Karışan-görüşen olmayacak. Yanlışa "yanlış" diyen çıkmayacak.
Ama zaten onlar kendilerini -haşa huzurdan- “yanlıştan münezzeh”
addeder hale geldiler. Onların yaptığı yanlış değil,
karşılarındakilerin hepsi “satılmış, hain, terörist, dış mihrak,
düşman, münafık vs. vs. ”
Hafazanallah “evet” çıkarsa ülke dikensiz gül bahçesi olacak,
onlara göre ve onlar için tabii, herkes için değil. 7/24 tüm
kanallardan oturma odamıza dolarak kendilerine hazırladıkları
“dikensiz gül bahçesi paketini” sanki ülkeye vaat edermiş gibi
anlatıyorlar. İçte ve dışta tüm sorunlar, 17 Nisan sabahı bitecek.
18 maddesini değiştirdikleri 12 Eylül darbe anayasası, bir anda
sihirli değnek olup çıkacak. Anayasa değişiklik paketi değil He-Man
kılıcı adeta. Hadi “yerli ve milli” olsun “Tanrının kırbacı Attila
ve Marsın kılıcı” diyelim. İlginçtir “tekçi yönetime HAYIR”
diyenlere kızarak, seslerin son perdesinden “yalan” derken
söylemlerindeki sihirli formülün, “efsanevi” güç takıntısı
sergilediğini bile fark etmiyorlar.
Kamu kaynakları kullanılarak açılış vs. adıyla yürütülen “evet”
kampanyasının olağanüstü yüksek maliyetle görkemli kılındığını da
kimsenin anlamadığını düşünüyorlar. Kendi siyasi tercihleri için
“tüyü bitmedik yetimin hakkını, beyt’ü-l mal’i” kullanıyor olmaları
seçmeni, tabanı, kendi deyimleriyle “camiayı” rahatsız etmez
sanıyorlar. Oysa o şaşaa ancak kendi gözlerini ve kulaklarını
“mühürlüyor.” Sadece kendi izanlarını köreltiyor.
Daha önce de yazdığım gibi gözlemlerim, izlenimlerim, seçmenin
her şeyin gayet farkında olduğu yönünde. Uzun yıllardır süren
siyasal kamplaşma sonucu farklı toplumsal kesimler yekdiğerinin
düşüncelerinden hayli habersiz. Bu nedenle yazıyı biraz fazla
uzatma pahasına sevgili okurlar, sizlere, dindar kesimin çokça
okuduğu yazarlardan küçük bir seçki sunmak istiyorum. Hem
referandum ve paket hakkında, hem de tabanın hissiyatı hakkındaki
gözlemde yalnız olmadığımı bilmek isteyenler için.
Atilla Aytemur, Referanduma giderken “Hak ve Adalet” başlıklı
yazısında, Hak ve Adalet Platformu bildirisine yer yeriyor.
“Bildiri, mağduriyetlerin çoğalmaması ve istişareci bir demokrasi
adına 'hayır' çağrısıyla son buluyor” değerlendirmesiyle
tamamladığı yazısında AK Parti tabanı diyebileceğimiz kesimin
referanduma ilişkin hissiyatını da aşağıdaki gözlemleriyle
sunmakta:
“Lakin 'evet' demesi beklenenlerin önemli bir bölümü neye 'evet'
diyeceklerini bir türlü çözemedi. Savunulan maddelerin öyle her
sorunu halledecek, her düşmanı alt edecek bir şey gibi sunulması
kafaları iyice karıştırıyor.” … “Önerilen 18 madde arasında
memleketi düzlüğe çıkaracak, sorunlara mucizevi bir şekilde çözüm
getirecek bir şey göremeyince, yapılan propagandanın ölçüsüzlüğü ve
abartısı nedeniyle konuya iyice yabancılaşma hissediyorlar.”
