Beşiktaş’ın transferden önce antrenmana ihtiyacı var

Maçın adı çok büyük olsa da aslında sahada gerçek anlamda bir maç olmadı. Fenerbahçe son vuruşlar haricinde istediği her şeyi yaparken, Beşiktaş ise hiçbir anlamda oyunun ortağı olamadı. Aslında sahada iki takım değil, tek bir takım vardı. Diğer takım çaresizce rakibinin bitmek tükenmek bilmeyen akınlarının bir şekilde sonuçsuz kalmasını bekledi. Tıpkı bu sezon birçok maçta olduğu gibi.

Onur Özgen oozgen@gazeteduvar.com.tr

Beşiktaş’ta çok uzun zamandır bir huzursuzluk ve güvensizlik ortamı vardı. Belki de Sergen Yalçın’ın takımın başından ayrıldığı günden beri bunun olduğu söylenebilir. Ama taraftarların büyük ölçüde etrafında birleştikleri Hasan Arat’ın, geçtiğimiz hafta Beşiktaş kongresinin de bu gerçeğe sırt çevirmeyip ezici bir üstünlükle kendisini başkan seçmesinin ardından bu huzursuz ve güvensiz ortam dağıldı. 

Bu yüzden Fenerbahçe maçında uzun bir süre sonra taraftarlarının desteğini arkasına alması bekleniyordu Beşiktaş’ın. Ve bu desteğe baskılı bir futbolla karşılık vermesi gerekiyordu. Taraftarlar kendi görevlerini yapıp, soğuk havaya rağmen tribünleri tıklım tıklım doldurdu. Ama takım kendi üstüne düşeni yine yapamadı.

Büyük takımlar, bazen çok kötü bir sezon geçirebilirler. Ama o sezonlarda dahi en azından büyük maçları bir fırsat olarak görürler ve bu maçlarda neleri var neleri yok ortaya koyarlar. Beşiktaş’tan da Fenerbahçe karşısında beklenen buydu. 

Rıza Çalımbay’ın oyun anlayışı da bu tip maçlarda sonuç almak için gayet uygun görünüyordu. Çalımbay’ın takımlarını düşündüğümüzde aklımıza ilk gelen şey nedir? Öncelikle ön alanda rakibe yapılan bire bir baskılar gelir. Beşiktaş’ın Fenerbahçe karşısındaki ilk 11’i açıklandığında da yine bunu göreceğimizi düşündük. Orta sahanın teknik kapasitesi en yüksek oyuncuları Amir Hadziahmetovic ve Salih Uçan kenara çekilmiş, savunma önüne Necip Uysal geçmişti. Sadece bu bile Beşiktaş’ın nasıl bir futbol oynayabileceğine dair çok şey anlatıyordu. Ayrıca uzun zamandır fiziksel olarak hiç iyi bir durumda olmadığını gösteren Vincent Aboubakar’ın yerine de yine daha mücadele etmeye uygun Jackson Muleka on bire girmişti. Bakhtiyor Zaynutdinov’un yerine de Ante Rebic sol kanattaydı.

Beşiktaş’ın mevcut fiziksel durumu yoğunluklu bir baskı oyununu oynayabilmek için yeterli değildi elbette, ama yine de bu maça özel, hem atmosferin hem de maçın heybetinin etkisiyle bir şok yükleme olabilirdi belki. Tek şansları da buydu; Fenerbahçe’yi temponun yükseldiği ve alanların genişlediği bir oyunun içine çekmek ve bu oyunun içinde rakibine fiziksel olarak karşılık vermek. Zira rakipleriyle aralarında büyük bir teknik beceri farkı vardı. Fakat siyah-beyazlılar, rakibiyle oyunun hiçbir aşamasında fiziksel olarak da boy ölçüşemedi. Böylece iki takım arasındaki güç farkı daha da ortaya çıktı.

