“Hiçbir zaman ‘tamam ben oldum’ demeyip hep daha yüksekleri hedefleyin ve tüm bunları yaparken sadece başarı hikayeleriyle değil başarısızlıkları da aktararak arkadan gelen genç nesle ışık tutun, onlara yol açmasını bilin...”
İnsan, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren sürekli olarak çevresini ve evreni tanıyıp anlamlandırmaya çalışır. Bunu yaparken bir yandan da kendini tanıma yolculuğudur bu... Onun da bu anlamlandırma telaşında ilkokuldan liseye dek dünyası dans ve edebiyatla örülüydü. Sabahtan akşama kadar, farklı dans türlerini icra etmekle, Türk ve dünya edebiyatının baş yapıtlarını, büyük bir okuma aşkıyla, keşfetmekle geçiyordu günleri...
Lisedeyken en başarısız olduğu ders ise kimyaydı. Maddenin doğası, dönüşümleri, formüllerdeki bileşenler, periyodik sistem ona çok zor ama bir yandan da çözülmesi gereken eğlenceli bilmeceler gibi geliyordu.
Oysa Kimya Nobel Ödülü’nün ilk sahibi Marie Curie gibi bir örnek vardı karşısında. “İnsanlar konusunda daha az, fikirler konusunda daha çok meraklı olun” diyordu Curie. Onun hayatını merak edip okumuş, belleğinin bir yanına kaydetmişti bu muhteşem bilim kadınının geçtiği zorlukları ve verdiği mücadeleleri...
Zaman makinesine atlayıp da Koç Üniversitesi Kimya ve Biyoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Seda Keskin Avcı olarak, ileride kimya mühendisliği alanında etki yaratmış isimlerin bilim dünyasıyla paylaşıldığı Chemical Engineering Research and Design (ChERD) dergisinin 2022 yılında ilan ettiği “Dünyanın En Seçkin 20 Bilim Kadını” listesinde yer alacağını, o yıllarda söyleseler herhalde yüzünde kocaman bir gülümseme belirir ve “yok artık daha neler” derdi.
Oysa yaşam tüm muzipliğiyle ona göz kırparak, ilmek ilmek örüyordu onun kariyerini. Ve 18 yaşındaki Seda, bu geleceğin dümenini kendi becerileri, çalışkanlığı ve araştırma merakıyla zaman içerisinde ele geçirecekti. Hem kendisinde hem de çevresinde büyük bir dönüşümün öncüsü olarak...
Her insanın yaşamında bir kırılma noktası vardır. Bazen rastlantısal, bazen de bilinçli olarak... Seda için de, ne olduysa, üniversite sınavlarında Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümünü kazanmasıyla her şey yepyeni bir yön aldı. Kimya ve matematiğin buluştuğu dünyaya adım atar atmaz aslında bu alanı ne kadar da çok sevdiğini fark etti.
Kimya mühendisliğine olan ilgisi ve bu alandaki becerisi, üniversitede öğretim üyelerinin de dikkatinden kaçmadı. Bölümden 2004 yılında birincilikle mezun oldu ve 2006 yılında yine aynı bölümde yüksek lisans çalışmasını tamamladı.
Ama okumaya, araştırmaya yönelik doymak bilmeyen bir açlığı, bastıramadığı bir hevesi vardı. Doktora eğitimini yapmak üzere burs kazanarak ABD’ye gitti ve Carnegie Mellon Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdürdü.
Doktora tez danışmanı Georgia Institute of Technology’ye (GaTech) geçince o da 2009 yılında danışmanını takip ederek, GaTech Kimya ve Biyomoleküler Mühendisliği Bölümü’nden doktora derecesini, hem ‘Sigma Xi En İyi Doktora Tezi Ödülü’ hem de ‘Kimya ve Biyomoleküler Mühendisliği Üstün Doktora Tez Çalışması Ödülü’nü kazanarak aldı.
Tersine bir beyin göçü örneği olarak, doktorasını tamamladıktan hemen sonra bilimsel çalışmalarını ülkesinde devam ettirmeye karar verdi. Tüm üretken beyinlerin özünde tek kişilik süren yaşam yolculuğu hikayesinde bavuluna tüm deneyimlerini, bağlantılarını ve üretimlerini yerleştirip, başlangıç durağı olan ülkesinde filizlenip çiçek açmak istedi.
