Hayır, muktedirlerin gözümüzün içine baka baka söylediği
yalanlardan bahsetmeyeceğim. Zaten onların bilimle ne ilgisi var,
silahlı insansız hava aracının rotasını hesaplamak falan dışında?
İş insanlarının, esnafın, muhayyel yaratıklarca icra edilen akıl
ermez faaliyetlere bağladığı, aslında basitçe açgözlülük ve
sahtekârlık mahsûlü soygun furyasına ekonomistlerin giydirmeye
çalıştığı “nesnellik” kıyafetleri üzerine de konuşmayacağım. (Ki
yalanın Allahı bu olur. Bunun için, ekonomiyle uğraşan eşi dostu
kızdırma pahasına, lafın esirgenmediği özel seans planlıyorum.)
Ortaya getirmek istediğim mevzu, bizim zalim ve üçkağıtçı
muktedirlerin de, para hırsı dışında insanî duygu taşıyıp
taşımadıkları belirsiz şirketler âlemi mensuplarının da
uzanamayacağı yerlerden, onların da basit birer oyuncu, hattâ kukla
haline gelebileceği yeni dünyamızdan. Bugün gerçek adına bildiğimiz
bellediğimiz hiçbir şeyin varlığından, asıllığından emin
olamayacağımız, bizatihi kendisi külliyen belirsiz gelecek
dünyamızdan. Adına gelecek dememizin çoktan artık yalnızca teselli
haline gelmiş bulunduğu, cup diye içine atlamış bulunduğumuz,
hâlihazırdaki yaşam çevremizden.
Yönetmeyenlerin de okuyabileceği “yönetici özeti” şu: Gerçeklik
kayboluyor.
İlk bakışta felsefî görünen, nitekim şüphesiz öyle bir tarafı da
olan, ancak aslında “ekmek kalmadı” seviyesinde, gayet somut ve
basit bir halin tarifinden ibaret bu iki kelimelik ifadeye sanırım
çoğunuz giderek artan sıklıkta rastlıyorsunuzdur. Ve neredeyse
yüzde yüz oranında, bu lafın geçtiği her yere sağından solundan
“yapay zekâ” kavramı ilişiyordur. Zira gerçeğin kaybından esas
olarak yapay zekânın yarattığı imkânlarla geçilen yeni insanlık
durumu sorumlu. Daha doğrusu, hattâ esas doğrusu, yapay zekâ gibi
bir atılımın neoliberal kültür(süzlük), politika(sızlık),
ilişkiler(sizlik) dönemine denk gelişiyle oluşan bileşim sorumlu.
Başka türlü ahlâkî normların, değerlerin, “insan” kavrayışının ve
birlikte kurulabilecek gelecek umutlarının varolduğu ortamda, yapay
zekâ, şüphesiz yine bugünkü gibi tehlikeler barındıracak, ama
insanlığın bir kısmı yapay zekâ geliştirmekle uğraşırken bir kısmı
da insanlığımızdan hepten çıkmayalım diye tedbirler, alternatifler
düşünecekti. Çünkü eline her imkân geçirenin başkalarının sırtına
binerek biryerlere yükselmeye ve oradan üzerimize işemeye yönelmesi
bireyin normal davranışı veya hedefi sayılmayacaktı. Dolayısıyla,
içinde barındırdığı tehlikeler, sırf birilerine muazzam çıkarlar ve
tahakküm imkânları sağladığı için, şu dev teknolojik atılımla
otomatikman özdeşleşmeyecekti. Eğer bu atılımın getireceği
avantajları istiyorsak karşılığında haysiyetimizden,
özgürlüğümüzden feragat etmeye mecbur olduğumuz
dayatılamayacaktı.
Lâkin daha çekirdeğinden sömürüyü hayatın odağı kılan
kapitalizmin şu anki dizginsiz, kahredici evresinde işler böyle
yürümüyor. Neoliberalizmin sonunda sahiplerini, imtiyazlılarını ve
-toplumsal organizasyon olarak- kendini de yok edeceği, bildiğimiz
anlamıyla yeryüzündeki insan yaşamının bütünüyle dönüşeceği ve
muhtemelen şu anki dünya nüfusunun büyük bölümü için sona ereceği
evreye geçmekteyiz; öyle görünüyor. Girilen kahroluş yolundan doğru
dürüst başka yola sapılması imkânsız değil. İnsanın olduğu yerde
imkân tükenmiyor. Lâkin çok açık ki, insanlığın tekrar “insanlık”
yoluna girmesi için günün gelişmelerini temelinden kavrayacak,
şimdiye kadar bildiklerimizin ötesine geçen, başka türlü gelecek
kurguları, örgütlü, dönüştürücü faaliyetler, bunlar için de başka
türlü kafa yapıları gerekiyor.
