Bilinmeyen ülke: Kanlı Baron: Avusturya’dan Moğol steplerine karşı-devrimcilik

Tatarlar, Moğollar, Çinliler, Türki halklar gibi halklardan toplama atlı askerlerce oluşturulan bu birlik ile birlikte Baron Ungern, sadece Beyazlar için savaşmakla kalmaz, aynı zamanda işler sarpa sararken ‘büyük’ hayaller kurar. Japonların şemsiyesi altında büyük bir Moğolistan kurma projesi vardır.

Kavel Alpaslan kalpaslan@gazeteduvar.com.tr

Kızıl Ordu’nun Sibirya’daki karargahında 1921 Ağustos’u son derece hareketli geçer. İrkutsk’taki 5. Ordu’nun yakaladığı esir sıradan biri değildir: Bu kişi ‘Deli Baron’ ya da ‘Kanlı Baron’ lakabıyla bilinen Beyaz Ordu’nun karşı-devrimci komutanlarından Roman Ungern von Sternberg’dir.

Alman asıllı, monarşist eski bir Çarlık askeri olan Baron Ungern, lakaplarını hak edecek o kadar çok katliama ve suça karışmıştır ki ülkede devam eden İç Savaş sırasında kurulan halk mahkemesinde hakkında verilen infaz kararı, kendi dahil kimseyi şaşırtmaz. Lenin’in de yakından takip ettiği karar uygulanmadan önce, son bir kez Baron’un fotoğrafları çekilir. Öyle bir fotoğraf ki insan ister istemez ‘Kim bu adam sahiden?’ diye soruyor kendi kendine.

Moğolların deel adını verdikleri geleneksel kıyafet, turuncu rengiyle etrafına Budist bir ruhani hava katıyor. Buna karşın Moğol kıyafetine hiç yakışmayacak şekilde omuzlarında Çarlık döneminden kalma apoletler yerleştirilmiş. Korgeneral rütbesini taşıyan Baron, bir de göğsüne yine aynı dönemden kalma madalyasını iliştirmiş. Baron’u daha sonra sahiplenecek olan ırkçıların dikkatinden kaçmayacak mavi gözeleriyle Kızıl Ordu erlerinin kamerasına sert bir bakış atıyor.

Monarşist hayallerle yola çıkıp, kızıllara karşı kılıç sallayan, daha sonra Moğolistan’da kendini kağan ilan edip oluşturduğu süvari birlikleriyle yerli halklara kan kusturan bu ‘soylu’ adam için yolun sonu, tam da iğreneceği şekilde sıradan ellerin basacağı tetikle gelir. Kendi ordusundakilerin bile vahşetinden yaka silktiği bu adamın hikayesi, sadece çekilen son fotoğraftan bile bize dikkat çekici bir hikaye vaat ediyor. Gelin, buradan yola çıkarak bugün hâlâ kimi faşistlerce ismi zikredilen Deli Baron’un kim olduğunu inceleyelim.

Deli Baron / Roman Ungern von Sternberg’

Önce bahsettiğimiz yıllarda Sovyet yönetiminin içerisinde bulunduğu atmosferden söze başlamak gerekiyor. Ekim Devrimi ile birlikte Bolşevikler iktidarı ele geçirip bir proletarya diktatörlüğü kurma çabası içerisine girer. Cihan Harbi’ndeki emperyalist kasaplıktan canına tak edenlerin desteğini alan Bolşevikler için artık daha farklı savaşlar, daha farklı düşmanlar vardır.

Ekim Devrimi’nin hemen ardından İngiltere, ABD, Fransa ve Japonya gibi devletler vakit kaybetmeden yer yer bizatihi, yer yer kuklalar aracılığıyla işgale girişirler. Ne de olsa kendi sınırlarını aşarak, tüm dünyaya dair bir kurtuluş mesajının haykırıldığı bir devrim, Londra’daki, Paris’teki ya da Washington’daki egemenler için de gerçek anlamda bir ‘tehdittir’. Böylece 1922’ye kadar sürecek olan İç Savaş birden fazla cephede başlar.

