Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy bu yılın sonuna kadar “Beyoğlu Kültür Yolu” projesinin hayata geçirileceğini söyledi. Böylelikle Galataport'tan başlayıp Galata Kulesi'ne, Doğan Apartmanı’nın bulunduğu sokaktan Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’ne, İstiklal Caddesi’nden de Atatürk Kültür Merkezi’ne ulaşan rota, bir kültür ve sanat yolu olarak İstanbulluların kullanımına açılıyor.
İyi, hoş da, Beyoğlu zaten daha önce ne idi ki?
Beyoğlu her zaman kozmopolit ve farklı düşüncelere yer veren toplumsal yapısı, kamusal özgürlük ortamı, renkli mekânları ile kültür ve sanat alanında yeni düşünceler doğuran ve sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin dünyaya açılan kapısı olmuştur.
Ancak kabul edilmeli ki, son 10 yıldır, özellikle de Gezi Parkı Direnişi’nden beri, Beyoğlu biraz tuhaf bir yere dönüştü. AKM yıkıldı ve bir iki basit düzenleme ile Taksim Meydanı kaderine terk edildi. İstiklal Caddesi halen kalabalık fakat eski tadı tuzu yok. Tarihi binalar, cephelerine satılık ya da kiralık ilanları asılarak köhneleşmeye bırakıldı. Uluslararası müzisyenlerin canlı performanslarını izleyebileceğiniz eğlence yerlerinin çoğu kapandı. Emek Sineması yıkıldı ve güya aslına uygun olarak yeniden yapılarak yeni yapının üst katına taşındı. Robinson Crusoe Kitapevi yüksek kiralara dayanamayarak kendisine ancak SALT’ın üst katında yer bulabildi. Ve İstiklal Caddesi gece geç saatlere kadar açık mağazalara, dönercilere ve tatlıcılara teslim edildi.
Tabii bu anlattıklarım Beyoğlu’nun sonu anlamına gelmiyor. Beyoğlu aslında bir süredir uluslararası büyük sermayenin eline geçmesinin çöküntü ara dönemini yaşıyor. Yoksa niye o kadar yatırım yapılarak İstiklal Caddesi üzerinde Demirören AVM açılsın ya da hemen dibinde, Tarlabaşı 360 projesi ile bölge sakinleri yerlerinden sürülerek, Tarlabaşına lüks konutlar, alışveriş ve eğlence mekânları açılsın?
Zaten Bakan Ersoy, Beyoğlu Kültür Yolu Projesi’nin açıklamasını her ne kadar Galata Kulesi önünde yapsa da, kültür yolunun başlangıç noktası olarak eski PTT binası ve tarihi Karaköy yolcu salonunun yıkımına (nolur, “ama aslına uygun yeniden yapılacaklar” demeyin) neden olan Galataport’u seçmiş. Sürekli “kültür ve sanat” kelimelerini kullansa da araya hep turizm kelimesi sızıyor ve Galataport’a 5 Nisan’da ilk geminin yanaşması ile bölgenin kalkınacağını söylüyor.
Açıklamasında sürekli tekrarlanan başka kelimeler de var: “Kamulaştırma, yıkma, temizleme, genişletme, restorasyon, yeniden yapma.” Belli ki kültür ve sanat yolunun enstrümanları bunlar olacak, yeni bir yıkma ve inşaat faaliyeti başlayacak, Beyoğlu rant ekonomisine dayalı uluslararası sermayeye açılacak.
İlk olarak yönetimi vakıflarda olan Galata Kulesi’ni Kültür ve Turizm Bakanlığı devralacak ve kulenin hemen dibinde yer alan sonradan yapılmış kırmızı çatılı bina yıkılarak, meydan genişleyecek, burada yılın her zamanı opera, bale, tiyatro gösterileri yapılacak. Kırmızı çatılı bina, herhalde ben kendimi bildim bileli orada bulunan kahvehane olmalı. Özellikle Beyoğlu köhneleşip, kafe ve eğlence yerleri Galata ve Karaköy’e kayınca, bölgede makul fiyata çay-kahve içebilecek tek yerden bahsediyoruz. Üstelik orası, güzelim gölgesi ile yaz aylarında serinleyebileceğiniz de tek yer.
Genişletilmiş Galata Meydanı’nda opera, bale, tiyatro gösterileri yapılacak denilince ise aklıma Narmanlı Han’ın önünde bir ara tek başına dönen, gelen geçenin fotoğraf çektiği semazenin zavallılığı geliyor. O gösteri hemen 50 metre uzağında, Galip Dede Caddesi üzerinde 1491 tarihli Galata Mevlevihanesi'ne ve orada tüm ritüelleri ile yapılan sema törenlerine ilgiyi arttırmadı ve gösteri biraz seyret, bir iki fotoğraf çek, tüket ve yoluna devam et kültürünün parçası olmaktan öteye gidemedi. Oysa her şey kendi yerinde, mekânında güzeldir.
