Beyrut'ta hayatın içinden sınır çizen toplumsal hafıza
Lübnan’daki toplumsal hafızanın ‘restore edilmeye’ ya da yeni stellerle ayakta tutulmaya pek de ihtiyacı yok gibi. Siloların yarattığı sağlık endişesi gölgesinde yapılan bir ‘hafıza’ tartışması elbette daha farklı bir yerde duruyor. Ancak devletin pek çok anlamda neredeyse var olmadığı bir yerde ihmal edilmişlik, kendi kendine pek çok tarihsel anıt yaratmış, yaratmakta.
Hollywood’da, binlerce yıldızın isminin bulunduğu Walk of Fame’i hepimiz biliyoruz. Bu konsept her ne kadar günümüzde farklı ülkelerde taklit ediliyor olsa da aslında tarihsel anlamda özgün bir iş sayılmaz. Geçmişi bundan 3 bin yıl önceye kadar giden Lübnan’daki Köpek Nehri (Nahr-el Kelb) için de ‘fatihler geçidi’ yorumu yapabiliriz. Bölgede yamaçlara kazınan steller, Lübnan’ı tarih boyunca ele geçirmiş tüm hükümdarların ismini taşıyor. Ülke tarihini konsantre bir şekilde ve bizzat o tarihin muktedir de olsa özneleri tarafından okumanın mümkün olduğu eşsiz bir yer burası.
Mesela Fivarun II. Ramses’in Hititler ile girdiği mücadelenin anısına dikilmiş MÖ. 13. Yüzyıl tarihli anıt ile başlıyor bu seyahat, ardından Asur Kralı Esarhaddon, Babil Kralı II. Nebukadnezar, Roma İmparatoru Caracalla, Memlük Sultanı Berkuk… Tabii modern zamanlarda da ordular ve imparatorlar buraya izlerini bırakmayı sürdürmüş: Osmanlı orduları, III. Napolyon, İngiliz işgal güçleri, Fransız mandası… Nihayetinde yapılan son iki stel ise fetihlerin değil kurtuluşun anısına dikilmiş: Biri 1940’larda Fransız güçlerinin Lübnan’dan çıkışından, diğeri de 2000’de İsrail işgalindeki Güney Lübnan’ın kurtuluşundan sonra.
Kimileri burası için ‘sadece tarihin izini sürebileceğiniz bir açık hava müzesi değil, aynı zamanda sanki Lübnan’daki sosyal ve kültürel mirasın taşlara yontulmuş hali’ diyor. Ancak Lübnan’daki toplumsal hafızayla kıyasladığımızda Köpek Nehri, olmasına karşın ülkenin çok ilginç ve etkileyici bir ‘Vikipedi’ anlatısından ibaret. Tek fark, herkese bir taş levhada kendisini anlatma hakkı tanınmış.
**
Köpek Nehri’nden birkaç kilometre güneye, başkent Beyrut’a geldiğimizde ise hükümdarların ya da fatihlerin değil, toplumun hafıza ile bağını görüyoruz. Buradaki toplumsal hafızanın bambaşka bir hikayesi var. Kentin en sembolik yeri, Şehitler Meydanı. İsmi Cemal Paşa’nın idam ettiği Suriyeli ve Lübnanlı milliyetçilerden geliyor. Meydandaki şehitler heykeline ise iç savaş sırasında bolca kurşun/şarapnel isabet ediyor. Dolayısıyla şehitlerin ikinci bir ölümünü de simgelercesine bugün hâlâ kurşun izlerini üzerinde taşıyor. Tıpkı Beyrut’ta bulunan pek çok bina gibi.
Bu binalardan bazı sembolik öneme sahip olanlar, toplumsal hafızayı canlı tutmak adına restore edilmiş. Şehitler Meydanı’nın biraz güneyindeki Beit Beirut Şehir Kültür Merkezi ve Müzesi bunlardan bir tanesi. Ancak kimilerine göre asıl toplumsal hafızayı koruyan yapılar restore edilmemiş olanlar.
Örneğin meydanın hemen bir köşesinde bulunan meşhur sinema binası. ‘Yumurta’ adı verilen bu yapının inşaatı 1960’larda başlıyor ancak 1975’te savaşın başlaması ile birlikte tamamlanamıyor, yarım kalıyor. Yumurta’nın o gün bugündür inşaat halinde oluşu kimileri için ülkenin genel durumunu anlatan bir metafor. İki yıl önceki sokak gösterilerinde Yumurta’nın bir akademiye dönüşümü ise bu metaforu daha da güçlendirdi. Protestolar boyunca sinemanın hiç tamamlanamamış salonu forum alanına dönüştü, kapitalizm ve mezhepçi sistem karşıtı derslerin, sempozyumların merkezi haline geldi. Şimdilerde etrafı tel örgülerle çevrili bir şekilde çürümeye devam ediyor. Tıpkı Şehitler Meydanın’da protestolardan kalma, ‘devrim’ yazan sıkılı yumruk görseli gibi…
İnşaatı hiçbir zaman tamamlanamamış bir diğer yapı ise El Murr. Kırk katlı ince uzun bu yapının yıkımı da neredeyse yapımı kadar maliyetli olacağı için kimse el sürmeye cesaret edemiyor. İç Savaş zamanında keskin nişancıların gözde binası El Murr en az Holiday Inn Oteli kadar sembolik bir öneme sahip. Her iki binanın da belli katları bugün Lübnan Ordusu tarafından kullanılıyor. El Murr ve Holiday Inn binasının resimlerine özellikle restoranlarda rastlamak mümkün. Mesela Barometre isimli küçük bir meyhane, duvarına devasa bir Holiday Inn resmine rastlıyorsunuz. Böyle anlarda bazen kendi kendinize ‘Savaş herkes için tüyler ürpertici olsa da, savaşla özdeşleşen bir yapının eğlence mekanlarını süslemesi ne kadar ilginç’ diye düşünüyorsunuz. Ancak Karantina Mahallesi’nin hikayesini duyduktan sonra meyhanelerdeki İç Savaş izleri bir daha hiç aklınıza gelmiyor.