Dikkatinize sunmak istediğim bir diğer alıntı, Gürbüz
Özaltınlı’ya ait. Sürecin başından itibaren dikkatle izlediğim pek
çok yazısında, anayasa değişiklik paketinin “kabul edilemezliğini”
detaylı ve herkes için anlaşılır biçimde kaleme alan yazarlardan:
“Bu anayasa Meclis’i de Yargı’yı da seçilmiş başkanın kontrolü
altına vermeyi dizayn eden bir metindir. Ve bunu yaparken hiç de
ince bir işçilikle, gözden kaçabilecek bir sofistikasyonla
yapmamaktadır. Maddeler açık seçik bağırmaktadır: Bu ülkede yasama,
yargı ve yürütme seçilmiş başkanın elinde toplanacaktır…”
“Başkan, yasama organının kanun yapma yetkisine de ortak
kılındı. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri getirildi. Bu yetki
şimdi, 'Anayasa’ya ve yasalara aykırı olamaz; yasayla
düzenlenen bir konuda ve insan hak ve özgürlükleri kapsamında
kararname çıkartılamaz' denilerek önemsizleştirilmeye çalışılıyor.
Oysa kanun gücünde kararname çıkartmak yetkisi -özellikle parti
başkanı olarak parlamento çoğunluğunu şekillendirme iradesine sahip
bir başkanlık sisteminde- olağanüstü bir yetkidir. Muhalefeti iyice
etkisizleştirecek denetimsiz bir yasama aracına dönüştürülmeye çok
müsaittir.”
“Başkan bütün bürokrasiye hiçbir denetim ve onay mekanizması
olmaksızın dilediği her atamayı yapma yetkisine sahip
kılınıyor. 'Kişilikli parlamento'ya, yapılan atamaları resmî
gazeteden izlemek işi kalıyor.”
Referandum sürecinde hayır kampanyası yürütenleri handiyse
"dinden çıkmış" sayan, bana ve muhtemelen birçoklarına “hayır
diyorsan çıkar o başörtüyü” hezeyanlarıyla saldıran din
istismarcıları var bir de. Hayrettin Karaman ise onları ıslah(?)
edercesine “dindar hayırcılara” bir nevi “azınlık statüsü”
tanıyarak yaşama hakkı sunmuştu. Sağ olsun. Bu bağlamda en güzel
cevaplardan biri İbrahim Kiras’dan geldi. “… din alimlerinin görevi
benimsedikleri siyasi görüşe dini dayanak bulmak değil, hurma
ağaçlarının aşılanması konusunda fikrini soran ashabına 'dünya
işlerini siz benden daha iyi bilirsiniz' cevabını veren İslam
Peygamberinin yolunu izlemek olmalıdır.”
Tanımmış ve çok okunan gazete ve kalemlerin bazılarından aldığım
seçkiyle seçmenin yaklaşımı, muhtemelen iktidarın da dikkatini
çekiyor. Yüksek yüzdelerden söz edilmez oldu artık. Toplumsal
sözleşme niteliğini filan da bir kenara bırakıp, referanduma
sunulan sıradan bir düzenlemeymiş gibi yüzde 50+1 le yetinme
“kanaatkârlığını” dile getirmeye başladılar. Bir mahallenin adını
değiştirmek için yetecek oranın, anayasa için de yeterli bulunması,
referandum sonrası için işaret. Kabul de ret de içinde yaşadığımız
kaotik ortamı değiştirecek gibi görünmüyor.
"Yüzde 50+1 evet bize yeter" derken, yüzde 50+1 “hayır” çıkınca
yetineceklerinin işaretini de vermiyorlar. İç savaş, terör, bölünme
gibi eski korku senaryolarını tekrarlayıp, silahlı fotolarla
toplumu sindirme gayretindeler. Bu arada yeri gelmişken belirteyim,
Avrupa ülkelerinde görülen Erdoğan’a yöneltilmiş tabancalı
afişlerle terör örgütleri de, onlara müsamaha gösteren ülkeler de
aynı şekilde korku(!) salarak “evet” için çalışıyor. Tüm zihnimle
karşı olduğum bu pakete "hayır" demeye devam ederken Sn.
Cumhurbaşkanımıza yönelik böyle bir terör tehdidi karşısında da tüm
kalbimle yanında olduğumu belirtmeliyim. Eminim herkes de böyle
hissediyordur. Umarım "hayır" diyenlere de evet diyenlere de
tehditkâr afiş ve fotoların olumsuz etkisi olmaz. Siyasete silahın
gölgesi düşmez, umarım.