Biden'ın 100 günü: Yeni bir toplumsal mutabakat yaratabilecek mi?

Sosyal politikaları toplumun her kesimine yaymış FDR ile Biden karşılaştırılıyor? Biden, yeni bir toplumsal mutabakat yaratabilecek mi? Doç. Dr. Toktamış, bu konuyla ilgili soruları yanıtladı.

Abone ol

DUVAR - ABD Başkanı’nın politikalarında önemli bir mihenk taşı olan, yeni seçilmiş başkanın 100'üncü günü, Joe Biden için geldi. Biden, bugünlerde tartışmaya açtığı 3 trilyon dolara yakın ağır altyapı hamleleri ile gerek ülkenin temel iktisadi yapısını, gerekse istihdam politikalarını derinden etkileyecek adımlar atmakta. Biden ile II. Dünya Savaşı ABD başkanı, dolayısıyla Nazileri de yenmiş olan Franklin Delano Roosevelt (FDR) arasında benzetme yapanlar çok var. Aslında bu benzetme çok da asılsız olmayabilir. Doç. Dr. Kumru Toktamış, bu konu ile ilgili soruları yanıtladı. 

Rumet Serhat: Bu uzun ve bize tamamen çetrefilli, dağınık gelen konuyu açmak için “Kimdir bu FDR?” diye sormak istiyorum. Sadece bir ABD başkanı değil, aynı zamanda da eğer bir ABD aristokrasisinden bahsedecek olursak o sınıfın üyeleri arasında dahi önemli bir ailenin üyesi. ABD’nin 42 yaşında en genç başkanı olan Theodore Roosevelt’in beşinci göbekten kuzeni. Theodore Roosevelt’in yeğeni olan eşi Eleanor Roosevelt ise sınıfsal ve kadın hakları ve insan hakları konusunda çalışmalarına resmi ve bireysel olarak devam etmiş biri.

Kumru Toktamış: Franklin Delano Roosevelt, ABD’nin 32'nci devlet başkanıdır. Çok zengin ve nüfuzlu bir aileden gelmesine rağmen 30’lu yaşlarında çocuk felci hastalığı sonucu bacakları işlevini kaybetmiş olsa da siyasetten geri durmamış, savaş dönemi başkanı olduğu için 1933 yılından 1945’de ölene kadar dört dönem başkanlık yapmıştır. Zaten, ABD’de iki dönem kanunu kendisinden sonra getirilmiştir, önceden sadece adet üzere iki dönemdi.

Dünya FDR’ı Nazileri yenmiş liderlerden biri olarak tanır. Bu anlamda tabii ki anti-faşisttir. ABD’de ise ismi Yeni Mutabakat* ile birlikte anılır ki, bu dünya görüşünüze göre ABD’de sosyal demokrasinin (ABD’de liberal derler) kurucusu veya ekonomiye büyük devlet müdahalelerinin yaratıcısı (Cumhuriyetçilere göre), veya ülkede sosyal refahı yeniden inşa ederek komünist dalganın yükselmesinin önüne geçmiş üçkâğıtçı bir kapitalizm savunucusu anlamlarına gelir. Neresinden bakarsanız bakın, 1929 Büyük Buhranının yarattığı yıkımların önünü alan iktisadi ve sosyal programlardır bunlar.

'ÜLKE KURULDUĞUNDA PARTİLER DEĞİL, FRAKSİYONLAR VAR'

RS: Kısaca özetleyebilirsek, dünya tarihinde ilk defa emperyalist bir imparatorluğa başkaldırıp yerine bir cumhuriyet kurabilen bu ülkede bağımsızlıktan sonra bu iki partinin temelleri nasıl oluşuyor?

