Bilinçaltı sularında: Sanatçının Yeniyetme Halleri
James Joyce'un kaleminden "Sanatçının Yeniyetme Halleri", Ayrıntı Yayınları tarafından okurla buluştu. Metin, Can Gürses’in çevirisiyle de klasik olmaktan çıkıp başyapıt mertebesine yükseliyor.
Dünyaca ünlü İrlandalı yazar James Joyce’un Sanatçının Yeniyetme Halleri kitabı, 2020 Temmuz ayında Can Gürses’in çevirisi ve sunuşu ile Ayrıntı Yayınları’ndan yayınlandı. İçinde birçok psikolojik anlam katmanları barındıran kitap, okuyanları yüz yıldan fazla süredir etkilemeye devam ediyor. Yazar bu romanında, önceki edebi geleneklerden dramatik bir şekilde uzaklaşarak okuyucusunu duygusal bir girdaba sürüklerken, aynı zamanda yazım dili ve duygusal bağlam arasındaki ilişkiyi inceleyebileceğimiz güzel bir alan açıyor bizlere.
Bunun yanında biçimsel olarak da o dönemin roman, tiyatro, şiir gibi keskin çizgilerle ayrılan edebiyat dünyasına daha akıcı ve sanatsal bir anlatım dili getirerek çağdaşlarından ayrıldığını ve ilerleyen yıllardaki takipçilerine ışık tutacak yeni bir roman formatının öncülüğünü yaptığını söyleyebiliriz.
Kitabın isminden ve yazılış biçiminden, Joyce’un kendisini bir yazardan çok sanatçı olarak gördüğünü ve analiz ettiğini belirtirsek çok da yanılmış olmayız sanırım. Yazarın sanatsal öz bilinci, başlığın içerisinde hâlihazırda kendini ele vermekte. Zaten çevirmen Can Gürses’in önsözünde anlattığı üzere benzer hislere kapıldığını ve bu yüzden kitabın adını çevirirken bile kendiyle ve yazarla uzun diyaloglara giriştiğini okuyoruz.
1921’de bir tanıdığına yazdığı mektupta James Joyce o dönemki kendisini şöyle anlatmış, "Birkaç yıldır hiç edebi metin okumadım. Kafam çakıl taşları, çer çöp, kırık kibritler ve her yerden toplanmış cam kırıklarıyla dolu. Kendime biçtiğim görev, on sekiz farklı bakış açısından bakarak bir kitap yazmak ve nereden bakarsan bak, meslektaşlarıma yabancı, yeni bir biçim bu."
Başlangıçta kahramanımız küçük Stephen’ın hayatının ilk yıllarında yaşadığı yoğun duyusal deneyimler ve karmaşık duyguların cümleleri soyut, hayalbaz ve neredeyse şiirsel bir hale getirdiğini gözlemleriz. "Hamhum bebekti o. İnekçiğin indiği yollardan vaktiyle Betty Byrne geçmişti: Limonlu lolipop satardı." (S.19). Kitabın ilk bölümlerinde neredeyse şiirsel, çocuksu başlayan anlatıların, daha sonraki bölümlerde girift bir yapıya doğru evrildiğini görürüz.
Duyguları manipüle etmek Joyce’un kaleminin ayırt edici bir özelliği; bilinç akışı tekniği ve duyusal dili kullanma yeteneği hakkında bugüne kadar çok şey yazıldı. Yazarın koku, dokunsal tasvirler ve müzik gibi kuvvetli imgelere anlatısında bolca yer vererek hem kendi ve Stephen’ın iç dünyasını etkileyici bir şekilde tasvir ettiğini, hem de okuyucuya hikayeyi en etkili şekilde aktarabildiğini fark ediyoruz okurken.
"Çığlıklarına kulak verdi: ağaç kaplamanın arkasında ciyaklayan fareler gibi: iki misli titizlikte bir notayla. Fakat uzun, cırlak ve fırıltılıydı notalar, bir böceğinkinin aksine, uçuşan gagalarıyla havayı yararken sesleri üçte bir yahut dörtte bir oranda düşüyor ve titreşiyordu. Çığlıkları tiz, belirgin ve düzgündü; fırıl fırıl dönen makaralardan çözülen ipekli ışıklı iplikler gibi atılıyordu." (S.291)
Kitabın bilinç akışı tekniği ile yazılmış olması ve psikolojik yönlerinin çok baskın olması sebebiyle tarihsel süreçte birçok araştırmacı, filozof ve psikiyatr tarafından bolca incelendiğini görmekteyiz. Yazarın bilinç dışı zihne olan merakı ve görüşleri psikoloji semalarında epey ilgi görmesine sebep olmuş. Oedipal ve Freudyen birçok gönderme barındıran kitaptan yola çıkarak Lacan’ın 23.cü seminerini Joyce’a ayırdığını görürüz.
