Beyrut'u yabancılar için inşa edemezsiniz!
Bugünlerde İstanbul’dan Beyrut’a gittiğinizde ilk fark ettiğiniz şey şehirle ne kadar tanıdık bir ilişki kurduğunuz oluyor. Her tarafta yükselen ayna cepheli gökdelenler, dünyaca ünlü mimarların resimleriyle ilanları süslenmiş konut-AVM-ofis konseptli ‘şehrin içinde şehir’ projeleri, müzik dükkanında dolaşırken içeriye dolan beton delme sesleri, bebek pusetleriyle yıkık kaldırımların etrafında dans eden anneler, gökyüzü manzaranızı ikiye bölen sarı inşaat vinçleri...
‘Başlamadan sana bir şey göstereceğim’ diyor Lübnanlı gazeteci ve aktivist Habib Battah şehir merkezindeki küçük yürüyüş turumuz için buluştuğumuzda. Beyrut’un merkezi sayılan Şehitler Meydanı’ndayız. Önümüz Akdeniz, solumuz ve sağımızda yükselen modern inşaatlar, devasa bir camii, biçimsiz otopark alanları, sahipsiz bir takım Roma kalıntıları... Ortasında ise buraya ismini veren Şehitler heykeli; 1916’da Osmanlı İmparatorluğu’na karşı gelen Arap milliyetçilerinin Cemal Paşa tarafından burada asılmasını anıyor. Burası aynı zamanda 1975-1990 arasında yaşanan iç savaş döneminde şehri Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında doğu/batı olarak ikiye bölen meydan, bu yüzden de en çok yıkıma uğramış bölgelerden.
Meydanın batısında Fransız manda yönetimi döneminden kalma bir binaya konuşlanmış Virgin Megastore’a giriyoruz. Kitaplar, CDler ve pelüş oyuncaklarla donatılmış üç katlı binada çalışanlardan başka kimse yok, dışarıdan gelen sağır edici matkap seslerinin verdiği geçici rahatsızlıktan olabilir... Hızlıca genişçe bir asma katta bulunan DVD/Blu-ray bölümüne çıkıyoruz. Habib “Beyrut’un en eski performans sahnelerinden birine hoş geldin” diyor – meğerse bir opera sahnesine çıkmışız, aşağıda gördüğümüz sıra sıra DVDlerin yerinde sıra sıra seyircilerimiz olmalıymış. 2001’de Virgin’ın patronu İngiliz milyarder Richard Branson’un katıldığı bir partiyle açılan mega-dükkan şehri yerle bir eden iç savaş sonrasında uluslararası sermayenin Beyrut’a dönüşünün en görkemli örneklerinden biri olmuş. Opera binası ise ancak Beyrut’un kaybolmuş kültürel miras hafızasının parçası olarak yaşıyor.
Virgin Megastore Beyrut’un, savaş sonrası kalkınma ve yeniden inşa süreçlerinde sermayenin oynadığı yeni yıkım ve yok etme süreçlerini gözler önüne seren onlarca örnekten biri. Ortadoğu’nun başarı hikayesi olarak gösterilen çölün üzerinde yükselen Dubai kalkınma modeli, tarihte bilinen ilk referansı MÖ 14. yüzyıla giden bir şehre, uluslararası sermayenin yıldız mimarları (nam-ı diğer starchitects) tarafından şehirlilerin hiçbir katılım ve söz hakkı olmadan uygulanıyor. Kentsel tasarımı Beyrutlular için bir toplumsal barış aracı olarak kullanmayı düşünmek bir yana, savaşın izlerini silme bahanesi şehrin hafızasını yok etmek ve oraya ait olmayanlar için tasarlanan tüketim odaklı bir şehir modeliyle değiştirmek için kullanılıyor.
Yürüyüşümüz sayısız örneği karşımıza çıkarıyor. Bunlardan biri Şehitler Meydanı’nın çok yakınında ünlü Fransız mimar Jean Nouvel’in 2004 yılında yapımı duyurulan Landmark adlı 20,000 metrekarelik 5 yıldızlı otel, AVM, spa ve lüks konut projesi. Beyrut’un yeni kent simgesi olması iddiasıyla tasarlanan proje, Habib Battah ve birkaç aktivistin çevresi paneller ve korumalarla çevrili alanda gizlice çekerek sosyal medyada paylaştıkları fotoğraflar sayesinde 2013’de durdurulmuş. Bu fotoğraflar alanda başlayan inşaat çalışmalarının Roma ve Bizans dönemine ait çok önemli arkeolojik kalıntılar ortaya çıkardığını, hatta Roma döneminde şehrin giriş kapısının burada olabileceğini göstermiş. Kamuoyu baskısı inşaatı durdurmuş, Jean Nouvel’in fotoğrafı ise bir nefret objesi olarak hala alanı süslüyor. Kültür Bakanlığı kaynak sağlamadığı için bu tür durumlarda alandaki arkeolojik kazılar müteahhit firmalar tarafından üstlenilirse yapılabiliyormuş. Akla zarar bu durum neticesinde kazı atıl şekilde şehrin göbeğinde duruyor.