KT: Ülke kurulduğunda partiler değil de fraksiyonlar var: Güçlü merkezi devletçilik taraftarı federalistler, ki bunların başında merkez bankasının kurucusu Alexander Hamilton var-, ile gücün eyaletlerde dağılmasını savunan, merkezi devletin gücüne karşı çıkan, anti-federalistler, ki bunlardan Demokrat Cumhuriyetçiler veya Jefferson Demokratları diye söz edilir.  Daha çok kuzey batıda taraftar bulan federalistler sistem içinde buharlaşırken, Demokrat Cumhuriyetçiler ancak 19'uncu yüzyıl ortasında bugünkü iki ayrı parti haline geliyorlar

RS: ABD’de ve/veya dışarıdan bakıldığında Cumhuriyetçi Parti 'siyah düşmanı' bir parti olarak gözüküyor, ama Amerikan İç Savaşı’nı kazanıp Siyahilerin köleliğini tüm eyaletlerde kaldırılmasını sağlayan Cumhuriyetçi Partili Başkan Abraham Lincoln’dı. Bu rol değişimi neden kaynaklı?

KT: 20 dolarlık banknotun üzerinde resmi olan, ama soykırımcı bir kasap olduğu artık kesinleşmiş olan Andrew Jackson, Demokrat Parti'nin evirilmesinde önemli rol oynamış bir 'halk' politikacısı. ABD’deki yerli, yani Kızılderili nüfusa karşı en ağır katliamları bir devlet politikası haline getiren Jackson, aynı zamanda beyaz yoksul göçmenlerin kahramanıdır. Neden? Çünkü yerlileri yerleşim bölgelerinden Batı’ya sürerken (ve bu şekilde ölmelerine neden olurken) ele geçirdiği toprakları yoksul beyazlara dağıtmıştır. Yoksul beyazların zaman içinde Amerikan toplumuna entegre olmaları ve siyasi katilim hakları kazanabilmeleri aynı Andrew Jackson sayesindedir. Bu popülizme çok kaba hatları ile Trump’ı besleyen popülizm de diyebiliriz. Zaten bu nedenle Trump pek çok konuşmasını arkasında Andrew Jackson tablosu ile bu nedenle yapmıştır. Bu yerli ve yoksul beyazların karşı karşıya getirilmeleri ABD’nin kuruluşunun birinci günahı iken, ikinci günah ise tabii ki köle olarak getirilmiş siyahların emeği üstünden kurulmuş bir ülke olmasıdır.

RS: Yani bu kargaşadan kuzeyli 'Yankee' sanayici kapitalistler endüstrileşme adına beş yaşındaki çocukları bile ücret karşılığı çalıştırırken güneyli 'Dixie' tarım toplumu ise siyahları köle olarak kullanmayı tercih ediyordu?

'İÇ SAVAŞ TARIMDAN ENDÜSTRİYE GEÇMENİN SAVAŞIDIR'

KT: Jackson’ın bir başka ayırt edici özelliği ise devlet başkanının güçler ayrımındaki temel rolünü savunan bir rejime imza atmış olmasıdır ki, yine aynı prensibi Trump yönetimi de savunmuştur. O dönemde, yani 1830’larda Demokratik Parti aynı zamanda başkanın üstünlüğünü prensibini savunurken karşısındaki Whig Partisi –ki bu zaman içinde Cumhuriyetçi Parti olacaktır-, güçler ayrılığı ilkesinde Kongre’nin temel güç olmasını savunmaktaydı. Cumhuriyetçi Parti, sadece köleciliğe karşı çıkmakla kalmaz aynı zamanda kırsal, tarıma dayalı bir Amerikan toplumu anlayışına da karşıdır. Tıpkı kendilerinden önce gelen Whig Partisi gibi Cumhuriyetçiler endüstriyel modernleşmeden yanadırlar. Bu açıdan İç Savaş biraz da tarımdan endüstriye geçmenin, tarımı endüstrileştirmenin ve endüstri girdisi haline getirmenin savaşıdır. Bu anlamda büyük toprak sahiplerinin elinden en büyük kaynakları olan köleler alınıp, ucuz iş gücü haline getirilmişlerdir.

RS: O halde kölelerin ucuz işgücüne katılımı en çok kimi rahatsız eder?