Eskileri onarıp yeni gibi yapmak mı olur, yepyeni fikirlere
ulaşmak mı olur, her ne olacaksa hepsi için, olan biteni kavramak
elbette ilk şart. Bu da doğrudan doğruya gerçekle sakınmasız
ilişkiyi gerektiriyor. Gerçeklik siyasî mücadele yürütenler için
sadece gündelik politika hesap kitabı açısından önem taşımıyor.
Bütün insanlık için adaletli, eşitlikçi gelecek kurguları hayal
edenlerin sahip olması zorunlu ahlâkî üstünlük ve dönüştürücülük
iddiasının ayaklarının sağlam yere basması için de zorunlu,
gerçekle sağlıklı ilişki.
Bu bakımdan, burada bizim de artık tehlikeli ölçüde fazla
alıştığımız, kanıksadığımız, Donald Trump denen yavşak canavar
yüzünden dünyanın en güçlü ülkesinde yaşayanların da alışmaya
başladığı, “çekirdekten yalancılık” diye tarif edebileceğimiz
tutumun yaratmakta olduğu hasar sadece öyle dönemsel siyasî mesele
değil. Trump’ın, rakibi Joe Biden ile geleneksel başkan adayları
tartışmasında gece boyu onlarca yalan söylemiş olması, haberlerin
arasında, olayın ayrıntılarından herhangi biri gibi zikredilebildi.
Onun destekçileri, her adımda kırk yalan söylüyor oluşunu sorun
bile saymadılar bugüne kadar. Nitekim, tekrar edeyim, bizim de sık
sık mâruz kaldığımız üzre, siyasetçinin, yöneticinin alenen yalan
söylemesi ona asla puan kaybettirmiyor. Çıkıp yeşil beze kırmızı
dediğinde sadece üç-beş muhalifi kalkıp isyan ediyor, dakikalar
geçmeden yalan unutulup gidiyor.
Yalanın doğallaşması, gerçeklikle ilişkiyi kökünden bozan bir
hastalık. Toplum hayatında kanser gibi bir şey.
Şimdi neoliberal ekonomi dünyasının zaten üstüne kurulduğu,
neoliberal siyaset dünyasında da artık kurumlaşmaya başlayan
yapısal yalanı kenara koyalım, gözümüzü üstünden ayırmadan ve bir
an olsun aklımızdan çıkarmadan. Gelelim yapay zekânın getirdiği
imkânlarla ambalajlanarak gerçeklik algısının yok
edilmesi meselesine. Bu konuyla özel olarak
ilgilenmeyenler dahi şunu artık biliyor ki, meselâ ben bu yazıyı
Barcelona’da bir kafede yazmakta olduğumu, karşıdaki masada da
final şansını kaçırmış Mbappe’nin arkadaşıyla tavla oynadığını
falan size görüntülü olarak kanıtlayabilirim. Photoshop hileleriyle
de çok şey becerilebiliyordu, ama görüntü işleme alanının
profesyonelleri olarak bunları -bazen kolayca, bazen daha zor, ama
sonunda mutlaka- tesbit edebilirdik. Şimdi yapay zekâ ile
oluşturulan gerçek-dışı görüntüleri yakalamada şahsen benim başarı
seviyem bir yıldan kısa sürede yüzde yüzden yetmişe indi. Giderek
düşüyor.
Sahte görüntülerin üretiminden sözederken genellikle kötü
niyetli girişimleri varsayarak konuşuyoruz. Bu elbette çok büyük
sorun. Ama sorunun daha büyüğü, gerçekliğin yok edilişini normal
saydıracak öbür tarafta. Yani ilk bakışta müthiş işimize yarayacak
birçok imkânla yüzyüzeyiz; fakat bunlar kullanıldıkça, yerleştikçe,
ortalama insanın neyin gerçek olduğunu neyin olmadığını ayırt etme
şansı kalmıyor. Bunlar sırf gereksiz telaş yaratmaya yönelik
abartılı sözler gibi görünüyor. Ama şimdilik ucu gözüken bazı
eğilimler ve gelişmelerin iki-üç adım sonrasını hayal etmeye
kalktığınızda şu söylediklerimi fazla yetersiz ve zayıf
bulabilirsiniz.
Bir tek örnekle sizi silkelemeye çalışacağım. “TED Konuşmaları”
adlı müesseseyi çoğu okuryazar biliyordur tahmin ediyorum. (İsteyen
için bilgi şurada var.)
Alanında uzman, konusunu çarpıcı bilgiler eşliğinde, iyi izlenir
tarzda sunan, yüzeysellik-derinlik dengelerini ve ucu kurulu düzene
dokunacak sorunlarla ilgili sınırı ayarlayabilen, tercihen
albenisi, karizması da -en azından konuşmacılık yetenekleri
bakımından- yerinde kimseler çıkıp, yirmi dakikalık sunumlarla bizi
aydınlatıyorlar. Çoğu, hele kompakt bilgi edinmek isteyenler için,
hayli yararlı, aydınlatıcı konuşmalar bunlar. Çıkan uzmana göre
değişik dillerde yapılabiliyor ve canlı izleyemeyenler için TED’in
internet sitesinde altyazıyla sürekli sunuluyorlar.