Geniş şekliyle Beyrut şehir merkezi olarak adlandırabileceğimiz alandaki bu ve benzeri projeler savaşın sona ermesiyle Beyrut’un yeniden inşası için hazırlanan büyük planın çeşitli parçaları. Bu plan ise savaş sonrası dönemin ilk Başbakanı Refik Hariri’nin hayali ve vizyonu ile çizilmiş, kendisinin finanse ettiği ve büyük oranda mali denetim dışında olan bir kamu-özel sektör işbirliği tarafından hayata geçirilmiş. Başına Hariri’ye yakın işadamlarının atandığı ve Bakanlar Kurulu’na bağlı çalışan Beyrut Kalkınma ve Yeniden İnşa Konseyi, Solidere adıyla kurulan bir gayrimenkul şirketi aracılığıyla şehir merkezindeki 130 hektara yakın bir alanın mülkiyet haklarını (çeşitli legal ve legal olmayan yöntemlerle) üzerine almış ve yeniden inşasına başlamış.
Burada Refik Hariri ile ilgili bir parantez açmak Solidere sermaye ve tüketicisinin finansal bağlantılarını görmek açısından önem kazanıyor. Lübnan’ın Sidon şehrinde mütevazı bir ailenin oğlu olarak doğan Hariri, gençken çalışmak için gittiği Suudi Arabistan’da kurduğu ve kısa bir süre içinde Suudi krallığının bir numaralı taşeronu haline getirdiği müteahhitlik şirketi Saudi Oger ile milyarca dolarlık bir servet yaratmış, isavaş sonrası 1992’de Lübnan’a dönüşünde de Suudi siyasi desteğiyle ülkenin başına geçmişti. Lübnan’ın yeniden inşasının mimarı olarak kabul edilen Sünni iş adamı, ülkeyi uluslararası yatırıma açmış, Batı’nın da desteğini aldığı projelerle devleti büyük borç altına sokan altyapı projeleri finanse etmişti. 2000’li yıllarda özellikle Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinden turistlerin Beyrut’a gelişini teşvik eden Hariri yönetiminin finanse ettiği birçok konut ve tüketim projesi de Lübnanlılara değil bu grubun zevk ve cüzdanlarına hitap ediyordu.
Mimar Jean Nouvel’in atıl bıraktığı Roma kalıntılarından birkaç yüz metre daha batıya yürüyünce Solidere’in meydan projesine varıyoruz. Eski bir saat kulesinin etrafında ahtapot kolları şeklinde uzanan caddelerde Fransız mimari tarzında binalara yerleştirilmiş dükkan-kafe-ofis-konutlardan oluşan proje için “Burası ilk yapılırken birçok insan iyi bir şey olduğunu düşünmüştü, çünkü ülke savaştan yeni çıkmıştı ve Beyrut’ta hiçbir şey yoktu,” diyor Habib. “Ama şu soruyu sormayı unuttuk; buranın içinde kim yaşayacaktı?”
Bu soruya bugün bir cevap vermek zor, çünkü şehrin meydanı denen yerin sokaklarında in cin top oynuyor. Sarı taş binaların kepenkleri kapalı, balkonlarda sadece güvercinler var. Dükkanların çoğu boşaltılmış, Hariri’nin arkadaşlarına ait olduğu düşünülen birkaç tane lüks butik açık. Kafelerde ise garsonlar sinek avlıyor, etrafta yürüyen birkaç turist şaşkın şaşkın etrafa bakınıyor.
Bu hep böyle değilmiş elbette. Birkaç sene öncesine kadar meydanın restoran ve dükkanları, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinden gelen turistlerin en popüler uğrak mekanıymış. Habib, Beyrutluların ilk başta buraya gösterdikleri ilgiyi kısa süre içerisinde yitirdiklerini, kendi sosyalleşme alanlarını başka mahallelere taşıdıklarını anlatıyor. Bir kamusal alan olarak tasarlandığı söylenen mekanda zengin turistler için şişirilmiş fahiş fiyatlarla bir şey tüketemeyecek şehirliler için hiçbir opsiyon yok. Ne oturmak için bir bank, ne altında nefes alacak bir ağaç gölgesi, ne gezilecek bir kültür mekanı. Ama zengin turistleri yok eden bu değil elbette.
