Süper Lig’deki son üç maçını kazanamayan Beşiktaş'ın sıradaki
rakibi, geçen sezon ligde filelerini havalandıramadığı tek takım
olan Giresunspor’du. Maç öncesinde verdiği kısa demeçte Beşiktaş’ı
çok iyi tanıdıklarını söyleyen teknik direktör Hakan Keleş ise
rakibinin güçlü yanlarını dört başlıkta özetlemişti.
Birincisi uzun toplardı. Beşiktaş’ın geriden oyun kuramadığında
uzun toplara başvurduğunu ve bu anlarda ikinci topların önemli
olacağını söyledi Keleş. İkincisi kanat hücumları ve ortalardı.
Bunlara da önlem almaları gerektiğini belirtti. Üçüncüsü duran
toplardı. Beşiktaş’ın duran top setlerinin çok etkili olduğunun
altını çizdi. Dördüncüsü ise ön alan baskısıydı.
Beşiktaş ise Keleş’in vurguladığı bu dört önemli özelliğinin
yalnızca birini uygulayabildi dün akşam: Duran toplar. Diğer üç
güçlü yanını neden gösteremediğini ise biraz irdelemek lâzım. İlk
maddeyle, yani uzun toplarla başlayalım.
WEGHORST'TAN FAYDALANILAMADI
Aslında Beşiktaş’ın dün akşam her zamankinden daha fazla uzun
toplara yönelmesi gerekiyordu. Bunun iki nedeni vardı: Birincisi,
zeminin pas yapmaya müsait olmamasıydı. İkincisi ise Giresunspor’un
savunma merkezindeki Ramón Arias’ın 1.78, Aléxis Perez’in 1.81
boyunda olmasıydı. Başka bir deyişle, Wout Weghorst bu ikilinin boy
ortalamasından 18 santimetre daha uzundu. Rakip analizinde bu
durumun farkına vardığı an Valérien Ismaël’in gözlerinin parlamış
olması gerek. Ama dün akşam nedense Beşiktaş bu eşleşmenin
avantajını hiç kullanamadı.
Savunmadan uzun toplarla hiç çıkılmadı değil. Ama bu uzun toplar
Weghorst ile bir türlü buluşturulamadı. Öyle ki, geçen haftaki
Fenerbahçe maçında arkasındaki 1.96’lık Gustavo Henrique ile tam 11
hava topu mücadelesine çıkan ve bunların sadece birini kazanabilen
Weghorst, dün akşam bariz bir fiziksel avantaja sahip olduğu Arias
ve Perez’e karşı tek bir hava topu mücadelesine bile girmedi. Aynı
şekilde kanat hücumlarındaki ortalarda da Weghorst’un rakip
savunmaya olan fiziksel avantajından faydalanılamadı.
Diğer sorunun, yani ön alan baskısının iyi yapılamamasının
nedeniyse daha açıktı. Ama buna geçmeden önce Ismaël’in 11
tercihine kısaca bir değinmek gerekebilir.
Sakatlığı bulunan Salih Uçan’ın yokluğunda Beşiktaş’ın merkez
orta sahasının Josef de Souza, Gedson Fernandes ve Dele Alli
üçlüsünden oluşması bekleniyordu. Öyle de oldu. Ama sahada üç yerli
oyuncu bulundurma zorunluluğu olduğu için, Ersin Destanoğlu ve
Tayyip Talha Sanuç’un dışındaki üçüncü yerli oyuncunun sol bek
Arthur Masuaku yerine Umut Meraş ya da Tayfur Bingöl’ün olması
bekleniyordu. Ya da Dele Alli’nin yedek başlayıp, Tayfur’un orta
sahadaki üçüncü oyuncu olması da muhtemel seçeneklerden bir
diğeriydi. Ismaël ise beklenmeyen bir şey yaptı ve Jackson
Muleka’yı yedek kulübesine çekip Tayfur’u sağ kanada
koydu.