KT: Rekabet haline geldikleri yoksul beyazları. Dixie Demokratları** olarak Cumhuriyetçi Parti’nin kölelikten yeni kurtulmuş siyahları topluma entegre etme politikalarına karşı çıkarlar. Bu noktadan sonra, yani İç Savaş ile büyük toprak sahiplerinin toplumsal ve iktisadi güçleri kırıldıktan sonra, Amerikan toplumu kapitalist endüstrileşmenin toplumsal sorunları ile karşı karşıyadır. 19'uncu yüzyıl sonunda buna bağlı olarak iki büyük ve birbirinden farklı alttan gelen siyasi hareketlenme var: Halk Partisi (Peoples Party) ve İlerlemeciler (Progressive era).

RS: O halde sorum; nedir bu hareketler ve bugünü nasıl şekillendirmişlerdir?

KT: 1890’lı yılların başında kurulan popülist Halk Partisi tam bir çiftçiler birliğidir. Endüstrileşmenin tarım ekonomisi üstündeki çökertici etkisine karşı çıkan irili, ufaklı çiftçiler (malum ABD de bunlara köylü diyemiyoruz, farklı tarihselliklerden dolayı) aynı zamanda muhafazakâr bir nüfus da değiller. Hatta hak ve özgürlükler konusunda solda oldukları kesin olmakla beraber, kendilerine bir şekilde endüstri karşıtı Demokrat Parti'ye daha yakın görüyorlar. Popülistler temel olarak kapitalistleşmeye ve dev kapitalist şirketlere karşı iken aynı zamanda göçmen aleyhtarı bir nativist, yani “Bu toprakların esas sahibi biziz” ırkçılığı da sergiliyorlar. Bu anlamda Halk Partisi aslında beyaz üstünlüğünü savunan, modernleşme karşıtı ve hatta anti-semitik bir hareket idi (o zamanlar Yahudiler henüz daha beyazdan sayılmıyorlardı). başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti'ye çok önemli, yüzde 10 yaklaşan destekler verseler de, çok azgın bir yayılmacı, bir o kadar da budala bir başkan olan Cumhuriyetçi aday McKinley’in seçilmesine engel olamıyorlar.

Bu popülistlerin, 20'nci yüzyılın başındaki İlerlemeci döneme katkısı olduğu tartışmalı bir konu çünkü ilerlemeci dönemin liderleri aslında Halk Partisi'nden hiç mi hiç haz etmeyen Theodore Roosevelt gibi tipler. İlerlemeci hareketin liderleri arasında hem Cumhuriyetçiler var hem de Demokratlar. Bu hareketin temel hedefi kanlı Taylor’cu kapitalizmin yarattığı toplumsal sorunlara sistem içinde çözüm üretebilmek. 20'nci yüzyıla dönerken siyasi tarihe damgasını vuran bu İlerlemeci dönemin hedeflenmeyen sonuçlarından biri de ileriki yıllarda siyahların Demokratik Parti’ye geçmeleri olacaktır.

RS: Uzak kuzen Theodore 'Teddy'*** Roosevelt Cumhuriyetçi başkan iken, Teddy’nin öz yeğeni Eleanor ve FDR’ın Demokrat olmalarından yola çıkarsak, iki başkan arasında devlet yöneticiliği açısından ne farklar var?

KT: Teddy Roosevelt 1901 yılında İlerlemeci Cumhuriyetçi olarak başkan olduğunda sosyal adalet, yasaların üstünlüğü gibi anlayışların ülke çapında savunuculuğunu da yapmakta idi. Ancak hukuk yolu ile kapitalizmin yarattığı eşitsizliklerle baş edilemeyeceği 1929 Büyük Buhranı ile dünya çapında netlik kazandı. Yeni sosyal politikalar üreterek, yeni bir toplumsal mutabakat kurgulanması gerektiği, bu kurgulanmaz ise kapitalist sistemin tamamen çökebileceği açıkça ortaya çıkmış olduğu için, İlerlemeci Demokratlardan Franklin D. Roosevelt toplumsal gelir dağılımının yeniden gözden geçirilmesine yönelik bir dizi iktisadi hamleye girişti.

