Bir yerin tarihini öğrenmek, kendimizi geçmişin içerisinde hissetmek istersek ne yapmamız beklenir? Genelde konu hakkında bol bol okuma yapmak, ya da müzeleri ve sergileri araştırmak yerinde olacaktır. Beyrut’ta Lübnan’ın toplumsal mücadele tarihini oldukça ‘interaktif’ bir şekilde öğrenebileceğiniz mekânın adı ise Abou Elie’dir. Duvarlarındaki resimleriyle, bayraklarıyla, baş köşede duran silahlarıyla, müzikleriyle ve daha da önemlisi hikayesiyle… Ancak burası ne bir müze ne bir kütüphane: Abou Elie kentteki komünist eski savaşçıların ve Beyrutlu genç devrimcilerin buluştuğu bir bar!
*
Batı Beyrut’ta bulunan Hamra semti, ticaret kadar siyasetin de merkezidir. Hamra için hep tarihsel olarak solun kalesi olduğu anlatılır. Her ne kadar solun Hamra’daki varlığı geçmişteki kadar güçlü olmasa da bugün sokaklarda yürürken Doğu Beyrut’a kıyasla çok daha politik ve kozmopolit bir atmosferi soluyabilirsiniz: Belki bir duvar yazısı, belki bir kitapçıdaki fotoğraf, belki de bir kafede çalan müzik…
İşte Hamra’nın Ras Beyrut ile kesiştiği yerde, Hamra Caddesi’nden hemen sonra yerleşim yerleri başlıyor. Denize doğru doğru yürürken solunuza baktığınızda, içerisinde ne olduğu pek belli olmayan bir kapı görüyorsunuz. Kapıya yaklaşınca, elindeki kalaşnikov silahı ve başına doladığı kefiyesiyle poz veren bir savaşçının fotoğrafı sizi karşılıyor. İşte Abou Elie bu fotoğrafın ardında. Sanki kapıyı açtığınızda sizi bambaşka yere ve zamana götürecek bir portal açılıyor: Duvarlarda yeni bir çivi çakacak yer yor, her yerde devrimcilerin fotoğrafları var: Filistinli şehitler, Lübnanlı komünistler, dünya devrimci hareketinin önde gelenleri… Tavanda ise yine bayraklar, posterler. Karşı duvarda ise çeşitli otomatik çeşitli silahlar ve cephaneler asılı. Barın arkasında da bir mavzer ve fişekliği duruyor.
Müzik ise Abou Elie’nin olmazsa olmazı. Eğer biri kendi udunu getirip spontane bir canlı müzik gecesi başlatmamışsa genelde çalma listesi ‘klasiklerden’ gidiyor: Açılış müziği elbette Feyruz (Lübnan’da sabahları her radyonun yaklaşık birer saatlik ‘Feyruz saati’ var. Sabah saatlerinde herkesin Feyruz dinliyor oluşunu hakkında bazı Beyrutlular “Feyruz menâkiş [Lübnan’da sabahları genelde zahterle birlikte yenen bir çeşit pide] değildir, neden sadece sabah dinliyoruz?” diyerek şakalaşıyor). Marsel Halife, Şeyh İmam, Ziyad Rahbani de çalma listelerinin olmazsa olmazı. Aslında Filistin ve Lübnan’dan bütün geleneksel şarkıları ya da devrimci marşları işitmek mümkün. Üstelik tüm bu isimleri duvarlarda da görmek mümkün.
Gelelim Abou Elie’nin hikayesine… İsim ‘babası’, eski bir Lübnan Komünist Partisi (LKP) savaşçısı olan kurucusu Naya Chahoud. Kapıdaki eli silahlı kişi de bizzat kendisi. ‘Elie’nin Babası’ anlamına gelen ismindeki ‘Elie’ en büyük oğlunun ismi, bir nevi dolaylı anlatımla kendi ismi aslında. Chadoud’un vefatından sonra mekânın mirasını eşi Terez Saieda devam ettiriyor. Saieda, tüm dekorasyonların mekâna gelen müşterilerce yaratıldığını söylüyor. Sahiden etrafta birbirinden farklı görüşleri ve hareketlere ait nesneleri görmek mümkün -elbette belli bir devrimci paydayı paylaşmak kaydıyla. Mesela Stalin ile Troçki aynı masanın üzerinde bir arada durabiliyor.
