Berlin'de hiçbir Alman filmi ödül alamadı
Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülüne uzanan 'Touch Me Not' aynı zamanda başka bir jüri tarafından verilen En İyi İlk Film Ödülü’nü de aldı. Bu yıl Berlin’de olmayan bir şey daha vardı: Jüri başkanı Tom Tykwer Alman olmasına karşın hiçbir Alman filmi ödül alamadı. Oysa ‘kendi sahasında oynama’ kontenjanından her yıl yarışmaya seçilen sıradan Alman filmlerine kıyasla bu yılki filmler belirli bir kalitenin üstündeydi. Almanlar bu işi hiç sevmedi. Kendi bilir. Tom Tykwer’e ‘Vatan hainliği’ suçlamaları gelebilir.
Ahmet Boyacıoğlu – ahmet@festivalonwheels.org
Herkesin Berlin’i farklı. Hani ‘Evler ayrı, dertler ayrı’ diye bir söz vardır ya, tam o hesap. Kimi filmini tanıtmak için Berlin’de. Resmi programda 400 filmin yer aldığı, Avrupa Film Pazarı’nda da 786 filmin görücüye çıktığı düşünülürse, hiç de kolay olmayan bir iş. Kimi filmini satmaya geliyor, kimi film satın alıp sonra daha fazla paraya satma hayaliyle. Gazeteci takımı on gün boyunca güzel filmler görmek ve onlar hakkında yazmak istiyor. Türkiye’den gelen ve sayıları her geçen yıl artan genç sinemacılar, projelerini gerçekleştirebilmek için yabancı ortak (yani para) arıyorlar. Festival programcıları ‘Buradan hangi filmleri alıp da kendi festivalimizde gösteririz?’ derdinde. Berlinli sinemaseverler film izlemek, esnaf ise festival için Berlin’e gelen binlerce kişiden para kazanmak niyetinde.
Berlin Film Festivali’nin kocaman sponsorları olsa da, etkinliğin gerçekleşmesi için gerekli parayı sağlayan Alman hükümeti. Bu nedenle Alman yetkililer için durum biraz daha değişik. Berlin Film Festivali, her şeyden önce Mercedes ya da Audi gibi bir Alman markası ve herkes bunun farkında. Kimsenin başarısızlığa tahammülü yok. Aralarında, Dieter Kosslick’in on yedi yıllık yönetimi sırasında sinemaya başlayanların da bulunduğu 79 Alman sinemacının festivalden üç ay önce yayınladıkları Kosslick’i protesto eden açık mektup, tartışmaların başlamasına ve festivalin üzerine gölge düşmesine neden olmuştu. Festival sırasında da Berlin Film Festivali’ni 2020 yılından itibaren yönetecek kişinin nasıl seçileceği tartışıldı. Kesin olan Kültür ve Medya’dan Sorumlu Bakanın başkanlığındaki bir komisyonun bu seçimi yapacağı. Alman milli futbol takımını kimin çalıştıracağı kadar önemli bir konu bu, şakaya gelir yanı yok.
Bana göre Dieter Kosslick bu yıl festivalde Alman sinemasının görünür olması konusunda elinden geleni yaptı. Yarışma Bölümü’ndeki on dokuz filmden dokuzu Alman yapımıydı, dördünde ise büyük yapımcı Almanya idi. Alman basını bu konudaki memnuniyetini sık sık dile getirdi. Ancak bir başka Alman, jüri başkanı Tom Tykwer Alman filmlerine pek sıcak bakmadı.
Ödül töreni: Berlin Sarayı (Berlinale Palast) havanın oldukça soğuk olmasına karşın dekolte kıyafetleriyle kırmızı halıda kamera karşısında boy gösteren hanımlar ve şık giyinmiş beylerin istilasına uğradı. Töreni yıllardır olduğu gibi yine Anke Engelke sundu. Üç Alman bakan, Berlin Belediye Başkanı ve Hollanda Kültür Bakanının salonda olduğunu öğrendik. Anke Engelke işe salonda bulunan ‘Köpekler Adası’nın oyuncusu, (daha doğrusu köpeklerden birini seslendiren) Bill Murray’e sataşmakla başladı. Yarı Almanca, yarı İngilizce, Murray’i sahneye çağırdı. Murray ‘İstemiyorum ama geleceğim’ deyip sahneye çıktı, çok kısa kalıp ‘Almanca anlamadığını’ söyledi ve indi. Biz de bu arada ‘Köpekler Adası’na bir ödül çıkacağını öğrenmiş olduk.
