Geçtiğimiz hafta Beyoğlu’ndan söz etmiş, Mirkelam’ın “Beyoğlu” adlı şarkısının izini sürerek ilçenin değişim tarihinden söz etmiştim. Beyoğlu, sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin de kalbi. Bütün dönüşümlerin yaşandığı ilk yer: Bir anlamda memleketin vitrini. Onun içindir ki orada her ne oluyorsa sonrasında bu, memlekete yayılıyor. Bugün orada gerçekleşecek olan, yarın memleketteki dönüşümün, değişimin habercisi. ‘80’li yılları hatırlayın: Türkiye’nin (darbe sonrası) karanlık günleri Beyoğlu’nu da etkilemiş, ilçedeki suç oranını artırmış, orayı İstanbul’un en güvensiz, tekinsiz yerlerinden biri hâline getirmişti. Şerif Gören’in yönettiği 1987 tarihli “Beyoğlu’nun Arka Yakası”, o dönemi en iyi anlatan filmlerden. Sonrasında memleket düzelmedi belki ama 12 Eylül karanlığını üzerinden attığımız günlerde Beyoğlu güzelleşti, müziğin, tiyatronun, sinemanın kalbi yeniden orada atmaya başladı. Yakın dönemde, planlı bir operasyonla önce gençlerin ayağı kesildi, sonra müzik, sinema ve tiyatro Beyoğlu’ndan uzaklaştırıldı: Tiyatroların kapanması, Emek Sineması’nın yok edilmesi, barlara getirilen ağır vergiler ve rutinin dışına taşan tuhaf “teftiş”ler, bu operasyonun adımları. Beyoğlu’nun çehresi değişti, insanlar oraya gitmez oldu. AKM’nin yıkılması, karşısına bir cami yapılması, Taksim Meydanı’nın betona bürünmesi ve Gezi Parkı ısrarı işin görünen yüzü. Dahası da var: Mekânlar ve vitrinler değişti, dönüştü. Bir dönem rahatlıkla yürünebilen Beyoğlu’nda adım atamaz olduk. Dahası, kendimizi “yabancı” hissetmeye başladık.
Şüphesiz bu geçici bir durum. Hep geçti. Bugün de geçmemesi için bir neden yok. Beyoğlu’nu eski günlerine döndürmek zor değil. Müziğe, sinemaya, tiyatroya ve sanatın diğer dallarına önem veren, esnafın derdini dinleyen, halkın rahat etmesi için çalışan bir idareci, Beyoğlu’nu kısa sürede eski hâline döndürebilir. Bugün seçim günü, malum yasaklar yüzünden bir şey söyleyemiyorum ama sandığa gidip oy kullanırken nelere dikkat etmemiz gerektiğinin altını çizebilirim. Sonrası size kalmış. Dahası, bir şeyi daha hatırlatmak isterim: Bugüne kadar yaşanan bütün büyük dönüşümler, yerel seçimler sonrası gerçekleşti: Beyoğlu’nu, İstanbul’u, Ankara’yı kaybeden iktidarı da kaybetti. Bugün iktidarda olan parti de bir yerel seçim “zaferi” sonrasında bu noktaya gelmişti. Onun için seçim önemli.
Madem yasak var, söyleyeceğimi söylemiş olayım ve lafı farklı dönemlerde yapılan, Beyoğlu’nu anlatan kimi şarkılara getireyim. ‘50’lerden bu yana Beyoğlu her dem şarkılara sirayet etmiş. “Beyoğlu’nda Gezersin”, bilinen en eski şarkılardan biri. Bugün onunla değil, pek bilinmeyen bir tangoyla başlayacağım muhabbete: İbrahim Özgür’ün “Beyoğlu” adını taşıyan tangosuyla. Bir dönem Şecaattin Tanyerli seslendirmişti, yakın dönemde Erdener Koyutürk’ün sesinden bir kere daha dinleyiciye ulaştı: “Bu akşam bilmem neden / Seni andım yeniden / Düşün nasıl ayrıldık / O ilahi sevgiden // Bir yığın insan dolu / Baştan başa Beyoğlu / Bilmem hatırlar mısın? / Geçtiğimiz bu yolu // Bir sel akıp gidiyor / Bitmiyor, tükenmiyor / Birçokları ardından / Bir elem sürüklüyor // Bakıyorum etrafa / Şu zavallı girdaba / Hüzünle soruyorum / Bu akış ne tarafa? // Cevap veren yok, neden? / Karışmış gelen giden / Çok yalnızım inan ki / Yarattığın kederden // Aksın bu sel durmasın / Sevişenler doymasın / Yanağında yaşlık var / Sakın yağmur olmasın? // Yazık koşmasın söyle / Aheste gitse bile / Bir gün ulaşır elbet / Bu hazin akıbete…”