SAHADA BİR MAÇ OLMADI

Sarı-lacivertliler teknik anlamda gerçekten çok marifetli bir hücum dörtlüsüne sahip; Edin Dzeko, Dusan Tadic, İrfan Can Kahveci ve Sebastian Szymanski. Bu dörtlüyü arkadan Fred ve Ferdi Kadıoğlu da çok iyi destekliyor. Derbide uzun bir sürenin ardından sahalara geri dönen Djiku da -her ne kadar Fenerbahçe’nin yediği gol onun top kaybının ardından gelse de- savunmanın merkezinden topların genellikle iyi çıkmasını sağlıyor. Bu yüzden Fenerbahçe’nin Beşiktaş presini kırıp karşı sahaya yerleşmesi hâlinde rakibine üstünlük kuracağı gayet açıktı. Öyle de oldu.

Maçın adı çok büyük olsa da aslında sahada gerçek anlamda bir maç olmadı. Fenerbahçe son vuruşlar haricinde istediği her şeyi yaparken, Beşiktaş ise hiçbir anlamda oyunun ortağı olamadı. Aslında sahada iki takım değil, tek bir takım vardı. Diğer takım çaresizce rakibinin bitmek tükenmek bilmeyen akınlarının bir şekilde sonuçsuz kalmasını bekledi. Tıpkı bu sezon birçok maçta olduğu gibi. 

Siyah-beyazlılar an itibarıyla sezon ortasında futbol oynamaya daha fazla devam edemeyecek durumda. Artık hedefte sadece futbolcular var. Zira bu takımı kuran başkan gitti, yönetim değişti, teknik direktör üç kez değişti. Artık onlardan başka kızacak, suçlayacak kimse kalmadı. Şimdi yeni yönetimden beklenen bu takımı bir an önce dağıtıp, yeni bir takım kurmaları. Elbette kimse bunun maliyetiyle ilgilenmiyor. Bu takım kurulurken de ilgilenmiyorlardı. 

Gerçekteyse Beşiktaş’ın ihtiyacı transfer değil. Transfer Beşiktaş’ın çözümü değil, bilâkis sorunlarının kaynağı. Son bir buçuk yılda otuza yakın transfer yapan bir takımın öncelikli ihtiyacı nasıl hâlâ transfer yapmak olabilir? Bir takımda birkaç oyuncu aksıyorsa, yerlerine yeni oyuncu bakabilirsiniz. Ama takımın tamamı çökmüş durumdaysa, her hafta bu kadar sakat veriyorsa, rakipleriyle fiziksel olarak baş edemiyorsa ve teknik anlamda sahaya hiçbir şey koyamıyorsa, o takımın öncelikli ihtiyacı transfer değil antrenmandır. 

EN KÖTÜ BEŞİKTAŞ BU MU?

Beşiktaş’ın daha önce de çok kötü takımları olmuştu elbette. Bilhassa Yıldırım Demirören başkanlığındaki sekiz yıllık karanlık dönemde bir dolu bulunabilir. Fikret Orman’ın son dönemi de hiç iyi geçmemişti. Ahmet Nur Çebi döneminde önceki iki sezonda da henüz ekim ayında şampiyonluk yarışına havlu atılmıştı. 

Ama bu takım, Beşiktaş’ın modern dönemdeki uzak ara en kişiliksiz takımı. Kalite anlamında bundan çok daha kötü takımları olmuştu Beşiktaş’ın, ama bu kadar kişiliksiz bir takımı hiç olmamıştı. Bu yüzden aralık ayında üçüncü teknik direktör geçti Beşiktaş’ın başına. Bu da daha önce hiç olmamıştı.

Ve üçüncü teknik direktörün, yani Rıza Çalımbay’ın da bu takım için yapabileceği çok fazla bir şey yok gibi görünüyor. Kendi adıma Çalımbay’ın özverisinin, çalışkanlığının ve disiplininin en azından kısa vadede bu takıma iyi gelebileceğini düşünüyordum. Ama göreve geldikten sonra bize gösterdikleri, ne yazık ki hayâl kırıklığı oldu. Gerek oyun üzerine düşünceleri, gerekse oyuncu tercihleri, 18 yıl önceki ilk Beşiktaş dönemindeki gibi yine çok tahmin edilebilir ve statükodan yana. Bu hâlde Çalımbay’ın ikinci Beşiktaş dönemi de muhtemelen uzun sürmeyecek.

