Birinci yüzyıl… Roma İmparatorluğu, çoğunlukla Yahudilerin yaşadığı Judea bölgesine kral olarak Herodes’i atamıştır. Atanmış kral Herodes, bölgesini bir baskı rejimiyle yöneten, kendi eş ve çocuklarından bile onları öldürtecek kadar şüphe duyan; en yakınındakileri sürgün, hapis ve idamla cezalandıran; limanlar, tapınaklar, yeni kentler ve kendisine saraylar inşa eden bir despottur. Onu Batı dinsel kültürünün sonsuza dek lanetlenmiş bir figürü haline getiren ise İncil’de onunla ilgili olarak anlatılan “Suçsuz Çocukların Öldürülmesi” olayıdır.
İsa’nın Kral Herodes’in hükümranlığı döneminde doğduğunu söyleyen İncil’in başlangıç kısmında, “Doğudan Gelen Bilginler”, “Mısır’a Sığınış” ve “Suçsuz Çocukların Öldürülmesi” başlıklı üç bölüm (Matta 2:1-18) bu olayı anlatır.(*)
İsa’nın doğumundan hemen sonra Yeruşalem (Kudüs) kentine gelen astrolog ve müneccimler “Yahudilerin yeni doğan kralı nerede” diye sorarlar: “Çünkü O’nun yıldızını doğuda gördük ve kendisine tapınmaya geldik.”
Zorba Herodes, müneccimlerin yeni bir kraldan söz etmesiyle sarsılır. Tüm dini ulemayı toplar ve bu yeni kralın nerede doğacağını sorar. “Beytlehem” (Beytüllahim) yanıtını alır. Sonra onlardan çocuğun doğumuyla ilgili detayları öğrenir. Gidip onu bulmalarını, ardından kendisinin de gelip ona tapınacağını söyler. Alimler gidip Meryem ve İsa’yı bulur. Ama gördükleri bir düş onları Herodes’e dönmemeleri için uyarınca gizlice kendi ülkelerine kaçarlar. Herodes’in yok etmek için bebek İsa’yı arayacağı, Meryem’in nişanlısı Yusuf’a da bildirilir. Mısır’a kaçarlar.
Ve tüm bunların ardından masumların katli başlar: “Herodes gökbilimciler tarafından aldatıldığını anlayınca çok kızdı. (…) çıkardığı özel bir buyrukla Beytlehem ve çevresindeki iki yaşından küçük tüm erkek çocukları öldürttü.”
“Rama’da bir ses duyuldu,
Ağlayış ve yoğun dövünme,
Çocukları için ağlayan Rahel avutulmak istemiyor,
Çünkü onlar yok oldular.”
Tam da bugün (28 Aralık) birçok Hıristiyan topluluğun, bu trajik dini mite atfen “Kutsal Masumlar Günü” olarak andığı gündür. Hıristiyan mitolojisi de tasvir ettiği bu vahim olay aracılığıyla, aslında adaletsiz bir yeryüzü geleneği olan “masumların katledilmesi” hakikatini işlemiştir. Zira masumların katli eşitsiz toplum düzenlerinin sistematik bir fonksiyonu olarak halk kültürünün de bir öğesidir. Din, halk kültüründen aldığı bu öyküleri, kendi mistik anlatısıyla sarmalayarak, isyan ve direncin alanından, iman ve ahlakın alanına taşır. Bir zalimin halkın masum çocuklarına karşı giriştiği kırım(lar)ı toplumsal bellekten temizlemek olanaksızdır; ama ibretlik kıssaların, gerçeküstü menkıbelerin buğulu ortamında, isyan değil de iman aracına dönüştürülebilir. 28 Aralık günü böylelikle ‘Kutsal Masumlar Günü’ olarak işaretlenir ve uğrunda gözyaşı dökülür; ama Hıristiyanların ya da başkalarının hakim olduğu her yerde, masumların katli sürer.
28 Aralık günü, 7 yıldır, bizim coğrafyamız için de benzer bir gündür. Şırnak Uludere’ye bağlı Roboski köyüne Irak tarafından çay ve mazot getiren köylüler, savaş jetleriyle bombalanmış, 28'i aynı aileden 34 kişi öldürülmüştür. Yarıdan fazlası henüz 18’ine bile gelmemiş, çocuk yaşta olan 34 kişi…
Ölenlerin yakınları, sınır boyuna gidip, parçalanmış cenazelerini kendi olanaklarıyla bir araya getirip, önce katırlar sonra traktör römorkları ile taşıdılar.