Devletin, kanlı kapitalizm savunucularının aksine, doğrudan ekonomiye müdahale etmesi ile yeni iş imkânları, istihdam politikaları, devlet yardımları, sağlık ve emeklilik sistemleri geliştirildi. Bütün bunlar tabii ki doğrudan hızla yoksullaşan beyaz nüfusu hedefleyen devlet politikaları idi. Ancak bu Yeni Mutabakatın istihdam politikaları aynı zamanda yoksul siyahlara da is ve is güvencesi sağlıyordu ister istemez. Yeni Mutabakatı kerhen, Büyük Buhranın dayatması ile kabul eden endüstrileşme ve endüstriyel politikalara devletin müdahalesinden yana olmayan Cumhuriyetçi Parti'yi siyahların terk etmeye başlaması iste tam bu dönemde karşımıza çıkar.

RS: FDR ilerici biri olsa da, eşi Eleanor da çağına göre gayet ilerici politik bir figür, hatta açıkça marjinal bir kadın ve kendi çevresinde, en azından Stalin iktidarına kadar, açıkça eski komünistler bulunduğu geçmekte. Eleanor ne kadar FDR üzerinde etkiliydi?

KT: Bu konuda FDR’ın eşi Eleanor Roosevelt’in çok direk ve önemli katkıları olduğunu söylememiz lazım. Demin de söylediğim gibi, Roosevelt pek çok eyalette bu yeni mutabakatın beyazlar için bir kurtuluş yolu olduğunu ima etmiş olsa bile, Eleanore Roosevelt ve eski solculardan oluşan çevresinin her yeni gelişmeden siyahların da faydalanabilmeleri için ciddi çalışmalar yapmış olduklarını bugün artık biliyoruz.

Yeni mutabakatın yarattığı istihdam ortamı, hala ikinci sınıf muamelesi gören siyahların da önlerini açtığı için, siyah nüfus daha kontrolsüz kapitalizm taraftarı olan Cumhuriyetçi Parti’den uzaklaştılar. Bu dönemde güneyli Dixie Demokratlar da Cumhuriyetçi Parti’nin, merkezi devlet müdahalesine karşı olan politikalarında kendi ırkçılıklarını yerel olarak savunabilme imkânlarına kavuştular.

RS: Bu beklenmedik gelişme sonucunda siyahlar Demokratik Parti'ye yöneliyor ve bunu kazandıran FDR yönetimi oluyor, değil mi?

KT: Demokrat FDR’ın politikaları ister istemez o güne değin ABD İç Savaşı'nı kazanarak köleliği sonlandıran Abraham Lincoln’un partisi olan Cumhuriyetçilere güvenen siyahların kitleler halinde Demokratik Parti’ye yönelerek ileriki yıllarda Demokratların en içten seçmenleri olmalarına neden olmuştu.

'SOYKIRIM İFADELERİ TARTIŞILDI'

RS: Tekrar Andrew Jackson meselesine dönersek, aslında o da Demokratik Parti’den başkan seçilmiş biri ve Türkiye geçtiğimiz günlerde bir ABD başkanının, üstelik Demokratik Parti’den, 24 Nisan 1915’te olan olaylar için 'soykırım' ifadesi kullandığını tartıştı. Peki, ABD'nin kendisi yerlilerle yaşadığı geçmişle ne kadar yüzleşmiş durumda?

KT:  ABD’nin yedinci Başkanı Andrew Jackson’a kadar, bence ciddi bir yerli soykırımından söz etmemiz doğru olmaz. Daha çok bir itiş kakış ilişkisidir, zaman zaman isin içinde tabii ki şiddet de vardır. Hatta başlangıçta, yani henüz bağımsızlık ilan edilmeden önce aslında bir Avrupa içi çatışma Kuzey Amerika’ya taşınmıştır; şöyle ki Avrupa kıtasında kapışmakta olan Britanya ve Fransız kuvvetleri, bu yeni kıtada kendilerine yerlilerden ittifaklar edinmiş ve bu müttefikleri ile birlikte Avrupai çatışmalarını burada da sürdürmek istemişlerdir. Yani, sömürgeci dönemde Avrupalılar ve yerliler çatışırken aslında Fransız yanlısı yerliler İngilizlerle, Britanya yanlısı yerliler Fransızlarla çatışmalara girmekteydiler.