Monarşi yanlıları ve türlü eğilimlerle ortaya çıkan gerici güçler Ekim Devrimi’nin ilk gününden itibaren saldırıya geçerler. Savaş, sadece açlık ve ölüm getirmeyecek; aynı zamanda Cihan Harbinden zaten yaralarla çıkan bir ülkenin yorgun işçi sınıfında kalıcı yara izleri bırakacaktır.

Fakat gelelim asıl meseleye…

ÜNİFORMALI ZORBALIK

Bu süre içerisinde ‘Beyaz Ordu’ olarak bildiğimiz karşıdevrimci güçler içerisinde çeşitli savaş ağaları sivrilir. Emperyalistlerin cömert destekleriyle güçlenen savaş ağaları arasında dikkat çekici isimler vardır: Baron Ungern gibi…

Baltık kıyılarındaki soylu bir Alman aileden gelen Ungern, Avusturya’nın Graz kentinde dünyaya gelir. Ancak daha sonra -bugün Estonya’nın başkenti olan, o dönem Rus İmparatorluğu’nun parçası- Talinn yakınlarında büyür. Aristokrat ailesinin Alman geçmişinden büyük bir övünç duyar. Tabii bu Ungern’in sıkı bir Çarlık yanlısı olmasına engel değildir.

Şımartılarak büyüyen Ungern, zorba bir çocuk olarak bilinir. Nihayetinde bu zorbalıklarını bir üniforma altında rahatça yapabileceğini keşfetmiş olacak ki askerliğe ve savaşa dört elle sarılır. Okulda yaşadığı disiplin sorunlarından sonra Rus-Japon Savaşı’na katılır. Rusya’yı o günlerde ciddi anlamda sarsacak 1905 Devrimi yaşanırken, Ungern, kendisinden bekleneceği şekilde ‘ayak takımına’ nefret kusar. Öyle ki eylemler sırasında Talinn’deki aile mülklerine yönelik saldırılar nedeniyle pek incinmiştir!

Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, subay olarak süvari birliğinde görev yapan ve kendi isteği üzerine Sibirya’da bulunan Ungern, cepheye gönderilir. Başta Galiçya Cephesinde görev alır ancak daha sonra sarhoş kavgaları ve diğer askerlere dayak gibi nedenlerle askeri mahkemeye sevk edilir, bir süre bu yüzden hapishanede kalır. Çıktığında ‘kaldığı yerden’ devam eder, Kafkasya Cephesi’nde Osmanlı’ya karşı savaşır. Bu sırada Şubat Devrimi olur ve Romanov Hanedanlığı sona erer. Çarın tahttan indirildiği bu devrimle birlikte Ungern’in ‘monarşist hayalleri’ de yara alır. Derken Ekim Devrimi… Böylece tanıdığı diğer anti-komünist askerler ile birlikte karşı-devrimci kampa kendini adaması fazla zaman almaz.

NE KADAR KANLI VE NE KADAR DELİ?

Bu sürede artık lakabını neden hak ettiği açıkça ortaya çıkar. Kendi askerlerinin arasında ‘güçsüzlüğü’ sertçe cezalandıran ve bulundukları yerleşimlerde dehşet saçan Ungern bu sebeple ‘Kanlı Baron’ olarak bilinir. Tabii yer yer vereceği kararlarda falcılık gibi okült inançlara ilgi göstermesi de ‘Deli Baron’  olarak tanınmasına sebep olur.

Buna rağmen Kızıl Ordu’ya karşı bazı askeri başarılar elde eder. Özellikle Sibirya’nın da ötelerinde, Moğolistan çevresinde kurduğu Asyalı Süvari Birliği ses getirir. Tatarlar, Moğollar, Çinliler, Türki halklar gibi halklardan toplama atlı askerlerce oluşturulan bu birlik ile birlikte Baron Ungern, sadece Beyazlar için savaşmakla kalmaz, aynı zamanda işler sarpa sararken ‘büyük’ hayaller kurar. Japonların şemsiyesi altında büyük bir Moğolistan kurma projesi vardır. Bu doğrultuda bir süreliğine Urga’yı (bugünkü Ulan Bator) Çinlilerin elinden alır (Geçtiğimiz haftalarda ayrıntılı bir şekilde konuyu ele almıştık, tekrara düşmeyelim, dileyenler faydalanabilir).