2010’da Türkiye’ye dönerek, Koç Üniversitesi Kimya ve Biyoloji Mühendisliği bölümünde yardımcı doçent olarak göreve başladı ve 2018 yılında da profesörlüğünü aldı. Ama o mesleği gereği “ömür boyu öğrenen” olarak kalmak istiyordu. Çünkü Einstein’ın da dediği gibi, “Hayat bisiklete binmek gibidir. Dengede kalmak için hareket etmek zorundasınız.”
Prof. Seda Keskin Avcı, “dünyanın en seçkin 20 bilim kadınından biri” olarak belirlenme sürecini şu şekilde anlatıyor:
“ChERD [Kimya Mühendisliği Araştırma ve Tasarım dergisi] 1980’lerden bu yana kimya mühendisliğinin çok çeşitli çalışma alanlarında yüksek kaliteli araştırmaları yayınlayan oldukça köklü bir dergi. 2021 yazında derginin yayın kurulu kimya mühendisliğinin temel alanlarında araştırmalar yapan en yetenekli kadın araştırmacı adaylarını ön elemeler sonucu belirlediklerini, benim de adaylardan biri olduğumu ve derginin bilimsel kurulu tarafından değerlendirilecek özgün bir araştırma çalışması iletmemi teklif ettiler. Yaklaşık bir yıl bu çalışmayı hazırladık, gönderdik, hakemlerin değerlendirmesi olumlu sonuçlanınca, yayınımız dergiye kabul edildi ve dergi de bu özel sayıya giren seçkin bilim kadınlarını duyurdu.”
Bu, Seda hocanın ilk uluslararası başarısı da değil. Kendisi, 2018 yılında Küresel Genç Akademi (Global Young Academy – GYA) üyeliğine Women in Science (Bilimde Kadın) temalı başvurusuyla, mühendislik alanında Türkiye’den seçilen ilk kadın üye oldu.
Tüm bu başarılar ise, bilimsel çalışmalarına devam edebilmesi için gerekli motivasyonu sağlıyor.
“Bilim dünyasında her zaman mükemmel başarılara imza atmıyoruz, elbette hesabımızın çalışmadığı, deneyimizin işe yaramadığı, makalemizin ya da projemizin reddedildiği, projemizin ilerleyişinin riske girdiği birçok olumsuz senaryoyla da karşılaşıyoruz. Dolayısıyla gece-gündüz demeden bilim aşkıyla emek verdiğimiz çalışmalarımızın başarılı bulunması ve ödüle layık görülmesi bizim için hem çok gurur verici hem de yola azimle devam etmek için çok motive edici oluyor” diyor.
Seda hoca, beş yıl önce, küresel ısınmaya yol açan karbondioksitin yakalanması ve hidrojenin geri kazanımı işlemlerinde üstün performans sağlayacak malzemelerin atomik düzeyde incelenmesi ve uzun vadede bu yeni nesil nano-gözenekli malzemelere dayalı verimli teknolojilerin geliştirilmesi amacıyla yürüttüğü COSMOS projesiyle, Avrupa Araştırma Konseyi’nden (ERC) mühendislik alanında 1,5 milyon Euro’luk fon almaya hak kazanan Türkiye’den ilk bilim kadını oldu.
Proje halen devam ediyor. Nihai hedef, bilimsel, teknolojik ve çevresel açıdan önem taşıyan çeşitli gaz ayırma işlemlerini en yüksek verimlilikle gerçekleştirebilecek gözenekli malzemelerin bilgisayarlı hesaplama teknikleri kullanılarak belirlenmesi.
Kendisi, projenin doğayı ve canlı yaşamını tehdit eden iklim değişikliğiyle mücadeleye dönük yararını şu şekilde açıklıyor bize:
“Küresel ısınmayı azaltmanın bir yolu karbondioksit emisyonunu azaltmak, bu gazı diğer gazlardan yüksek seçicilikle yakalayıp ayırmak. Projelerimiz kapsamında karbondioksit yakalama işini en yüksek verimlilikle gerçekleştirecek ve mevcut malzemelerden üstün bir performans gösterecek yeni malzemelerin tasarlanması ve geliştirilmesi küresel ısınma ile mücadelede çok önemli bir katkı sunacak.”
Araştırma gruplarını “benim madenim” diye tanımlıyor.
Her gün yeni bir altın madenine girermişçesine, pırıl pırıl gençlerle araştırmaktan, her gittiği ülkede bir evi olduğunu bilmekten, yetiştirdiği öğrencilerin dünyanın bir diğer ucundan bilim ödülü haberlerini almaktan büyük bir mutluluk duyuyor.