Sonra, aslında yerlilere son derece hayran olan, hayran olduğu için kendisine de “Yerliler gibi Amerikalı” diyen Thomas Jefferson’ın açtığı önemli bir yara var; Louisiana eyaletini Fransızlardan satın almak. Bu alışverişte kimse yerlilerin fikrini almıyor. Eh Louisiana yerlilerine göre (isimlerini bile bilmek zahmetine katlanmıyoruz artık, ayıbımız böylesi büyük) topraklarını ele geçiren Jefferson kuvvetleri ise halen düşman bildikleri mavi üniformalılar. Haliyle muazzam çatışmalar yaşanıyor ama buna da bence soykırım denemez. Jefferson bazen tavizler veriyor bazen kafası kızan komutanlar katliamlar yapıyor vs.

RS: Peki ters giden ne oldu? Bu anlattıklarınız soykırım değil, iki halk arasındaki toprak için çatışma olarak görülebilir.

'ABD'DE YERLİ SOYKIRIMI JACKSON İLE BAŞLIYOR'

KT: Andrew Jackson ile başlıyor. O, bu itiş kakıştan farklı bir politika izliyor. Zaten böyle söyleyerek seçiliyor; “Sürün hepsini Batı’ya!” emrini veriyor.  Zaten kendisi başkan olmadan önce yerlilerle çarpışan bir milis komutanı. Yerli kabileler üstünde Jefferson’ın imzası olan tapularını Yüksek Mahkeme'ye kadar götürüyorlar. Yüksek Mahkeme yerlilerden yana karar veriyor. Jackson’a bu haber geldiğinde başkan mahkeme kararını açıkça tanımıyor; “Becerebilirse Yüksek Mahkeme başkanı kararını uygulasın hele bir!” diye meydan okuyor. İşte bu noktadan sonra olanlar soykırımdır. 1830 yılından sonra aileler, yerlerinden yurtlarından edilirken devlet onları ne vatandaşı sayıyor, ne en ufak bir yardım veya destek veriyor. Milyonlarca yerli katlediliyor.

Bu sürgünler ve katliamlardan 20 yıl kadar sonra, sözde ortalığa saçılmış yerlileri destekleme ve barındırma yasaları çıkartılıyor, ama bu yasalar aslında çok bariz kontrol ve sindirme yasaları. Bugünkü özerk Kızılderili toprakları, alanları, bölgeleri 19'uncu yüzyılın ikinci yarısında kuruluyorlar. Buralarda yaşayan yerliler Hristiyan çiftçiler olmaya zorlanıyorlar. Soykırım mı daha kötü, yoksa başarıya ulaşmış bir soykırımdan sonra yaşanan bu zorlamalar mı bilemiyorum açıkçası.

RS: 40 katır mı, 40 satır mı sorusu… İkisi de birbirinden kötü. Peki, işler ne zaman düzelmeye başlıyor? Amerikan yerlilerine yönelik destek programları Clinton hükümetinde de vardı.

KT: Taa FDR döneminde 1934’de bu cebir, zor ve baskı politikalarının işe yaramadığı resmen kabul ediliyor ve Kızılderili kültürünü destekleme, siyasi özerkliğin teşviki ve ekonomik yardım politikaları uygulanmaya başlıyor. Ancak yüzyıl sürmüş soykırım ve soykırım sonrası politikaların olumlu meyveler vermesi hala pek mümkün görünmüyor.