Elbette Çalımbay’ın görevine devam edebilmesi için öncelikle sonuç alması gerekiyor. Bu anlaşılabilir. Birçok tercihinde bunu gözetmesi de anlaşılabilir. Çok zor bir durumun içinde olduğu ve bunu toparlamanın hiç kolay olmadığı da kesin. Ama kendisinden önce defalarca denenip olmamış şeyleri yapıp farklı sonuçların doğmasını beklemek… İşte bunu anlayabilmek mümkün değil. 

Kısa süre önce A Millî Takım’ın başında da bir değişiklik oldu; Stefan Kuntz gitti, Vincenzo Montella geldi. Kuntz döneminde orta sahada sürekli Hakan Çalhanoğlu ile Orkun Kökçü oynuyordu ve bu iyi bir sonuç vermiyordu. Montella gelir gelmez bunu değiştirdi ve orayı daha farklı bir şekilde, İsmail Yüksek ve Salih Özcan ikilisiyle kurguladı. Ya da Kuntz döneminde hiç şans bulamayan, daha önce Adana Demirspor’da çalıştığı oyunculara süre verdi. Yaptığı bu iki değişiklik de takımda olumlu sonuç verdi.

Rıza Çalımbay’ın da Beşiktaş’ta bir şeyleri değiştirmesi, en azından kendisinden önce nelerin denenip olmadığını tespit edip, artık bunlarda ısrar etmemesi gerekiyordu. Belki sonuç yine iyi olmayabilirdi. Ama denemek zorundaydı Beşiktaş. Çalımbay ise bu konuda çok temkinli davranmayı seçti. 

Rıza Çalımbay’a Beşiktaş formasını emanet ettiklerinde henüz 17 yaşındaydı. Ama ne yazık ki kendisi aynı cesareti bugünün özkaynak oyuncuları için gösteremedi. Bu orta sahasızlıkta Demir Ege Tıknaz’ı ligde bir maçta ilk 11’de başlatamadı. Hücum hattı hareketsizlikten kırılırken U19 Millî Takımı'nın yıldızı Semih Kılıçsoy’a sadece Samsunspor maçında bir dakika süre verebildi. Elinde stoper kalmamışken Aytuğ Batur Kömeç’e güvenemedi, Onur Bulut’u stoper oynattı.

Yanlış anlaşılmasın, kendi adıma bu oyuncuların sadece genç oldukları için oynamaları gerektiğini savunmuyorum, yerlerine oynayanlardan daha iyi oldukları için oynamalarını bekliyorum. Aynı zamanda atletik performans olarak çok kötü bir seviyede olan takıma bu anlamda da iyi gelebilirler. Taraftarlara bu sezonun kalan kısmında Beşiktaş’a dair merak edecekleri, heyecanlanacakları bir sebep olabilirler. Bu saçma sapan sezonun Beşiktaş adına bir anlamı olabilirler. Bu yüzden oynamaları gerekiyor.

Beşiktaş, 1997-98 sezonunda da ligde 6. olmuştu. Ama o sezon takımın başında olan John Benjamin Toshack sayesinde özkaynaktan Nihat Kahveci ve Yasin Sülün’ü A takıma çıkarmıştı. Bu tip kayıp sezonlar böyledir. Bir süre sonra artık maç kazanmaya değil, oyuncu kazanmaya çalışırsınız. Beşiktaş’ın da artık maç kazanmaya çalışmaktan vazgeçip, bir an önce gelecek sezonlar için bir şeyler inşa etmeye başlaması gerekiyor.

Beşiktaş’ta başkanlar değişti, yöneticiler değişti, kulüp profesyonelleri değişti, teknik direktörler bir sezonda tam üç kez değişti, belki dördüncü defa yine değişecek. Ama esas olarak kulübün bütün bakış açısı, tahayyülü değişmek zorunda. Mühim olan bu. Aksi takdirde sadece koltukların sahipleri değişmiş olur.

Tüm yazılarını göster