Bir doktora öğrencisi kolon kanserinin tedavisinde kullanılan ilaçlar için kapsül tasarlayıp Akademik Mükemmeliyet Ödülü alırken, üç yüksek lisans öğrencisi de doğal gazı depolayan ve küresel ısınmayı azaltan kompozitler sentezleyip modellediklerinde ve dünyanın en iyi okullarında araştırmalarına devam ettiğinde dünyalar Seda hocanın oluyor.
Pandemi ve aşı geliştirme sürecinde, hepimiz bilimin insanlık açısından ne kadar kritik önemde olduğunu bizzat kendi yaşantılarımızda deneyimledik. Bir yandan da, “bilim adamı” sözcüğünün “bilim insanı” sözcüğüne yerini bırakması gibi basit bir dönüşüm bile tam içselleştirilmiş değil.
İnsanlığı ölümcül bir virüsten kurtaran BioNTech şirketinin kurucu ortağı, bilim insanı Dr. Özlem Türeci’nin ismini anmak yerine “Uğur Şahin ve eşi” şeklindeki ifadelere sıklıkla rastladık, rastlamaya da devam ediyoruz.
Bilim dünyasında toplumsal cinsiyet eşitliği tam yerleşmiş olmasa da, gerek Türkiye gerekse dünyadan bilim insanlarının toplumların ve genel anlamda da insanlığın gelişimine ve iyiliğine yönelik ortaya koydukları buluşlarla birlikte kaplumbağa hızıyla da olsa bir zihniyet dönüşümü başlamış durumda.
“Bir yandan son yıllarda birçok bilim kadını dünya çapında çığır açan araştırmalarda liderlik etti ve sıra dışı keşiflere imza attı. Öte yandan, bizler halen kız çocuklarının ilkokula dahi gönderilemeyişlerini acıyla duyuyoruz. Dolayısıyla, bilim kadınlarının küresel anlamda özellikle de fen, mühendislik gibi teknolojik alanlarda halen çok küçük bir topluluğu temsil ettiğini, çalışmalarının hak ettiği değeri tam anlamıyla göremediğini ve birçok alanda olduğu gibi bilim dünyasında da şartlar cinsiyetler arası eşit olmadığı için bilim kadınlarının bilim adamlarına göre geri planda kaldığını düşünüyorum,” diyor Seda hoca.
Kadın-erkek öğrenci dağılımının görece olarak eşit seyrettiği kimya mühendisliği, Seda hocaya göre, günümüzün ve geleceğin en değerli mesleklerinden biri ve olmaya da devam edecek.
“Bugün etrafımıza baktığımızda gördüğümüz hemen her şey, hatta yaşamın kendisi kimyasal bir süreç zaten. Kimya mühendisleri, petrokimya, ilaç, gıda, kozmetik gibi pek çok sektörde ve endüstride görev alabilen, kimya-biyoloji-matematik gibi temel bilimler üzerine kurulu bir öğretimle donatılan mühendisler oldukları için topluma bilimsel, teknolojik ve endüstriyel alanlarda katkı sunabilirler. Yeni nesil çok disiplinli araştırmaların gözde olduğu ve bana göre bilimin çok daha keyifli ve üretken olduğu bir döneme tanıklık ediyor. Örneğin, bir kimya mühendisi olarak cep telefonu teknolojisi için malzeme yapabilirsiniz, bir hastalık tedavisi için ilaç tasarlayabilirsiniz, enerji sorununa çözüm üretecek bir sistem üretebilirsiniz. Kimya mühendisliği bilgi birikiminizle çok çeşitli uygulama alanlarında özgün buluşlara imza atabilirsiniz çünkü kimya teknolojinin kalbi olan bir bilim,” diyor.
Elbette bu süreçte Türkiye’nin de başrolde yer alması, dünyada isminden söz ettiren bilim insanlarımızın başarılarının yanı sıra, kontenjanları boş mühendislik fakülteleri açmak yerine yeterli sayıda ve nitelikli fakülte ve üniversitelerle akademinin yeniden yapılandırılmasıyla mümkün. Niteliksiz mühendis yetiştirmenin önüne geçmek ve kimya mühendisliği bölümlerini bölgesel ihtiyaca göre belirlemek gerekiyor.