Değil bu tarihi idrak etmiş olmak, bu tarihteki aşiretlerin, kabilelerin isimlerini bile bilmek zahmetine katlanmayanların uzaktan el etmesine gerek olmayacak kadar zor ve karmaşık bir durum yaşananlar. Yoksul göçmen beyazların 'Amerikan Rüyası' ile kucaklaşıp refaha ermelerinin altında yerlilerin kan ve gözyaşları var. Dolayısıyla bu ABD devletinden çok halkın tarihsel gerçek olarak benimsemiş olduğu bir soykırım.

RS: ABD, Kızılderili Soykırımı ile yüzleşti diyebilir miyiz? Kızılderililer siyasal olarak artık ne durumdalar?

KT: 21'inci yüzyıl ile birlikte çeşitli eyaletlerde yaşanan katliamlar birer ikişer ve yavaş yavaş kabul edilmeye başlanıyor. Kimi eyalet valileri ufak ufak “Bu eyalette yaşananlar soykırım idi” diyerek zaten gözler önünde olan tarihi resmi ağızdan kabul etmiş oldular. Bu liste çok uzun değil, ama en son 2009 yılında Kaliforniya Valisi eyaletin soykırım üstüne kurulduğunu kabul etti. 2009 yılında ABD Senatosu zaten Kızılderililerden özür dilemiş, bu tarihi doküman Başkan Obama tarafından resmileştirilmişti. Tabii daha pek çok eyaletin aynı tavrı benimsemesi beklenmekte.

Biden hükümeti kabinesindeki İçişleri Bakanı Deb Haaland bir Yerli kabile olan Laguna mensubu. Burada İçişleri Bakanlığı, daha çok İmar-İskân Bakanlığı gibi bir kurumdur. Yani ABD’de henüz polis işlerine, iç asayişe bakan bir Yerli bakan olmasa da, önümüzdeki 4 yıl boyunca imar, iskân, tapu işleri bir yerli kadın tarafından yönetilecek.

RS: Peki neden faşizme karşı savaş kazanmış ve ülkesindeki eşitliği, sosyal politikaları toplumun her kesimine yaymış FDR ile Joe Biden karşılaştırılıyor? Biden, yeni bir toplumsal mutabakat yaratabilecek mi?

KT: Açıkça neo-liberal politikalardan çark etmekte olan, trickle-down (akmasa da damlar, komşuda pişen bize de düşer) kapitalizminin hiç bir şekilde işlemediğini nisan sonunda Kongre önünde yaptığı konuşmada duyuran, sendikalaşmanın gerekliliğinin altını çizen bir Biden var. Yanı başındaki Siyahi Başkan yardımcısı Kamala Harris ve kabinesindeki türlü çeşitli etnik ve toplumsal gruplardan bakan ve üst düzey devlet insanları ile birlikte bir kere Biden, FDR ile bu noktada buluşuyor: kapitalizmin yarattığı eşitsizlikler artık bahis edilemez durumdadır.

İkinci buluştukları nokta tabii ki sistem içinde çözüm üretme noktası. FDR Yönetimi tabii ki 1930’larda bu düzenlemeleri yaparken, o sırada ikinci sınıf vatandaş olan siyahların iktisadi haklarını da ister istemez sağlama alıvermiş duruma gelmişlerdi. Şimdi artık siyahların eşit yurttaş olmalarından geriye dönüş mümkün değil, ancak Biden yönetiminin siyahların ve diğer beyaz olmayan ya da egemen olmayan grupların ne kadar söz sahibi olacaklarına ortam ve imkân sağlamakta olduğunu bütün dünya gözlemliyor.

Şu noktada Biden ile FDR farkı aslında çok büyük. Neden? Çünkü FDR gerçek bir yeni toplumsal mutabakat politikasını kurmuş ve hayata geçirmiş bir başkan. Bunu yaparken siyah nüfusu da Demokrat Parti'ye taşımış. Biden’ın ise muazzam bir siyah desteği var, bakalım bunu politika olarak, yeni bir ekonomik düzen olarak gerçekten hayata geçirebilecek mi?

