durum.
Ana yarışmanın ödüllerine gelene kadar tam 41 dakika geçti, tören de uzadıkça uzadı. 70'inci yıl için verilen özel ödülü Delete History adlı Fransa-Belçika ortak yapımı kazandı. Saçı sakalı birbirine karışmış yönetmenin, "Bir ayıya 'ayı ödülü' verilmesi çok güzel" sözü belki de gecenin tek gülünen cümlesiydi. ‘Üstün Sanatsal Katkı’ için verilen ödül Dau. Natasha filminin görüntü yönetmeni Jürgen Jürges’e gitti. Sovyetler döneminde gizli bir araştırma enstitüsünde çalışan insanları anlatan ve festivalin en çok tartışılan filmlerinden biri olan Dau Natasha’ya bir ödül verilmesi tek tük de olsa ‘yuh’ sesleriyle protesto edildi. Oysa ödül Türkiye’de de görüntü yönetmenliği yapan yaşlı Jürgen Jürges’e bir saygı göstergesi olarak da kabul edilebilir.
En İyi Senaryo Ödülü, Bad Tales (Favolacce) adlı İtalyan filmine verildi. En İyi Erkek Oyuncu Ödülü de yine bir İtalyan filmi olan Hiden Away’e (Volevo Nascondermi) gidince jüride bir İtalyan ağırlığı mı oluştu sorusu ortaya çıktı. Bu iki film de hiç beğenilmemişti. Beğeni konusu üzerinde biraz durmak gerekiyor. Berlin’e her yıl farklı ülkelerden, farklı yaşlarda ve farklı dünya görüşlerine sahip dört bine yakın gazeteci geliyor. Dolayısıyla beğeniler de çok değişik olabiliyor. Bir gazetecinin yerin dibine batırdığı film bir başkası tarafından ‘başyapıt’ olarak nitelenebiliyor.
En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü açıklayan jüri üyesi sözlerine "Doğru karar zordu ama yanlış karar mümkün değildi" diye başladı ve Christian Petzold’un yönettiği Undine filmindeki oyunu için Paula Beer’in ödüllendirildiğini açıkladı. Ben aslında pek beğenilmeyen Undine’ye ‘Almanya kontenjanından’ En İyi Film Ödülü’nü verirler diye düşünmüştüm.
En İyi Yönetmen Ödülü, The Woman Who Ran filminin yönetmeni Hong Sangsoo’ya verildi. Kibar adam, sahneye çıkıp ödülünü aldıktan sonra salonda bulunan kadın oyuncular için alkış istedi. Böylece daha çok alkış aldı.
Jüri Büyük Ödülü, 17 yaşında hamile kalan ve çocuğunu aldırmak için Pennsylvania’dan New York’a gelen bir kızın hikayesini anlatan, herkesin beğendiği ve feminist sinemanın önemli bir örneği olacağını söylediği Never Rarely Sometimes Always adlı filme verildi. Jüri başkanı Jeremy Irons burada biraz günah çıkartmış ve sekiz yıl önce söyledikleri için sessizce özür dilemiş olabilir.
Sıra geldi Büyük Ödül Altın Ayı’nın açıklanmasına. Jüri başkanı Jeremy Irons önce diğer jüri üyelerine, festival yönetimine ve gönüllülere teşekkür etti arkasından da "There is No Evil" dedi. Bu kararın beni de çok sevindirdiğini söylemeliyim. ‘Şeytan Yoktur’ gerçekten de çok önemli bir film. Yönetmen Muhammed Rasulof’un ülkesinde bir yıl hapse mahkum olması, pasaportuna 2017 yılında Cannes Film Festivali’nden ülkesine döndüğünde havaalanında el konmuş olması, filmi çok zor koşullarda çekmesi, doğal olarak ‘Şeytan Yoktur’a insanların daha bir hoşgörülü yaklaşmasını sağlıyor olabilir. Ancak film ölüm cezası, bireysel özgürlüğün hiçbir öneminin olmadığı baskıcı bir ülkede yaşamanın zorlukları, aldığı emirleri yerine getirmek ya da yok olmak ikilemindeki sıradan insanın durumu gibi konuları güçlü bir şekilde beyazperdeye taşıyor. Rasulof’un Almanya’da yaşayan, filmde de rol alan kızı Baran yaptığı konuşmada hayatlarını tehlikeye atarak filmi yapan oyunculara ve ekibe teşekkür etti ve "Kimse politik, sanatsal ve kültürel nedenlerle hapiste olmasın" dedi. Güzel bir dilek.