Katliam bir gün önce akşam saatlerinde sosyal medya üzerinden duyurulmasına, yerel kaynaklar son derece ayrıntılı bilgiler geçmesine rağmen ‘ana akım’ medya bütün bileşenleriyle ertesi gün kuşluk vaktine kadar hiçbir şey olmamış gibi yapmaya devam etti. Ancak hükümet açıklama yapmaya başladıktan sonra ve “IRAK SINIRINDAKİ OLAY” diyerek bahsetmeye başladılar.
Hükümet yetkilileri, operasyonu yapan askerleri kutlayan, mazur gösteren açıklamalar yaptılar. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin “Özür gerektirecek mahiyette bir olay değil” dedi. Başbakan Erdoğan da, “TSK görevini samimi şekilde yapmıştır” diyordu, “Tazminatı da açıkladık. Ama birileri istismar ediyor. Allah aşkına tazminatsa tazminat... Bizim resmi tazminatımız ötesinde yaptık...” Altı ay sonra ise kürtajın kendisi için daha önemli bir konu olduğunu şu sözlerle söyleyecekti: “Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz; her kürtaj bir Uludere’dir.”
Olaydan 3 ay sonra devlet “cenaze başına 123 bin lira tazminat ödemeye” karar verdi. Ancak aileler ‘resmi tazminatın ötesinde’ diye tanıtımı yapılan bu paraları kabul etmedi.
Katliamdan sadece iki ay önce bini aşkın kişinin can verdiği Van Depremi olmuş, “Bin yıllık kardeşlik” terennümlerini boşa çıkartan birçok ‘olay’ yaşanmıştı. Roboski’den üç gün sonraki ‘yılbaşı eğlenceleri’ni de durdurabilecek bir ‘kardeşlik hukuku’ gözlenemedi. Ne resmi olarak yas ilan edildi, ne de medya ve eğlence sektörü bir sorumluluk hissederek kutlamalardan vazgeçti.
Geçen yedi yıl boyunca hiçbir sorumlu yargı önüne çıkarılmadı. Önce Genelkurmay Askeri Savcılığı, “askerler kendilerine verilen görevi yerine getirirken KAÇINILMAZ HATAYA düştüler” ve “dava açılmasını gerektiren bir sebep bulunmadığı anlaşıldı” diyerek “kovuşturmaya yer yok” kararı verdi.
Sonra avukatlar ve aileler Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını kullandı. Hükümet adına bu mahkemeye görüş bildiren Adalet Bakanlığı askerlerin gerekçesini beğenmiş görünüyordu: “Bakanlığımız olayın meydana gelmesinde etkili olan ‘KAÇINILMAZ HATA’nın tespitinin yapıldığını belirtmek ister.”
Roboski ailelerinin avukatlarından ve sürecin en ısrarlı takipçilerinden Tahir Elçi 4 yıl sonra Diyarbakır’da öldürüldü.
Mezarlığa anmaya giden kurban yakınlarına idari cezalar kesildi. Ailesinden bir gecede 28 can kaybeden ve daha sonra milletvekili seçilen Ferhat Encü Kasım 2016’da Selahattin Demirtaş’la birlikte tutuklandı ve iki yılı aşkın süredir cezaevinde.
Roboski’ye ‘iktidar’ ya da ‘muhalefet’ cephelerinin çeşitli zaviyelerinden bakanların çoğu yaşananın vahametini görmedi, umursamadı. “PKK kıyafetlerine benzer giyinen kaçakçıların ölümü” olarak tevil edilmesine razı oldu. “Kaçakçılık yapmasalardı efendim”, “PKK’nın figüranı bunlar”, “böyle olaylar kaçakçılığın fıtratında var” gibi laflara indirdiler vicdanlarını. Oysa hukukun bugünkü kadar hunharca katline giden yol 2010’daki anayasa referandumu ile açılmışsa, bunun ilk pratik testi de Roboski katliamında yapılmıştı. Ondan sonra ne Soma katliamının hesabı sorulabildi hakkınca, ne tren facialarının… Ne vaktiyle futbol liglerine adı verilmiş bankada hesabı olduğu için içeri atılanlar anlatabildi derdini, ne de ‘kurum kanaati’ ya da ‘ihbar’ ile görevinden atılıp medeni ölüme mahkûm edilenler. “Kürdün başına gelen benim başıma gelmez” sanan herkes yanıldı.
(*) Bu yazıdaki aktarımlar için kaynak olarak, Kitabı Mukaddes Şirketi’nin 1995 baskılı İncil’i kullanıldı.