Mekanın en dikkat çeken yönlerinden biri elbette duvardaki silahların hikayesi. Bazı şarkılarda coşa gelenlerin dans ederken duvardan bir silah kaptığı da olmuyor değil... Dolayısıyla silahların nereden geldiğini soruyoruz. Bardakiler rahmetli Naya Chahoud'un silahları çok sevdiğini, kendi koleksiyonu olduğunu dile getiriyorlar gülümseyerek… Naya’nın LKP’nin Genel Sekreteri George Hawi’in korumalığını yaptığını hatırlatıyorlar.
Abou Elie’nin konseptini eski Sovyet ya da Yugoslavya ülkelerinde görmeye alıştığımız ‘nostalji barlardan’ ayırmak gerekiyor. Abou Elie’de ülke tarihinin sol kanadına yaptığınız bu yolculuk sadece dekorasyondan ibaret değil. Kısa süre sonra asıl dikkat çekici olanın mekanın tarihi ve neredeyse tamamı müdavimlerden oluşan müşteri profili olduğunu anlıyorsunuz. Burada duvarlar masalarda oturanları, masalarda oturanlar ise duvarları andırıyor.
Her şeyden önce Chahoud 1975 yılında ilk mekanını açtığında bu işi ancak ‘yarı zamanlı’ yapabilecek vakti vardır. Hali hazırda LKP militanıdır ve iç savaş henüz başlamıştır. Dolayısıyla Chahoud’un mekanı da çatışmalardan arda kalan zamanlarda Lübnan Ulusal Hareketi savaşçılarının buluşma noktası olur. Müşteri kitlesinin önemli bir kısmı LKP, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, İlerici Sosyalist Parti ve Nasırcı Hareket gibi gruplar oluşturur. Saieda bize Abou Elie açıldığından beri, acı tatlı her toplumsal gelişmeye rağmen müşteri kitlesinin büyük ölçüde değişmediğini söylüyor.
*
Abou Elie’ye girdiğinizde hepi topu 3-4 masa ve bir bar masası görüyorsunuz. Başta ‘insanlar bu masalara nasıl sığıyor’ diye düşünüyorsunuz. Müdavim müşteriler birer birer mekana geldikten sonra aslında tüm barın pratikte tek bir masa olduğu anlaşılıyor. Başka bir yazıda Lübnanlıların ne kadar sosyal insanlar olduklarını uzun uzun konuşmuştuk. Bu yoruma paralel bir şekilde Abou Elie’de herkes farklı masalarda olsa da tek bir gündemi berberce konuşuyor. Neredeyse her zaman bu böyle oluyor. Gündem büyük bir çoğunlukla siyasi oluyor. Ancak Lübnanlıların iletişim tarzına dair bir diğer özellikse siyasi tartışmaların genelde çok yüksek sesle yapılıyor oluşu. Bazen durum, Lübnanlıların standartlarına göre bile çığırından çıkabiliyor.
Mesela son olarak ‘İran Filistin devrimci hareketini destekliyor mu, desteklemiyor mu’ tartışması gürültülü bir hal aldığında barda çalışanlar -ki onlar da herkes gibi tartışmanın parçası- rafta duran okul zilini alıp çalmaya başladı. Bu zilin adı “Siyaseti biraz daha bağırarak konuşursanız mekandan atacağım sizi” zili, sık sık çalıyor. Her zamanki köşesinde tartışmayı oturan Saieda ise ne gürültülü tartışmaları ne de bu zilin sesini seviyor. Zilin ardından kendini ‘suçlu’ hisseden tartışmanın taraftarları teker teker Saieda’nın yanına giderek türlü şirinlikle gönlünü almaya çalışıyor. Başarılı olduktan sonra bir sonraki zile kadar tartışma kaldığı yerden devam ediyor.
Tabii her zaman tartışmalar olmuyor. Çoğu arkadaş grubunun mekana geldiği belli günler var. Bundan iki-üç yıl önce çoğu Filistinli eski savaşçı olan bir grubun masasına davet edilmiştim. Haftanın belirli günlerinde yaşları büyük bu arkadaş grubu Abou Elie’de toplanıyordu. Arak ve devrimci müzikler eşliğinde sohbet ediyor, şarkılar söylüyorlardı. Elbette grubun favori yiyeceği salyangoz eşliğinde. Yaşamının 11 yılını İsrail cezaevinde geçirmiş eski bir komünist militan ve siyasi kimlik olarak ondan eksik kalmayan arkadaşları eski hikayelerinden bazılarını anlatıyor.