Bundan iki sonuç çıkarabiliriz: Birincisi, Ismaël belli ki
Masuaku’yu zorunda olmadığı müddetçe kesmeyi düşünmüyor. İkincisi
ise özellikle fiziksel açıdan takımın aşağısında olduğu bariz olan
Dele Alli’nin formunu onu bekleterek ya da oyuna sonradan alarak
değil, üst üste oynatarak yükseltmeyi hedefliyor.
Tayfur ise henüz çok kısa süredir Beşiktaş’ta olsa da şimdiden
takımın jokeri olmayı başardı. Geldiğinden beri sağ bek, merkez
orta saha ve dün akşam sağ kanat olmak üzere üç ayrı pozisyonda
oynatıldı ve hâlâ sol bekte Masuaku’yu ya da sol kanatta Kevin
Nkoudou ve Nathan Redmond’ı yedekleyebilir. Üstelik kullanıldığı
her pozisyonda belli bir standardı koruyabilmesi de cabası.
Gelelim Beşiktaş’ın belki de en güçlü yanı olan ön alan
baskısını dün akşam göremememizin nedenlerine. Aslında bu dün
akşama özel bir durum değil, bir süredir Beşiktaş’ın sezon
başındaki yoğunluğunun azaldığı görülüyor. Bunda da en büyük etken
Dele Alli. İngiliz oyuncunun fiziksel olarak bir hayli kötü durumda
olması, Beşiktaş’ı hem merkezde eksik bırakıyor hem de topsuz
oyundaki etkinliğini ciddi olarak aşağı çekiyor.
Elbette ondan öncelikle beklenen şeyler pres yapması ve top
kazanması değil. Ama Beşiktaş’ın futbolunu tanımlayan ana
başlıkların neredeyse hiçbirine katkı sağlayamazken, ondan toplu
oyunda beklenen yaratıcılık ve
skorerlik gibi konularda da bir fark yaratamayınca
sahadaki varlığı iyice kuşkulu bir hâl alıyor. Üstelik Rachid
Ghezzal’den de sakatlığı sebebiyle uzun süredir fayda alınamadığı
için Dele Alli’nin bilhassa toplu oyundaki sorumluluğu daha da
artıyor. Ama o en azından şu an için bu sorumluluğun altında
eziliyor gibi görünüyor.
Tottenham ve Everton’daki son deneyimlerinden özellikle zihinsel
açıdan hayli yıpranarak geldiği için Dele Alli’nin burada yeni bir
başlangıç yapabilmesi adına öncelikle kendisine güven duyulmasına
ihtiyaç duyduğu kesin. Ismaël de onu ısrarla oynatarak bu güveni
vermeye çalışıyor olmalı. Ama bir yandan da Beşiktaş, Dele Alli’yi
kazanmaya çalışırken oyununu kaybediyor.
Benzer şeyleri bir diğer İngiliz oyuncu Redmond için de söylemek
mümkün. Premier Lig’deki son sezonlarını Dele Alli gibi kayıp
geçirmemesine ve Southampton gibi fiziksel olarak üst düzey bir
takımdan gelmesine rağmen o da şu an Beşiktaş’ın başlangıç planında
yer alabilecek durumda görünmüyor.
Orta sahada Salih’in yerine Josef’in girmesi ise Beşiktaş’ın
toplu ve topsuz oyun dengelerini ters yüz eden başka bir detay.
Siyah-beyazlıların şu ana dek toplu oyundaki en üretken
performanslarını gösterdiği Karagümrük ve Sivasspor maçlarında
Salih’in savunma önünde çok parlak performanslar göstermesi tesadüf
değildi. Tıpkı neredeyse hiç pozisyonun verilmediği Fenerbahçe ve
Giresunspor maçlarında Josef’in savunma önüne yerleşmesinin tesadüf
olmaması gibi. Josef’in varlığı Beşiktaş’ı daha iyi bir karşılama
takımı yapsa da, onun Salih’in yerini alması aynı şekilde toplu
oyunu da aşağı çekiyor.