Her ne kadar bu yazılanlardan kitabın sanki karmaşık bir doğası varmış gibi dursa da aslında çok rahat okunan, akıcı bir anlatımı var. Biraz da bunun etkisiyle ve yazarın duygu cambazlığı ile hemen hemen her tabandan okuyucu, kahramanımız Stephen ile bir noktada ilişkilenebiliyor.
Kitaptan bahsederken anlatıyı kaplayan ölüm imgesinin muazzam kullanımından bahsetmemek olmaz elbette. Joyce tarafından ölüm göndermelerinin kullanımına bakarak, Stephen'ın duygularının okuyucuya nasıl aktarıldığına şahit oluyoruz. Tanıdık bir Rönesans imgesi olan kafatası göndermeleri ile "kendi yolundan ayrıldığı", dünyasıyla bağdaşmayan farklı seçimlere yöneldiği anlar, donuk ve soğuk şekillerde tasvir ediliyor.
Yazarın benzer konudaki birçok noktada incelikli dilini bir tarafa bırakıp, okuyucuyu doğrudan katı tasvirlerle soğuk denizlere ittiğini söylemek yanlış olmaz. Bunu da çoğu zaman kilise ve rahiplik eksenindeki anlatılarda, ölüm ve çürüme kavramlarına atıfta bulunan kısımlarda hissediyoruz.
Öte yandan kahramanımız haz duyduğu, keyif aldığı noktalarda da coşkulu, neşeli, parlak anlatımları bizden esirgemiyor. Nehir kıyısında bir kadınla karşılaşması pastoral bir zenginlik ile tasvir edilirken, normalde taban tabana zıt olması gereken ilahi ve cinsel coşkuların çoğu zaman birbirine girdiği, kimi zamansa birbiriyle yarıştığı kısımlar ve vecd halleri okuyucuyu farklı girdaplara sürüklüyor.
"Karşısında, nehrin orta yerinde bir kız duruyordu, yapayalnız ve durağan, bakışları denize dalmış. Sihir yoluyla garip ve güzel bir deniz kuşuna dönüştürülmüştü adeta. Uzun ince çıplak bacakları bir turnanınkiler kadar narindi, saftı ancak bir yosunun zümrüdi izi bir işaret misali etine yerleşmişti… Yüce Tanrım! diye haykırdı Stephen’in ruhu, dünyevi bir sevinç infilakıyla.." (S.223)
Yıllar içerisinde kitaba dair en tartışma yaratan kısım olarak kilise ve dini inancı reddediş noktasını ele alabiliriz sanırım. Fakat yazarın din kurumuna doğrudan değil ama kahramanın olgunlaşması ile birlikte kademeli olarak saldırdığını görüyoruz. Yine anlatım tekniklerini ustaca kullanarak okuyucuyu adeta bu sona adım adım hazırlıyor. Tabii kitabın yazıldığı yıllarda Katolik din adamları ve inançlı İrlandalıların da okuyucu kitlesi arasında yer alabileceğini düşünerek yazarın cesaretini de takdir etmemiz gerekiyor.
"- Tanrı’yı sevmeye çabaladım, dedi nihayet. Öyle görünüyorum ki becerememişim. Çok güç bir iş. Anbean kendi irademi Tanrı’nın iradesiyle birleştirmeye çabaladım. Bunu başardığım da oldu. Belki hala yapabilirim bunu." (S.312)
Yapıtlarının kitleleri bugüne kadar büyülemeye devam etmesi, Joyce’un duygu deneyiminin altında yatan psikolojik süreçleri anlama becerisi ve dili kullanma yeteneği ile doğrudan alakalı olsa gerek. Yaşlı bir kitap olmasına rağmen insana dair birçok öngörüsü ve içgüdüsü hala ilk günkü gibi güncelliğini ve tazeliğini korumakta. Can Gürses’in muhteşem çevirisiyle de klasik olmaktan çıkıp başyapıt mertebesine yükselmiş. İyi bir okuyucunun kitaplığında mutlaka olması gerekenlerden...