*
“Ya peki bu mekandan siyasi görüşü nedeniyle atılanlar oluyor mu?” diye soracak olursanız eğer, yanıt hem evet hem hayır olacaktır. Tesadüfen tanıştığım bir ABD’li STK çalışanının (Lübnan’da bunaltıcı sayıda yabancı STK, ve bir o kadar bunaltıcı yabancı STK çalışanı bulunuyor) aktardığına göre, Abou Elie’deki bazı posterlerin ‘Rusya’yı çağrıştırdığı’ gerekçesiyle rahatsız olmuş ve çalışanlara bu memnuniyetsizliğini aktarmış ve kaldırılmasını istemiş. Çalışanlar da haliyle “Beğenmiyorsan çıkar gidersin kardeşim” demiş, o da çıkmış gitmiş… Bu durumda söz konusu kişi ‘farklı siyasi görüşten’ değil, ‘siyasi kibir ve kabalıktan’ dolayı mekandan atılmış oluyor sanki…
Yine tanıştığım bir başka ABD’li -üstelik Batı medyasında güya ‘saygın’ olarak nitelendirilen bir gazetenin çalışanı-, Abou Elie’deki müzikten şikayet ediyordu. “Tek anlattıkları şey kan, partimiz, kan, kan, kan… Üstelik o Stalin resimleri yok mu? Çok can sıkıcı.” Hayatı sadece kendi hakim anlatınızın çizdiği sınırlarda yaşarsanız böylesi yorumlar yapmanız hiç de zor olmaz. Sadece Stalin hakkında ‘totaliter diktatör bilmem kaç milyar insan öldürdü’ gibi yorumları hiç sorgulamadan tekrar ederken size sunulan bu çizgilerin tek bir adım dışına çıkmış olmazsınız. Üstelik ‘şarkılarında kandan bahsedenleri anlatıyor’ meczup gibi tarifleyebilmek için, öncelikle bir gazeteci olarak içerisinde bulunduğun için ülkenin geçmişini öğrenmen gerek. Daha sonrasında bu geçmişin kültürel yansımalarını okumak mümkün olacaktır. Ama pek çok hikmetinden sual olunmaz gazetenin bir o kadar kibirli gazetecisi için bunlar söz konusu değil. Onlar Beyrut’taki oryantalist masallarına, mecbur kalmadıkça dışarısına çıkmadıkları Doğu Beyrut’taki 1-2 sokakta devam ediyor.
Abou Elie’nin müşteri kitlesi dışında yapılan yorumların hepsi bu denli kibirli değil. Daha esprili yaklaşımlar da var. Örneğin herhangi bir yerdeki herhangi bir tartışma esnasında taraflardan biri diğerine göre daha ‘solda’ kalan yorumlar yapıyor ve karşısındaki bundan memnun olmuyorsa “Yallah Abou Elie’ye o zaman” diye konuyu kapatabiliyor -ya da karşısındakinin sahiden kalkıp Abou Elie’ye gitmesine neden oluyor.
*
Nostalji tehlikeli olsa da göreceli bir kavramdır. Tehlike, umutsuzluk anlarında tarihi bağlamından kopartma eğilimi ile başlar. Kimileri bu barı ‘nostaljik’ bir bar olarak değerlendiriyor. Bu, duvardakilerin sizin için ne ifade ettiğine göre farklı okunması gereken bir değerlendirmedir. Sizin için Yaser Arafat (ya da burada kullanılan ismiyle Abou Ammar) zamanında BBC ekranlarınızdan izlediğiniz bir görüntü olabilir, bir başkası için Filistin mücadelesi ya da Lübnan’daki katliamlar eski bir haber küpürüdür. Ancak Lübnan gibi bir ülkede geçmiş ile bugün arasında çizgi çekmek pek kolay değil. Her şeyin halı altına süpürüldüğü, dünün sorunlarının bugün çok daha güçlü şekilde can yaktığı bir yerde nostalji derken tekrar düşünmek gerekiyor.
Belki de ‘eskiyen’ Abou Elie’nin duvarındaki Kemal Canbolat, Che Guevara, Mahmud Derviş, Leyla Halit, Nazım Hikmet ya da Vladimir Lenin değil de bizim bakış açımızdır? Lenin ‘yenilgi yılları en iyi okuldur’ diyordu. Belki biz neoliberal kuşatma altında yenilgi yıllarını yaşarken sürekli sınıfta kaldığımız için duvarlar eski görünüyordur?