Bir gün önce açıklanan yan ödüllerde Kiliseler Birliği Jürisi’nin ‘Utoya, 22 Temmuz’a Mansiyon, ‘Reyonlar Arasında’ya da En İyi Film Ödülü’nü verdiğini öğrenmiş ve sevinmiştim. Sponsorlar tarafından verilen paralı ödüllerden sonra (para derken yanlış anlaşılmasın, 20.000 ve 50.000 Avro’dan söz ediyoruz) sıra sekiz Ayı Heykelciğinden oluşan ana yarışma ödüllerine geldi. Anke Engelke ödüller açıklanmadan jüri başkanı Tom Tykwer’e izleyicilerin sonuçlardan memnun olup olmayacaklarını sordu ve ‘yüzde 50 - yüzde 50’ (fifty – fifty) cevabını aldı. Tykwer bazı filmleri, filmin süresinden daha uzun tartıştıklarını da sözlerine ekledi. Biz de jürinin toplantıda birbirine girdiğini anladık.
Sanatsal Başarı Ödülü, ‘Dovlatov’ filmindeki köstüm ve çevre düzenlemesi için Elena Okopnaya’ya verildi. Gerçekten 1971 yılının Leningrad’ı filmde çok iyi betimlenmişti. En İyi Senaryo Ödülü, Meksika filmi Müze’nin senaristleri Manuel Alcala ve Alonso Ruizpalacios’a gitti. Hiçbir sürpriz içermeyen, başı sonu belli bir müze soygunu hikayesine neden bu ödülün verildiğini anlamaya çalışırken En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, ‘Dua’ filminin genç oyuncusu Anthony Bajon’a gitti. Belli ki jürinin dengesi bozulmuştu ve bundan sonra her şey olabilirdi. Oldu da.
En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, Mirasçılar (Las Herederas) adlı Paraguay filminde lezbiyen bir kadını canlandıran Ana Brun’a verildi. Bu ödül alkış aldı, çünkü gerçekten iyi bir performanstı. En İyi Yönetmen Ödülü, kimsenin tahmin edemeyeceği bir isme, ‘Köpekler Adası’nın yönetmeni Wes Anderson’a gitti. ‘Büyük Budapeşte Oteli’ ile üç yıl evvel Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan Anderson salonda yoktu ama bir Gümüş Ayı’ya en az ihtiyacı olan yönetmen olarak haberi aldığında kesinlikle çok şaşırmıştır. Ödülü almak için Bill Murray sahneye çıktı. ‘Bir köpek olarak işe gittim ve bir ayı olarak dönüyorum’ dedikten sonra Kennedy’nin ünlü sözü ‘Ich bin ein Berliner’i, ‘Ich bin ein Berliner Hund’ (Ben Berlinli bir köpeğim) olarak dönüştürüp büyük alkış aldı. Amerikalılar bu işi biliyor.
Sinemada yeni perspektifler açan yaratıcı filmlere verilen Alfred - Bauer Ödülü, tutucu ve homofobik bir ülke olan Paraguay’da (yönetmenin sözleri, ben sadece çevirdim) bir lezbiyen ilişkiyi anlatmak cesaretini gösteren Mirasçılar’a (Las Heredetas) verildi. Gerçekten cesur film. Jüri Büyük Ödülü, benim izleyemediğim, Polonya yapımı, Malgorzata Szumowska’nın yönettiği ‘Twarz’a gitti. Burada yönetmenin 2015 yılında Jüri Büyük Ödülü’nü aldığını, ayrıca 2016 yılında da Berlin jürisinde görev yaptığını belirtelim, yani bir ‘olağan şüpheliler’ durumu var.
Sıra geldi Büyük Ödül Altın Ayı’ya (Diğerleri hep Gümüş Ayı). Festival Yönetmeni Dieter Kosslick ve jüri başkanı Tom Tykwer birlikte açıkladılar ki: Altın Ayı ‘Bana Dokunma’ (Touch Me Not) adlı filmle Romanyalı yönetmen Adina Pintilie’nindir. Burada bir nefes almakta fayda var. ‘Bana Dokunma’, adı üstünde, kendisine dokunulmasını istemeyen, bundan çok rahatsız olan bir kadının üzerinden, insan vücudunu, cinselliği ve mahremiyeti inceleyen, bir filmden çok, sınırları zorlayan görsel bir deney olarak tanımlanabilecek bir yapıt. Ben kırk dakika dayanabildim ve salondan çıkan ilk izleyici değildim.
Bir küçük ayrıntı daha var. ‘Bana Dokunma’ başka bir jüri tarafından verilen En İyi İlk Film Ödülü’nü de aldı. Üç kişilik jüride bir Romanyalı sinemacının da olması kimseyi rahatsız etmedi. Festivallerde olur böyle şeyler. Ancak bu yıl Berlin’de olmayan bir şey daha vardı: Jüri başkanı Tom Tykwer Alman olmasına karşın hiçbir Alman filmi ödül alamadı. Oysa ‘kendi sahasında oynama’ kontenjanından her yıl yarışmaya seçilen sıradan Alman filmlerine kıyasla bu yılki filmler belirli bir kalitenin üstündeydi. Almanlar bu işi hiç sevmedi. Kendi bilir. Tom Tykwer’e ‘Vatan hainliği’ suçlamaları gelebilir.
Önümüzdeki yıl görüşmek üzere efendim.