Kültür yolu daha sonra Doğan Apartmanı’nın olduğu sokağın sağlıklaştırılması üzerinden kendi iktidarları döneminde kapatılan ve şimdi tekrar açacakları Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nin bulunduğu noktadan İstiklal Caddesi'ne ulaşıyor ve oradan içinde Atlas Sineması’nın olduğu Atlas Pasajı’na doğru uzanıyor.
Ancak Bakan Ersoy, Galata Meydanı’na bu kadar önem verirken, Galatasaray Meydanı’ndan, Cumartesi Anneleri’nin yerini alan ve yeni Yapı Kredi Kültür ve Sanat Merkezi’nin şeffaf cephesine yaslanmış “tam zamanlı” polis bariyerinden bahsetmekten özenle kaçınıyor. Yeni kültür yolunun artık ne vicdanları yaralayan Cumartesi Anneleri'ne, ne toplumsal muhalefete ne de LGBTİ Onur Yürüyüşü gibi toplumsal farklılıkların görünürlüklerine açık olmadığını söylemeye gerek bile yok.
Atlas Sineması film galalarının yapıldığı, kırmızı halıların serildiği bir yer olarak düşünülüyor. Buna hiçbir itirazım yok. Ama hangi filmlerin galası? Türkiye’de bağımsız sinemacılık can çekişiyor. Her film, her konu Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan destek alamıyor. Bu alana da “yerli ve milli” görüşü hakim. Destek almadan çekilen filmler ise dağıtım tekeli yüzünden sinema salonlarında ancak birkaç hafta oynayıp geri çekilmek zorunda kalıyorlar. Bu satırları yazarken aklımda Kıvanç Sezer’in işçi cinayetlerini anlattığı ödüllü “Babamın Kanatları”ndan sonra şimdi de orta sınıfın buhranını anlattığı ve yine ödüllü ikinci filmi “Küçük Şeyler” vardı. Düşünüyorum da Atlas Pasajı tüm görkemi ile bir bağımsız sinema merkezi ve okulu olsa ne güzel olurdu.
Bu arada şu an üzerinde satılık ya da kiralık ilanı bulunan tarihi binaları bakanlık ya satın alıyor ya da uzun süreli kiralama koşulu ile kendisi restorasyonunu yaparak, her bir yapıyı kültür ve sanat merkezine dönüştürüyorlar. Bu noktada bu binaların ticari potansiyellerini görmemek gibi bir saflığa düşmeyelim. Bu sayede mevcut mal sahiplerinden yeni ticari işletmecilerine çok şık bir devir gerçekleştirilmek istendiğinin aksini düşünmek zor. Narmanlı Han’ın bütün detaylarını yok eden, neredeyse gelişigüzel sıva, boya, badana düzeyindeki restorasyonu da olası yeni restorasyonların kalitesi hakkında yeterli bilgiyi verecektir.
Tabii kültür yolunun son noktası Taksim Meydanı ve yeni Atatürk Kültür Merkezi olacak. İktidarın tasarrufundaki bir Taksim Meydanı’nın nasıl bir yer olabileceğini daha önce “Herkesin Taksim’i” yazımda açıklamıştım: Yoksullardan, ötekilerden arındırılmış, tek tip kullanıcıya hizmet verecek, ehlileşmiş, dekor bir mekan. Bir gösteri mekanı. Bir metropolün sağladığı kozmopolitlikten beslenen, tesadüflerin, olayların, özgürlüklerin değil, iktidarın izin verdiği gösterinin mekânı.
Söylenmesi gereken son bir şey kaldı.
İki gün önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu “İstanbul Senin” sloganı ile İstanbul Planlama Ajansı’nın (İPA) tanıtımını yaptı. İPA sayesinde toplumun her kesiminden paydaşlar ile kent üstüne bir arada düşünülmesi, ciddi bir veri bankası oluşturulması, sorunların belirlenmesi, şeffaf bir süreçle adil projeler üretilmesi ve hayata geçirilmesi amaçlanıyor. İmamoğlu bu çerçevede başta Taksim Meydanı olmak üzere İstanbul’un meydanları için projeler elde edilmesi için yarışmalar düzenleneceğini ve halkın onayına sunacağını duyurdu.
Beyoğlu Kültür Yolu Projesi'nin, İBB’nin attığı bu adımlar düşünülürse, diğer her şeyin yanında, kendisine muhalif bir yerel yönetimi yıpratmayı amaçlayan otoriter bir hükümetin İstanbul’a yukarıdan yapılan bir dayatma ile yönetimin halen kendisinde olduğunu ispatlama çabası olduğu da çok açık. Tabii asıl konu İstanbul’u bekleyen deprem riski ve Kanal İstanbul’un akıbetinin ne olacağı.