RS: Belli bir siyasi dalgalanma sürecinin sonunda ABD’deki partilerin yapıları temelden dönüştü. Şimdi yine benzer bir süreç yaşanabilir. Cumhuriyetçiler nasıl bir parti olacaklarına karar vermeye çalışırken, Biden’ın politikaları ile her iki partide çok temel dönüşümler geçirecekler gibi görünüyor. FDR ile aynı hamleleri tekrarlayacak değildir elbette. İnsan hakları ve ekoloji/çevre konularında daha da ilerici bir siyaset bekliyorum ben kendisinden.

KT: FDR yönetimi, yeni mutabakatı hayata geçirirken inşaat sektörünü pilot sektör olarak almış, hem inşaat şirketlerine, hem ailelere kredi açarak ekonomiyi canlandırmıştı.

Biden, Trump’a karşı anti-faşist bir cephenin oluşturulmasında kilit bir düzen unsuru olarak karşımıza çıktı zaten. Şimdi de muazzam bir iktisadi planlama önerisi getirerek yeni bir mutabakat ile yoksullaşmış beyazların Trumpçı kabarışlarının önüne geçebilecek sosyal ve iktisadi programlara imza atmak istiyor.

Biden hükümetinin benzer bir hamleyi 'yeşil ekonomi' ile, yani daha ekolojik, çevreci yatırımlarla istihdam, gelir ve tabii ki sermaye yaratması bekleniyor. Benzer bir hamleyi Obama yönetimi güneş enerjisi ile yapmaya çalışmış yer yer başarılı da olmuştu. Ancak Trump yönetimi nerdeyse atılan her adımı yerle bir etmeyi becerdi. Biliyorsunuz ki bu 'yeşil ekonomi' platformunun yaratıcıları Demokrat Parti’nin sol kanadı, hemen her satırında Sanders’ın, AOC‘nin nefesleri var. Bakalım nasıl bir pazarlık ile bu planlar hayata geçecekler? Bu planın nereye kadar gidebileceğini şimdiden kestirmek güç ancak artık geriye dönüş yok.

FDR in dört başkanlık dönemi boyunca dünyayı, ABD’yi ve hatta her iki partiyi de dönüştürdüğü gibi bir dönüşümün eşiğinde olduğumuz kesin.

* Yeni Mutabakat: Batı ülkeleri, o zamanki ismiyle 'demokrasi' olarak bilinmese de uzun süreli iç iktidar çekişmelerinin sonucunda Monarşi ile Halk arasında bir sözleşme olduğuna, devletin ve insanların buna karşılıklı uymalarına inanarak 'sosyal mutabakat' kavramını ve sonucunda da bugün bildiğimiz anlamda anayasayı oluşturmuşlardır. FDR, ise mevcut devlette yeni bir sözleşmeden bahsetmektedir.

** Dünyada hemen hemen herkes ABD’li için 'Yankee' kavramını bilse de, aslında sadece o zamanki ABD İç Savaşındaki kuzey eyaletlerini kapsar. Aynı zamandan kalma ABD’nin güney eyaletlerine 'Dixieland', oraya ve oralıya 'Dixie' denilir, muhafazakâr güneyli Demokratlara ise 'Dixiecrat' alayla kullanılabilir.

*** ABD’nin 26'ncı başkanı Theodore Roosevelt için isminin kısaltması 'Teddy' kullanılır, günümüzdeki içi doldurulmuş küçük çocuk oyuncak ayıları İngilizcede 'Teddy Bear' olarak geçer ve bu isim kendisinden kaynaklıdır.

NOT: Bu yazıda kullanılan 'sol', 'ilerici' gibi kavramların ABD’de kullanımı ve kıta Avrupası ile ülkemizde kullanımı sadece kelime olarak benzemektedir. Bizim Türkiye’de bildiğimiz anlamda 'sağ' ve 'sol' kavramları, ABD’de sol=büyük devlet; devletin gelir dağılımını yeniden düzenleyecek şekilde ekonomiye müdahalesi. Sağ=küçük devlet; devletin ekonomiden elini çekmesi olduğu iddia edilen aslında arz tarafına destek vermesi anlamına gelmektedir. (Kaynak: Aborjin)