Berlin’de ne olduğundan çok, neyin yokluğuna odaklanmak
gerektiğini düşünüyorum. Ellibeş maddelik bildiri katılanlardan her
birinin kendince önceliklerini belgeye dercettirdiğini gösteriyor.
Olmayan ise yaptırım. Yani metnin “dişi” yok. Yaptırım için toplara
daha tabanlı girecek, sert şarjlardan kaçınmayacak karakterde
oyuncu lazım. O da ABD ve ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun, tıpkı
Erdoğan gibi, Berlin’den erken ayrılmasının anlamı herhalde
yeterince açık.
Erdoğan’ın darbeci, savaş ağası, gayrımeşru derken, Berlin
dönüşü artık kafadan “terörist” diye nitelediği Hafter toplantıda
ne Sarraç’la ne hazır bulunan ülke liderleriyle yüz yüze gelmemiş.
Yani işin özü, Almanya’nın bir araya getirdiği bu “etki grubunun”
asıl işlevi, BM adına Genel Sekreter Gutierres ve onun adına BMGS
Özel Temsilcisi Salame’nin Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ve Libya
Ulusal Ordusu (LUO) tarafları arasında ateşkes arabuluculuğunu
kolaylaştırmak.
“Etki grubu” diye aklım sıra diplomatik zarafet adına türettiğim
bu terimin anlamı ise şu: Berlin’de bulunan ülkeler Libya iç
savaşının, artık nasıl derseniz, yatırımcıları, paydaşları,
sponsorları. Bir “çıkar grubu” da denebilir haziruna. Şimdi bu
devletler kendi aralarında Libya’ya silâh ambargosuna uyulmasını,
petrol gelirlerinin ulusal şirket “NOC” eliyle toplanmasını,
UMH’nın meşru yönetim olarak tanınmasını teyit eden bir metne imza
attılar. Zaten var olan bu uzlaşının nasıl uygulatılacağı ise
belirsiz.
Hafter, Moskova’da yaptığı gibi, yine metne imza atmadan
salondan sıvışmış. Zira sahadaki durumda LUO Trablus’un kapısına
dayanmış durumda. Petrol ihracatına koyduğu takozu da henüz
kaldıracağa benzemiyor. Ardındaki Mısır ve BAE de Hafter’in bir an
önce işi bitirmesine destek veriyor. Erdoğan’a göre TSK yalnızca
eğitim amaçlı kısıtlı bir varlık bulunduruyor Libya’da. Ancak bunun
ötesinde TSK’nın Trablus’a sağladığı hava savunma desteği Sarraç’ı
LUO ve BAE’nin havadan saldırılarına karşı ayakta tutmakta çok daha
yaşamsal önemi haiz görünüyor.
Fransa, İtalya’nın karşısında ve AB’nin ortak tutum almasına
engel bir konumda duruyor. O arada, Rusya ve Türkiye’nin
müdahalesine dikkat çekerek Mısır ve BAE’nin müdahalesini saklıyor.
Anlaşıldığı kadarıyla, Macron Berlin’de Türkiye’nin Libya’ya
Suriyeli milis sevk etmesini açıkça eleştiren tek lider. Fransa’nın
P-5 üyesi olmasının ağırlığını Erdoğan da belirtiyor. Macron’u
cepheden karşıya almamak gerektiğini Erdoğan da nadir ılımlı bir
saptaması olarak keza paylaşmış.
Fransa, İtalya ve Almanya’yı bağdaştıran Avrupa’ya yasadışı
göçün önlenmesi. Fransa’yı İtalya’dan ayrıştıransa petrol ve gaz
çıkarları. Fransa’nın, “Sahel*” bölgesindeki IŞİD terörünü yerinde
durdurma harekâtı beşbuçuk yılını doldurdu. Kendi topraklarında en
fazla sayıda terör eylemine sahne olan ülke de yine Fransa. AB’yi
NATO’dan esasen ABD komutasından ayrı ortak askeri güç kurmaya iten
de. Berlin’de Almanya’nın BM şemsiyesi olduğu takdirde bir olası
barış gücüne katkı vereceğini açıklaması bu bağlamda kayda
değer.
Rusya, Suriye’den Libya’ya gidenlerin, Idlip’te tepelerine
havadan ölüm yağdırdıkları denli, “terörist” oldukları konusunda
Fransa ile hemfikir. Yine Erdoğan’ın kendi bu hususu uçak
sohbetinde yakınma kabilinden dışa vurmuş. Hafter ve Esat’a destek
konularında Putin’le ayrışmayı zoraki teslim ederken, Rusya’yla
ilişkilerin “klasik değil stratejik” düzeyde olduğunu anımsatmayı
ihmal etmeden. Bana sorarsanız bunun Türkçesi, en azından şimdilik,
“Rusya’ya muhtacız” demek ve yine bence temel sıkıntı da orada.