TED Konuşmaları, doğaları -ve hangi alan sözkonusuysa, oradaki
başka uzmanların da görünür-görünmez denetimi-gözetimi altında
sürdürülmelerinin- gereği, yalanın kendine fazla yer bulabileceği
sahalardan değil. Ve sonuçta bilginin olabildiğince yayılması gibi,
büyük sayılacak bir amaca hizmet ediyorlar.
Fakat işte, bir büyük amaç için yapay zekâdan
yararlanarak tasarladıkları yeni atılım, gerçekliğin yok edilişine
hizmet edip bizi yalanın egemenliği yoluna taş döşeme tehlikesi
barındırıyor. Yapay zekânın hızlı çeviri yeteneğinden yararlanarak,
kuruluş, her konuşmacının sunumunu hızla değişik dillere çevirtecek
ve bunu -şimdiye kadarki gibi, altyazıyla değil- sesli
olarak sunacak. Britanyalı fizik profesörü İngilizce
konuşacak, ama Brezilyalılar onun konuşmasını Brezilya Portekizcesi
olarak dinleyecekler. Dublajlı TV dizisi gibi mi olacak? Hayır.
Konuşmacının sesinden örnek alınarak ses
üretilecek ve biz İngilizce yapılmış konuşmayı Portekizce
dinlerken duyduğumuz, profesörün kendi sesi
olacak! Elbette dudakları İngilizce kelimelere göre oynayan birinin
Portekizce konuşması, tam da dublajlı televizyon dizisi gibi
gözükür, bu durum yabancılaştırma efekti yaratır, konsantrasyonu
bozar. Dolayısıyla, buna da meydan verilmeyecek. Kişinin video
görüntüsünde dudak hareketlerini sese göre
düzenletmek, yapay zekânın bilemediniz birkaç dakikasını
alacak bir başka işlem. Kısa süre sonra bu işin iki tıkla
halledilebileceğinden şüphe duymuyoruz haliyle.
Sonuçta ortaya çıkacak olan ne peki? Hayatında Brezilya’ya
gitmemiş, Portekizce tek kelime bilmeyen Britanyalı profesör
Brezilya Portekizcesi, ben de -eğer TED konuşması yapmam uygun
görülen alan bulabilirsem- İtalyanca, Fransızca, İspanyolca sunum
yaparken izlenebileceğim. “Ne var bunda?” diyebilir miyiz? Dersek,
Prag’da işlenen bir cinayetten ötürü suçlanabileceğimizi kabul
etmeliyiz. Birlikte görünmemizin pek hoş kaçmayacağı biriyle
tatilde çekilmiş müstehcen görüntülerimiz hakkında ne yapacağımızı
da bir yandan düşünmeyi ihmal etmeden. Mahkemeye sunulacak bir sürü
fotoğraf, video ve bizzat bilmediğime yemin ettiğim yabancı dilde
konuşurkenki görüntülerime karşı elimden ne gelir? Denebilir ki,
bunların sahteliğini kanıtlayacak teknolojik işlemler ve araçlar da
olacaktır şüphesiz. Burası da tartışılır, olacak mı, yetecek mi,
kimlerin elinde olacak, hangi durumlarda kullanılabilecek… Lâkin
meselâ seçim öncesinde porno videosundan beş saniye “paylaşılmış”
siyasetçi sonradan bunun sahteliğini ispat etse kaç yazar?
TED’in böyle bir işe girişmesindeki özel rahatsız edici taraf,
alanının tam da gerçekliğin özü, çekirdeği, zemini, koşulları
üzerine uğraşılan bir alan oluşu. Bilimsel alanda da kimsenin
hiçbir zaman gördüğü-işittiği hiçbir şeyin gerçekliğinden emin
olamayacak hale gelişi bizi mahvedebilir.
İkinci bir soruyla, tehlikenin yakınlığı ve yaygınlığına ikna
olmayanlarımız da şüpheye düşecektir: TED’dekiler neden bu teatral
gerçek-dışı yönteme meylediyorlar?
Muhtemel cevapsa moral kırıcı basitlikte, netlikte: Çünkü
yapılabiliyor. Çünkü eğlenceli. Çünkü oyun onları da büyülüyor.
Neoliberal akıllı telefon çağı, aynı zamanda bir oyun çağı. Biz
oynarken “onlar” da bizimle oynuyor. Böyle hep beraber
oynayabiliriz sanılıyor. Hapsedileni, aç bırakılanı, kenara itileni
görmezden gelirsek. I-ıh! Bizimle oynayanlar günün birinde
sıkılacak ve yeni oyuncaklar arayacaklar. Eğlence ve oyuncak
aramaktan daha doğal hayat amacının varolmadığı palavrasını kültür
haline hep beraber getiriyoruz ne de olsa. Gerçeklik de
olmayıversin oyunumuzda…