Bilim merakla doğuyor ve çok çalışma ve araştırmayla bir sonuca dönüşüyor. “Bilim bir maceradır, çünkü nereye varacağı bilinmeyen zorlu bir yolu aşk ve sabırla yürürsün” diyen Seda hoca da bu alanda var olmak, kendini gerçekleştirmek ve insanlığa da katkı sunmak isteyen genç araştırmacılara, cinsiyetten ve belki de branştan bağımsız olarak, “merak edin, çok çalışın, planlı olun, zorluklar karşısında pes etmeyin, başarılı olunca kutlamasını bilin ama başarısız olduğunuzda da daha güçlü bir şekilde ayağa kalkın” diyor ve ekliyor:
“Hiçbir zaman ‘tamam ben oldum’ demeyip hep daha yüksekleri hedefleyin ve tüm bunları yaparken sadece başarı hikayeleriyle değil başarısızlıkları da aktararak arkadan gelen genç nesle ışık tutun, onlara yol açmasını bilin...”
Diyarbakır’dan iki genç de tam bu sıralarda “dünyada gelecek vaat eden 100 öğrenci” arasına girdi – adeta Seda hocanın bu çağrısına kulak vermişçesine...
Diyarbakır Bahçeşehir Koleji Fen ve Teknoloji Lisesi'nde 11. sınıf öğrencisi Adanur Nas, işitme engellilerin iletişimini kolaylaştırmak üzere tasarladığı ve gündelik yaşamda yaygın kullanılan diyalogların seslendirildiği 3 dilde web sitesi ve uygulamayla, Efe Sakarya ise alg sistemi ile hidrojen sülfitin yol açtığı zehirlilik düzeyini ölçüp azaltmaya yönelik cihazla, Schmidt Futures ile merkezi Oxford Üniversitesi'nde bulunan Rhodes Vakfı'nın ortaklaşa belirlediği "100 Rise Global" listesine seçildi.
Belçika'da çalışmalarını yürüten Türk bilim insanları araştırmacı kimyager Sibel Üğdüler ile nörolog Çağatay Aydın da geçtiğimiz haftalarda Belçika ve Hollanda'da yayımlanan Kraliyet Sanat ve Bilim Akademisi'ne bağlı Genç Akademi dergisi ve bilim dergisi EOS Wetenschap tarafından "gelecek vadeden bilim insanları" arasına seçildiler.
Peki tüm bunlar bizim bir bilim toplumu olmamıza yetiyor mu?
İnsanlık tarihinde en başından beri bilime su gibi, hava gibi, toprak gibi gereksinim duyuluyor. Öte yandan, İbn-i Sina’nın yüzyıllar öncesinden hepimizi uyardığı gibi, “ilim ve sanat iltifat görmediği ülkeyi terk ediyor”. Bizim bence en çok ıskaladığımız nokta burası.
Bilimde özellikle son dönemde yaşanan “hakikat-sonrası çağda” çevremizi alternatif tıp adı altında türlü hurafeler ve safsatalar korkunç bir irrasyonalite ağı içerisinde sarıp sarmalarken, şifalı bitki ilaçlarıyla en amansız hastalıkların tedavi edildiği iddia edilirken, bilim toplumu olmanın önemi giderek kendini gösteriyor.
Ve henüz bir bilim toplumu olmanın çok uzağındayız.
Bilim toplumu olmak için özgür düşünce, laik ve analitik düşünceye dayalı bir eğitim sistemi, akademide yeterli kaynaklar ve fırsat eşitliği, uygun araştırma ortamı ve bilimde toplumsal cinsiyet eşitliğini tesis etmeye yönelik iradenin ortaya konması gerekiyor.
Ülke içinde bitmek bilmeyen politik gündemimizden bilime, sanata, edebiyata alan açılması gerekiyor.
Türkiye’de bilim insanlarının ülkenin en güçlü “markalarından” biri olarak konumlandırılması gerekiyor. Tıpkı “İsviçreli bilim insanlarının” olduğu gibi...
Yaygın söylemin aksine, bilim üretiminde her ne kadar geri kalmış olsak da, bizden artık mucit de bilim insanı da çıkıyor, ama bu kişilerin daha çok sahiplenilmesi, teşvik edilmesi gerekiyor.
Bugün bu ülkede bilim insanlarımız araştırmalarını yurt dışında sürdürmek için akın akın göç ediyorsa, üniversitelerde bilimsel araştırmalara ve laboratuvarlara yeterli bütçe ayrılmıyorsa, vasatlık hayatın her anında üstümüze bir karabasan gibi çöküyorsa, kurumlara güven zayıflamışsa, tüm bunlar bilimsel üretimde ve toplumsal gelişimde büyük yaralar açar.
İlimin “iltifat görmesi”, topluma rol model olması; nice Seda’ların, Canan’ların, Özlem’lerin, Türkan’ların kız çocuklarının aydınlanma yolunu açmaları için bilim toplumu vasfını kazanmamız gerekiyor – geç kalmadan, hemen şimdi.