Putin, zamanında yapılan müdahaleyle Kaddafi’nin önce
uluslararası askeri güçle devrilmesinin ve ardından hunharca
katledilmesinin acısını çıkarmakta kararlı. Ortadoğu ve Doğu
Akdeniz’e yönelik ABD’nin müdahale iştahsızlığını görüyor ve o
boşluğu doldurmakta kullanıyor. Türkiye’yi sürekli Batı’dan
ayrıksı, NATO içinde çıbanbaşı konumunda tutmak, tamamlanan 120
adet S-400 füzesinin teslimatından da anlaşıldığı üzere, işine
geliyor. Buna karşılık değerli Sinan Ülgen’in
altını çizdiği üzere, “dünyada en fazla dış yatırım yapan ilk
yüz şirket içinde 58 AB, 21 ABD, iki Çin şirketi var; hiç bir Rus
şirketi yok.”
Türkiye’nin kapıyı, kapanmadan arasına ayağını koyup, omuzlaması
başarı addediliyor. Ve asıl başarının UMH ile MEB anlaşmasının
imzalanması olduğu sürekli vurgulanıyor. Hafter terörist, bizim
kitabımızda haşa yok teröristle masaya oturmak. Dolayısıyla
Atina’yla iletişime geçmemiz, Miçotakis’in Hafter’le iletişimini
kesme ön koşullu. Doğu Akdeniz’de Mısır, İsrail ve Suriye’de
büyükelçimiz bulunmuyor. BAE nicedir “Abu Dabi yönetimi” oldu, SA
ile Kaşıkçı cinayetinden bu yana ilişkiler limoni. Hafter, Esat,
Sisi çok mu matah; Yunanistan ve GKRY’de marazi Türkiye düşmanlığı,
koyu milliyetçilik yok mu? Var. Pekiyi bunları tek başına
değiştirecek güç bizde var mı?
Kürt dersen sakın ağzına dahi alma, bir kere Kürt meselesi zaten
yok. Terörist dersen Edirne’de siyasi tutsak Demirtaş’tan, HDP’li
il ve ilçe belediye başkanlarına, onlara “bilerek ve bilmeyerek
yardım ve yataklık eden” bizim gibilerden, haydi bizi de geçtim
CHP’sinden İYİP’ine, altı milyon Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı HDP
seçmeninden PYD’ye dek terörist olmayan yok. Eh terörle mücadelenin
yegâne yolu da malûm “son terörist yok edilene kadar…” Bu
yaklaşımın tanımlaması ise “süreç yönetimi” yahut “barış
diplomasisi” oluyor.
Dış politikada ve ulusal güvenlik konularında muhalif siyasi
kişilikler diplomasi yaptıkça, Erdoğan siyaset yapıyor. Muhalefet
“pozitiften anlattıkça”, Erdoğan’dan yanıt olarak adeta sürekli
azar işitiyor. Güncel küresel taktiklere koşut biçimde, ABD’de
Başkan Trump’ın da benimsediği gibi, medyayı karman çorman
iletilerle, paylaşımlarla yüklüyor. Zaten “ana akım” medyanın
tamamına yakını da denetiminde olduğu için tüm bu mugalatayı
ayıklamak mümkün değil, olmuyor ve olamayacak.
Konu Libya, Doğu Akdeniz, Suriye, Rusya veya PKK değil.
Değişmeyen tek konu Erdoğan’ın iktidarda kalması. Dolayısıyla, ne
benim ne benden çok daha ılımlı söylem benimseyenlerin
yazdıklarının, söylediklerinin dış politikanın gidişatı üzerinde
hiçbir etkisi yok. Değindiğim akılcı anlatılara nitelikli örnekler
olarak Galip Dalay’ın AB’nin çapsızlığını teşhir
ettiği makalesi
ve yukarıda alıntıladığım Sinan Ülgen’in Taha Akyol’a verdiği
söyleşi sayılabilir.
Öyleyse belki anımsatmamız gereken günün birinde iktidar seçimle
el değiştirdiğinde işbaşına geleceklere bunun belediye devralmaktan
farklı olduğu. Dışişleri Bakanlığı’nın teşkilat yapısı ve yükselme
esaslarından tutun yazışma diline dek altyapı konularından, tüm
temel dış politika ve “terörle mücadele” başta tüm ulusal güvenlik
dosyalarında somut, radikal yön ve yaklaşım değişikliklerine
gereksinim bulunduğu. Muhalefetin tüm bu çetrefilli meselelerde
atılacak adımlara, yapılacak hamlelere şimdiden hazır olup, bunları
günü geldiğinde değil bugünden kamuoyuyla paylaşmasında yarar
var.
*Moritanya, Burkina Faso, Mali, Nijer, Çad.