Bu açıdan Beşiktaş’ın toplu ve topsuz oyun arasında hâlâ bir
denge arayışında olduğu söylenebilir. Açıkçası Weghorst dışında hem
toplu hem de topsuz oyuna da eşit ölçüde katkı sunabilen çok
oyuncusu yok. Diğer oyuncuların pek çoğu ya toplu oyunda ya da
topsuz oyunda zaaflar doğuruyor. Bu yüzden takımın biraz daha yol
alması ve oyuncuların bireysel eksikliklerinin daha az görünmesi
için kolektif oyunun daha çok gelişmesi lâzım.
Elbette bireysel olarak da Ghezzal’in takıma geri dönmesi, toplu
oyundaki birçok sorunu giderecek ve Beşiktaş’ı duran toplar dışında
da daha üretken bir takıma dönüştürecektir.
ÇÖZÜLEMEYEN SORUN
Beşiktaş’ın sezon başından beri yaşadığı en önemli sorun ise
maçlara fiziksel olarak çok yoğun bir şekilde girildiği ve aynı
zamanda oyuna sonradan giren oyunculardan yeterli katkı alınamadığı
için ikinci yarıların son bölümlerinde geçirdiği fiziksel düşüştü.
Bu da takımın geri çekilmesine ve rakibin oyuna ortak olmasına
neden oluyordu. Hâlen çözülemeyen bu sorun dün akşam Giresun’da da
yaşandı.
Fransız teknik direktörün oyunun bu anlarına yönelik bir çözüm
geliştirmesi şart. Bu sezon Süper Lig’de maç başına kalesine en az
isabetli şut gelen ve rakiplerini en düşük gol beklentisinde tutan
takım Beşiktaş. Ismaël’in rakibi karşılama anlamında gerçekten iyi
bir takım yarattığını söylemek şimdiden mümkün. Fakat gereğinden
fazla geri çekilerek, tıpkı Alanyaspor maçında olduğu gibi, rakibe
doğru dürüst bir şans vermeseniz dahi umut veriyorsunuz. Rakibiniz
de o umut sayesinde sizi cezalandırabileceği anları ve küçük
fırsatları kovalamaya başlıyor. Dün akşam Oğulcan Çağlayan’ın son
dakikadaki golü VAR’dan dönmeseydi yine aynısı olacaktı.
Bu yüzden Beşiktaş’ın özellikle oyunun son anlarında rakibe
fiziksel olarak bir karşılık veremiyorsa, kontrataklarla rakibi
tehdit edemiyorsa, o hâlde aktif bir dinlenme içinde topla
savunmaya geçmeye ya da başka bir deyişle, oyunu kendi kontrolünde
öldürmeye ihtiyacı var. Bunu yapamayıp sadece geri çekilerek topun
arkasına geçtikleri müddetçe hemen her maçın sonu kendileri için
diken üstünde geçer ve pozisyon üstünlüğünün net olarak
kendilerinde olduğu maçlardan dahi puan kaybederek
ayrılabilirler.
Giresunspor’un verilmeyen golüyse Beşiktaş için çok iyi olmuş ve
onları çok sıkıntılı bir durumdan kurtarmış olabilir, ama VAR ile
birlikte maçlarda çok sık karşılaştığımız bu milimetrelik ofsayt
kararlarının futbol için hiç ama hiç iyi olmadığının altını çizmek
lâzım.
Sonuç olarak ise üç maçtır galip gelemeyen bir büyük takımın
dördüncü maçında doğal olarak bir tepki vermesi ve o maçı mutlaka
kazanması beklenir. Beşiktaş’tan da dün akşam beklenen öncelikle
buydu ve bunu başardı. Elbette oyun olarak da son haftalardaki
geriye gidişin sonlanması bekleniyordu, ama bu beklenti
gerçekleşmedi. Buna en başta Giresun’daki berbat ötesi zemin
engeldi. Stadyumları büyütüp yenilerken, zeminlerin eskisinden de
kötü olması, Türk tipi modernleşmenin futboldaki bir tezahürü olsa
gerek.