Berlin'de sona doğru
Çok değil, on beş yıl önce Türkiye’den Berlin’e gelip Pazar’a katılan kişilerin sayısı on beş – yirmi ile sınırlıydı. Bu güne gelirsek: Berlin Film Festivaline akredite olan Türklerin sayısı 196.
Ahmet Boyacioglu
DUVAR - 67. Berlin Film Festivali son günlerini yaşıyor. Bu yazıda Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün katkılarıyla Avrupa Film Pazarı’nda açılan ve 11 yıldır Ankara Sinema Derneği tarafından yönetilen Türkiye Standı'ndan söz etmek istiyorum.
Avrupa Film Pazarı, her yıl yaklaşık dokuz bin sinema profesyoneli tarafından ziyaret edilen, dünyanın en önemli sinema etkinliklerinden biri. Pazarda filmler alınıp satılıyor, ülkeler sinemalarını tanıtıyor, yönetmen ve yapımcılar bir sonraki projelerine ortak yapımcı arıyorlar, çeşitli firmalar sinema ile ilgili ürünlerini tanıtıyor, özetle film üretimi ve dağıtımı ile ilgili herkes Pazar’a katılabilmek için Berlin’e geliyor.
SAYI 15-20'Yİ GEÇMEZDİ
Çok değil, on beş yıl önce Türkiye’den Berlin’e gelip Pazar’a katılan kişilerin sayısı on beş – yirmi ile sınırlıydı. Rahmetli Kadri Yurdatap’ın SE-SAM adına açtığı stantta tanıtımı yapılan filmlerimizin sayısı da on beşi geçmezdi. Atilla Dorsay, Mehmet Soyarslan, Alin Taşçiyan ve Sabahattin Çetin o günlerde Berlin müdavimleri olarak aklımda kalan isimler. Unuttuklarım kusura bakmasın.
Bu güne gelirsek: Berlin Film Festivaline akredite olan Türklerin sayısı (üşenmedim, saydım) 196. Bu sayıya Berlin’de yaşayan sinemacılar, Türkiye’den birkaç günlüğüne Almanya’ya gelip toplantılar yapan ve hemen geri dönenler dahil değil. Sanıyorum Türkiye’den 350’den fazla sinemacı standımıza konuk oldu. Tabii bizim de sorunlarımız var. Standımız 36 metrekare, pazara sadece Türklerin değil yabancıların da geldiğini düşünürseniz kişi başına kaç santimetrekare düştüğünü hesaplayabilirsiniz. Avrupa Film Pazarı’nda her stand yıllardır aynı kuruluşlara ait olduğundan stand yüzölçümünü büyütmek de olası değil.
Bu mekansal sorunu bir yana bırakırsak, ülkemizden birçok genç sinemacının uluslararası sularda kürek çekmesi ve kendilerine yeni ufuklar açmaya çalışması son derece olumlu. Birkaç yıl sonra, aklınızın ucundan geçmeyecek ülkelerle yapılan ortak yapımlarla karşılaşırsanız sakın şaşırmayın. Geleceğe umutla bakabiliriz.
YALNIZLIK DUYGUSU
Biz gerekli ön hazırlıkları yapabilmek için Berlin ve Cannes Film Festivallerine hep iki-üç gün önce geliyoruz ve festivalin son günü Türkiye’ye dönüyoruz. Bu kaçınılmaz olarak bir hancı-yolcu durumu oluşturuyor. Biz geldiğimizde etrafta kimse olmuyor, sonra insanlar gelmeye başlıyor. Festival ilerledikçe işi bitenler Türkiye’ye dönüyorlar, insanların sayısı azalıyor. Bir yalnızlık duygusu oluşuyor. Son gün biz bize kalıyoruz.
Üç yıl evvel, ayak bileğimi kırıp altı hafta evde oturmak zorunda kaldığımda, Cannes Film Festivalinde çektiğimiz görüntülerden oluşan 17 dakikalık bir belgesel yaptım. Adı ‘Pre Cannes – Apres Cannes’. (Cannes Öncesi – Cannes Sonrası). Festivalden önce ve sonra Cannes’da yaşadıklarımızla ilgili bu küçük belgesel, bir anlamda dünyanın en büyük film pazarı hakkında pek bilinmeyen gerçekleri de görsel olarak ortaya koyuyor.
Herkes gittikten sonra biz bize kalınca, söyle bir etrafımıza bakıyoruz. Bazan da gelen telefonlarla etrafımıza bakmak zorunda kalıyoruz. Genellikle stantta gözlük, kazak, çanta gibi şeyler unutulur. Şimdi bu yılki Berlin Film Festivali’nde unutulanlara gelelim. Kimlerin unuttuğunu yazmayacağım ama beni ararsanız söylerim. Bir kardeşimiz çantalarını otelde unutmuş. Çanta dediysek festival çantası değil, hepsi marka, yani pahalı. Bulup bavula koyduk. Bir başka kardeşimiz kaşmir kazağını, henüz kim olduğunu bilmediğimiz iki konuğumuz da bere ve yelek unutmuşlar. Hepsi bavulda, Türkiye’ye geri dönecekler.