Tangoda imzası bulunan İbrahim Özgür, bir dönemin en önemli müzisyenlerinden. Meşhur “Mavi Kelebek” tangosunun bestecisi –ki sözlerinde geçen “mavi kanatlarınla yalnız benim olsaydın” dizesi, Selim İleri’nin Beyoğlu’nu da anlattığı bir romanına adını vermişti. Özgür, Galatasaray’da açtığı Ateşböcekleri adlı kulüple bir dönem Beyoğlu’ndaki gelişime katkı sağlamış, sonrasında müzisyen olarak varlığını sürdürmeyi tercih etmiş. Gördüğü, Beyoğlu’nun kalabalıklığı –ki yıllar sonra “Beyoğlu Kimin Oğlu” adlı şarkıyı yazan Aylin Aslım da aynı dertten muzdarip: “Beyoğlu’na çıktım / Çıktım da ne oldu? / Ortalık mahşer yeri / Cihangir pazar yeri // Beyoğlu’nda gezdim / Gezdim de ne oldu? / İstiklal insan seli / Beyoğlu kimin oğlu? // Yürümek çok zor oldu / Caddeler erkek dolu…”
Aylin Aslım’ın isyanı yakın dönemden. Beyoğlu’nun dönüşmeye başladığı günlerden . Bugün, durum çok daha vahim. Bilhassa “caddeler erkek dolu” dizesinin altını çizmek gerekiyor. Beyoğlu’nda “gezmeyi” zorlaştıran en önemli etken.
Mikrofonu Alpay’a çevireyim… “Beyoğlu” adlı şarkısında bütün dönemlerde karşımıza çıkan bir sorunu anlatıyor: “Gece vakti Beyoğlu’nda küçük bir kız yürüyordu / İri yeşil gözleri mahzun, bir garip bakıyordu / Parlak neon ışıkları bir sönüp bir yanıyordu / Bilmem ki ne kaybetmişti, bilmem ki ne arıyordu? /…/ İlk defa zengin yaşlı bir çapkına satılmıştı / Sonra bir sürü vefasız kollara atılmıştı / Ama şimdi bu kalabalıkta yapayalnızdı / Artık aradığı mutluluk masallarda kalmıştı…” Hemen hemen aynı dönemlerde yapılmış bir Özdemir Erdoğan şarkısı da aynı soruna parmak basıyor: “Beyoğlu’nda bir vitrinin önünde bir kız var yirmisinde / Dalgın ve düşünceli, bir çizme sekiz yüze / Bankada çalışıyor, müdürün sekreteri / Kardeşleri okuyor, bir o çalışıyor evde bir de anneleri // Babaları zamana resti çekmişçesine / Yerleşip geçmiş duvarda resim çerçevesine / Dünyada hiçbir şeye fazla değer vermezdi / ‘Bugün varsa yeriz, yarına Allah kerim’ derdi /…/ Birine evet dese, atlayıp Mercedes’e / Bir Boğaz sefası, vesaire vesaire, boş verse, verebilse…” Şarkının iki versiyonu var. Yukarıdaki sözler, ilk versiyondan. İkinci versiyonda ikinci dize (belli ki enflasyon yüzünden) “dalgın dalgın bakıyor pahalı giysilere” hâline dönüşmüş. İlk versiyon, “Çizmeyi mi almalı, kadere mi yanmalı?” sorusuyla biterken ikinci versiyon “Biz vitrinin önünde, vitrinin gözü bizde” dizesiyle kapanıyor.
Alpay ve Özdemir Erdoğan, “Beyoğlu’nun Arka Yakası”nda da anlatılan aşağı yukarı bu hikâye. Dahası, Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nun “Beyoğlu Beyoğlu” başlıklı müzikalinde –ki filmden hemen önce sahnelere çıkmıştı. Bugün, söz edilenler gözle görülür değil belki ama bu olmadığı anlamına gelmiyor. Büyümemesi için buna da bir “dur” demek gerekiyor.
İbrahim Özgür tangosunun sözlerini yazarken son dizeleri sona sakladım: “Bir zamanlar bu yolu / Geçmiştik ümit dolu / Işıklara bürünmüş / Parıldıyor Beyoğlu…” Beyoğlu’nun yeniden parıldamaması için hiçbir sebep yok. Unutmayın: Beyoğlu parıldadığında Türkiye’de de dönüşüm başlayacak.
Sandık, her zaman hep aynı tarafın emrinde kalmayacak. Değişim, oradan başlayacak.