Beyrut Limanı’nın yanındaki Karantina, iç savaşın ilk dönemlerinde binlerce kişinin yaşadığı bir Filistin mülteci mahallesidir. Ancak burası demografik olarak Hristiyan mahallelerin içerisinde kalmış bir Filistin adacığıdır. Savaşın kızıştığı 1976 yılında başta Falanjistler olmak üzere sağcı Hristiyan milisler kendi bölgelerine saplanmış bir ‘mızrak ucu’ olarak gördükleri bu mahalleye karşı bir saldırıya geçerler. Kuşatmanın sonucu katliam olur, yaklaşık bin 5 yüz kişi öldürülür. Sağcı Hristiyan milisler mahalleyi yerle bir ederler. Taş taş üzerinde kalmayan Karantina, üzerinden buldozer geçmişçesine dümdüz edilir.
Aradan yıllar geçer, Karantina, mezbahaneleriyle anılır olur. Bu mezbahanelerden yayılan kokular, Beyrut’un önde gelen gece kulüplerini rahatsız etmemiş olacak ki mahalle aynı zamanda eğlence merkezine dönüşür. Katliamla şekillenen bir yerleşimin külleri üzerinde akan hayvan kanları ve o kanların karşısında dans eden insanların görüntüsü insanın tüylerini diken diken ediyor. Beyrut Limanı’nda meydana gelen patlamanın ardından Karantina bir kez daha kana bulandı, patlama yerine yakınlığı nedeniyle çok büyük zarar gördü. Bugün hâlâ patlamanın enkazına ve enkazın hemen yanındaki eğlence yerlerine ev sahipliği yapıyor.
Şimdilerde ise yeni bir toplumsal hafıza tartışması ortaya çıktı: Beyrut Limanı’ndaki patlamanın sembol yapısı siloların, patlamanın hafızasını diri tutmak için muhafaza edilmesi. Ülkenin korkunç seviyelerdeki göz ardı edilmişliğinin bir başka örneği bu silolar oldu. Patlamadan sonra iki yıl boyunca silolar yıkık bir şekilde kaldı, Bahar aylarında ‘yıksak mı, yıkmasak mı’ diye cılız bir tartışma başladı, yakınlarını kaybeden aileler ‘yıkılmasın’ derken bu sırada silolar yanmaya başladı… Ve yavaş yavaş çökmeye başladı. Silolar çökerken çoğu insan çoluk çocuk her akşam çevrede toplanıp, yanmakta olan silolarla selfie çekmeyi ihmal etmiyor. Limanın çevresindeki bir duvarda yazan ‘Anksiyete Cumhuriyeti’ yazısı ise tüm manzarayı en iyi özetleyen yorum oluyor.
**
Aslında Lübnan’daki toplumsal hafızanın ‘restore edilmeye’ ya da yeni stellerle ayakta tutulmaya pek de ihtiyacı yok gibi. Siloların yarattığı sağlık endişesi gölgesinde yapılan bir ‘hafıza’ tartışması elbette daha farklı bir yerde duruyor. Ancak devletin pek çok anlamda neredeyse var olmadığı bir yerde ihmal edilmişlik, kendi kendine pek çok tarihsel anıt yaratmış, yaratmakta. Üstelik neyin hafıza neyin güncel olduğu arasında bir çizgi çekmek pek kolay değil. Örneğin Doğu Beyrut’ta yürürken her yeri Beşir Cemayel’in devasa portreleri sarmışken, İç Savaş bir hafızadan ibaret olabilir mi?
Bir örnek verelim. Lübnan’da Barış İçin Savaşçılar adında bir STK bulunuyor. Bu kuruluşun savaşın çeşitli cephelerinde savaşmış pek çok üyesi var. Kimileri zamanında kendi saflarının önde gelen isimlerinden. Dolayısıyla eli ciddi anlamda kana bulanmış pek çok kişi burada bir tür ‘günah çıkartıyor’. Örneğin, Assaad Chaftari. Beşir Cemayel’in sağ kolu, falanjistlerin ise iki numaralı ismi. Lübnan İç Savaşı’nın belki de en vahşi olaylarından olan Sabra ve Şatilla kamplarındaki katliamdan bizzat sorumlu. 2000’li yıllarda resmi bir özür diledikten sonra ise bu STK’da yer alıyor.
Bu durumda şunu sorabiliriz: “Böylesi bir dernek toplumsal bir barışı mı sağlar yoksa gerçek hesaplaşmayı ve adaleti halı altına sürümeye mi yarar?” Sokaklar, ülkenin ilk ihtimale, hâlâ çok uzak olduğunu gösteriyor. Bunun bir nedeni de ikinci sorunun canlılığı olsa gerek…