Tabii Beyaz Ordu’da Ungern gibi nice çeteci, nice savaş ağası vardır. Onun hikayesini ilginç kılan bir neden, dikkat çekici bir hırsla Budizm’e merak salmasıdır. Kim bilir belki sadece kariyerist bir basamak olarak görmüştür? Bölgede Kızıllara karşı ‘müttefik’ arayışı, ilgisinin itici gücünü oluşturmuş olabilir. Ancak öyle ya da böyle Ungern, her ne kadar kendi dini inancından vazgeçmese de Budizm’e büyük bir ilgi duyar. Kimileri henüz erken dönemlerden itibaren Kanlı Baron’un bu dine merakla yaklaştığını dile getiriyor. Daha sonra Nazilerde rastlayacağımız, ancak anlam itibariyle alakasız bir şekilde dini olarak kimi Budist, Hindu, vb. gibi Asya inançlarında yer alan figürlerde de karşımıza çıkan Svastikalar, Ungern için ‘önemli’ sembollerden biri haline gelir.

Kimilerine göre Ungern'in, steplerdeki kanlı maceraları sırasında kendisini Budist Savaş Tanrısı’nın reenkarnasyonu olarak gördüğü de dile getirilir. Ancak çok da önemli değil, zira bu etten kemikten adamın sonu artık uzakta değildir…

‘DELİ’ BİR SON

Moğolistan Devrimi ile birlikte, Ungern ele geçirdiği bu ülkeyi Kızıllara kaybeder. Ardından birlikleriyle birlikte savaşmaya devam eder. Ancak İç Savaş’ta rüzgar artık Kızıl Ordu’dan yana esmeye başlamıştır. Nihayetinde Baron, Tibet’e kaçmaya çalışır. Fakat son çareler arasında debelenirken kendi sonunu bulur. Hem de en az ırkçı, monarşist düşleri kadar ilginç bir sondur.

Öyle ki elinde kalan birliklerle eşkıyalık oynarken birliğindeki Rus süvariler Ungern’e karşı ayaklanır. Beyazlar birbiri ardına pes edip çevre ülkelere göç etmeye başlarken Ungern'in askerleri de savaşı bırakıp aynı şeyi yapmak ister. Fakat boşuna ‘deli’ dememişler Baron’a, o bildiği yolda devam etmeye çalışır, birlikteki rakiplerini öldürmeye başlar. Kendi çetesinde yaşanan bu çatışma haberleri Kızıllara ulaşınca onlar da uzun zamandır istedikleri Ungern’in peşine düşerler. Bulduklarında ise karşılaştıkları manzara son derece şaşırtıcıdır çünkü iç çatışmaların ortasındaki Kanlı Baron’u kendi askerleri, çoktan ellerini kollarını bağlayıp ‘paketlemiştir’. 

Eh, sonunu en başta zaten söylemiştik. Yaklaşık 6 saatlik ‘olay’ bir yargılama sürecinin ardından infaz kararı verilir. Tüm hayatı boyunca olduğu gibi ölmeden önce de azılı bir Yahudi düşmanıdır. Bu doğrultuda Baron, savunmasında “Bolşevizm, üç bin yıl önce Babil’de İbraniler tarafından kurulmuştur” gibi sözler eder. O zamana kadar türlü pogromların yaşandığı Rusya’da, Ekim Devrimi özellikle sağ kanat, monarşist, gerici kesimler için bir ‘Yahudi komplosudur’ ne de olsa (‘Yahudi-Bolşevik’ tanımı daha sonra Naziler tarafından da sahiplenilecektir).