2006’daki İsrail işgali turizme geçici bir darbe vursa da, turistler güvenlik tesis edildikten sonra geri gelmişler. 2011’de Suriye savaşının başlaması ikinci sekteyi vurmuş ama asıl darbeler ülkenin hassas toplumsal dengelerini siyasal çıkarlarına göre manipüle eden bölgesel çatışmalar sonucunda gelmiş. Suriye’de Esad rejimi ve İran’la birlikte hareket eden Lübnan’ın güçlü Şii hareketi Hizbullah, 2012 ve 2013’de Esad rejiminin en büyük düşmanı Suudi ve Körfez ülkeleri vatandaşlarına yönelik tehditleri arttırınca Lübnan’a bu ülkelerden turist ambargoları başlamış.
En son Şubat 2016’da Lübnan hükümetinin Tahran’daki Suudi büyükelçiliğine yapılan saldırıları kınamamasını bahane gösteren ve ülke siyasetinde Hizbullah’ın mutlak gücünü kınayan Suudi rejimi hem ülkeye yaptığı 4 milyar dolarlık güvenlik yardımını kaldırmış, hem de vatandaşlarına Lübnan’a gitmeme çağrısı yapmış. Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Kuveyt ve Katar gibi diğer Sünni rejimler de Suudileri destekleyici pozisyonlarla seyahat ambargoları ilan etmişler. Turizm endüstrisine ciddi sekte vuran siyasi gelişmeler, büyük oranda Suudi ve Körfez sermayesi için tasarlanan şehir merkezini böylece bomboş bırakmış.
Benzer bir durum Beyrut’ta inşası devam eden modern konut ve AVM projelerinin büyük çoğunluğu için geçerli. Birinin önünden yürürken “her zaman aynı katların ışıkları yanıyor!” diyor Habib, binaların çok büyük ölçüde atıl olduğunu anlatmak için. Kimi tamamen sahipsiz, kiminin sahibi zenginler de yılda 1-2 hafta gelmek için kullanıyorlar, belki bir süre hiç gelmeyecekler. Nasihat verir gibi “bir şehri yabancılar için tasarlayamazsınız, Beyrut bunun nasıl bir felaket olabileceğinin en çarpıcı örneklerinden biri,” diye ekliyor.
Merkezden biraz uzaklaşarak şehrin Akdeniz sahiline doğru iniyoruz. Bir zamanlar Ortadoğu’nun en önemli limanlarından olan Beyrut’un kıyıları da neredeyse tamamıyla devlet izniyle parsellenmiş; uluslararası otel markaları, özel plajlar ve marinalarla doldurulmuş. Sahilde izinsiz, ücretsiz denize ulaşabileceğiniz bir küçük doğal alan kalmış; Dalieh... Büyük kayalıklar üzerinden denize inen bu 7,000 yıllık doğal uzantı her sınıftan insanın piknik yapmak, yüzmek, denizi seyretmek için kullandığı bir kamusal alan olarak tarih boyunca var olmuş.
2014’de şehir aktivistlerinin alanın dikenli tellerle çevrildiğini fark etmeleri üzerine yaptıkları araştırmada Dalieh’nin Lübnan’ın mevcut Başbakanı, Refik Hariri’nin oğlu Saad Hariri tarafından satın alındığını ve buraya bir otel projesi yapılacağını öğrenmişler. Son 3 senedir Dalieh’nin Korunması için Sivil Kampanya adlı grupla halkın denize özgürce ulaştığı bu son sahili kurtarmak için çalışıyorlar. Habib “bir toplantıya uğramam lazım” diyerek beni Mansion adında bir mekana götürüyor. 1930lardan kalma yüksek tavanlı, geniş teraslı bu villa 2012’den beri sanatçılar, aktivistler, ve STKlar tarafından ücretsiz bir çalışma ve etkinlik alanı olarak kullanılıyor. Bugünkü toplantıda akademisyen, mimar, avukat ve aktivistlerden oluşan bir grup Dalieh kampanyası için film gösterimleri, ücretsiz yürüyüş turları ve bölgenin tarihi ile ilgili konuşmalardan oluşan farkındalık etkinliklerini planlıyorlar.
“Büyük yol kat edildi” diye anlatıyor 3 senelik süreci Habib sahile geri döndüğümüzde. “Avukatlar bu alanın iç savaş döneminin kaosundan faydalanarak çıkarılan ve hiçbir zaman kamuya açıklanmayan yasalarla özel mülkiyete alındığını kanıtladı ve büyük bir dava açıldı. Bu şimdilik projenin ilerlemesini durdurmuş görünüyor ama Dalieh hala tehdit altında ve mücadele devam ediyor.”
Sevgililer gün batımını izlemeye gelmiş sahile, bir kadın gül satıyor, bir grup genç bankların üzerinde Lübnan’ın dolgun kabak çekirdeklerinden çıtlıyor. “Herkes Lübnan’da hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylüyor” diyor Habib yürürken. “Ama bu doğru değil; bak, Hariri kadar güçlü birine karşı bile kazanımlar elde edilebiliyor. Etkin mücadele edersek geleceği karanlık görmüyorum.”
Habib Battah’ın Beyrut’la ilgili bloğuna buradan ulaşabilirsiniz.