Deli Baron infazdan önce Kızıl Ordu Erleri ile

Fakat infazın ilginç yanı sadece Baron’un kıyafetinde saklı değil; aynı gün çekilen bir tane daha fotoğraf var. Eli silahlı Kızıl Ordu erlerinin yanında infazdan önce çekilen fotoğraf ayrıca çarpıcıdır. Baron, henüz esir düşmeden çok önce, ailesinin soylu köklerinden bahsederken ‘işçi sınıflarından asla emir almadılar’ diyerek böbürlenir. Hatta ona göre “Pis işçilerin hiç kendi hizmetçileri olmamıştır ancak hâlâ emir verebileceklerini sanırlar.” İşte, hayatın şu işine bakın! Emir vermeyi bilmeyen ‘pis işçiler’, onun ölüm emrini vermekte hiç de tereddüt etmemişlerdir? Son işittikleri, ‘pis işçilerden’ oluşan Kızıl Ordu askerlerinin verdikleri ateş emridir…

DÜN SİLİNEN İSİMLER, BUGÜN DİKİLEN HEYKELLER

Ungern’in infazının ardından onu ‘kanlı’ yapan birçok hikayeyi anlatabiliriz. Esirlere, kendi askerlerine ya da halka yönelik kullandığı korkunç işkencelerle nam salmış birinin geçmişinde bu hikayelerden bol ne olabilir ki? Ancak belki odaklanmamız gereken meselenin bugünü.

Vurulup düşen çoğu karşı-devrimcinin arkasından hep söylenir ‘ismi silinip gidecek’ diye. Boş bir laf değil bu. Mesele ‘bir şey için ölmek’ değil; aynı zamanda ‘doğru tarafta kalıp ölmektir’ ne de olsa. Ayrıcalıklı azınlığın bir tanesi olarak anılmak silinmektir, haklı çoğunluğun hiç kimsesi olarak o kavganın içerisinde yer almak ve nihayetinde eriyip mücadeleye karışmak ise tarihe mal olmaktır, ölümsüzlüktür…

Buraya kadar her şey tamam, ancak her söz gibi ‘tarihten ismi silinme’ durumu da tekrar edildikçe yer yer anlamda aşınmalara sebep olabiliyor. Yani silinen isimlerdeki ‘gerçek tarihe mal olma’ hikayesindeki ‘mecaz’ kısmını es geçtiğimiz takdirde tehlikeli bir hata yapıp, Kanlı Baron gibi nicelerinin ‘ebediyen yok olup gittiklerini’ düşünebiliriz. Oysa mecazı görüp gerçeğe dokunduğumuzda bugün hâlâ Kanlı Baron'un kimi faşistlerce şiddetle sahiplenilen bir figür olduğunu, dolayısıyla sözün ilk anlamının aksine ‘yok olup gitmediğini’ rahatlıkla fark edebiliriz.

Örneğin NATO ve AB’nin eliyle Nazi grupların lunaparkına dönüştürülen Ukrayna’da bu ismin sıkça adına rastlıyoruz. Ya da memleketi Estonya’da hükümet ‘heykelinin dikilmesi’ için ciddi ciddi çalışıyor. Bu anlamda kan dondurucu bir haberden söz edelim: Bundan birkaç yıl önce Estonya’daki hükümet koalisyonu ‘Komünizmle mücadele etmiş parlak bir figür’ olarak gördüğü bu adamın heykelini dikmek için 45 bin euro hibe verir. Bu toplanan paralarda ‘sosyal demokrat’ partinin de olduğunu söylesek şaşırır mıyız? ABD’nin dümen suyundan başka bir yol bilmeyen Avrupa’nın saplandığı faşist balçık ve Estonya gibi uydu devletlerin geldiği nokta düşünüldüğünde ortada garip bir durum yok. Herkes kendi kahramanına ağlar ne de olsa.

Yani önce kendi durduğumuz cepheyi seçmekle başlıyor mesele. ‘Bize yeter, yirmi birinci asırda olduğumuz safta olmak, bizim tarafta olmak ve dövüşmek yeni bir âlem için’ dedikten sonra ise geriye bugünün Kanlı Baron’ların karşısına dikilmek kalıyor.

Tüm yazılarını göster