Bilinmezliğin tedirgin insanları: Durmuş Saatler Dükkânı
Güller’in özenli dili, öykülerin tamamına yansırken okurun sezgilerini de güçlendiriyor. Öngörülemez acayip durumların ve tuhaf duyguların gizeminin edebiyatla kesişmesi diye tanımlayabileceğimiz Durmuş Saatler Dükkânı, okuruna, yazarın yarattığı fantastik imgelerle ve yerinde boşluklarla, gerçeği farklı bakış açılarıyla algılarken estetik tadı da yakalayabilecekleri bir serüven bahşediyor.
Suzan Bilgen Özgün
Gamze Güller, özellikle öykü severlerin aşina olduğu bir isim. İçimdeki Kalabalık, 2013 Orhan Kemal Öykü Ödülü’nü alan Beşinci Köşe gibi kitaplarından sonra, bir de En Çok Onu Sevdim adlı novellası yayınlandı. Güller bugünlerde İletişim Yayınları’ndan çıkan yeni öykü kitabı, Durmuş Saatler Dükkânı ile okur karşısında...
Güller, on dört öyküden oluşan bu yeni kitabında, öncekilerden farklı olarak, daha çok gotik unsurların hissedildiği, evrensel gerilim ile harmanlanmış öznel kaygıların baskın olduğu, tekinsiz bir atmosfere yer vermiş. İnsan ve doğanın öngörülemez karanlık yönlerini, dinamik olduğu kadar titiz ve detaylı bir dille kitabına aksettiren yazarın bu metinlerinde, daha önceki öykülerinde olduğu gibi mimarlık mesleğinin katkıları da fark ediliyor. Öykülerin tamamına yansıyan ölüm, yalnızlık, aidiyetsizlik, yabancılaşma, gece, gizem, bilinmezlik, dışlanmışlık gibi kavramların, çağımızın tedirgin insanları diyebileceğimiz karakterlerle bir bütünlük oluşturduğu görülüyor.
Güller, ağırlıklı olarak bireysel sorunlarında ve yalnızlıklarında karamsarlığa kapılmış kişilerin içsel çatışmalarını kaleme alırken heyecan ve merak duygusunu da canlı tutmayı başarmış. Dozunda ipuçlarıyla metinlerden dışlanmayan okur, birçok karakterle empati kurarken kendi derinliklerine de değişik açılardan bakabiliyor. “İçeride Kim Var” öyküsünde, bu karakterlerden birinin kuşatılmışlık hissi net bir şekilde görülebiliyor:
“Çıkıp bu döngüyü kırması, bu evden, bu mahalleden, bu hayattan kurtulması gerek. Çıkmak için elini dolap kapağına attı. Tam açacağı anda kilitte bir anahtar döndü ve dış kapının gıcırtısı duyuldu yeniden.
Daire kapısı hızla açıldı. Biri paldır küldür içeri daldı.
‘Şimdi göreceksiniz!’ dedi.”
Latince post mortem “ölümden sonra” demektir ve ölüm sonrası fotoğrafçılığını ifade etmek için de kullanılır. Bu adı taşıyan ve çok çağrışımlı bir metin olan “Post Mortem” adlı öykü de, kuşatılmış insanların bekleyişine bir başka örnek sunuyor: “Sabah otobüs bekle, öğlen yemek kuyruğu bekle, gün boyu mesai bitsin diye bekle, hafta boyu hafta sonunu bekle, hafta sonu gelince de mağazaların önünde Sevim’i bekle...”
Kitapla aynı adı taşıyan “Durmuş Saatler Dükkânı”, insanın adeta içine dalıp kaybolduğu büyülü atmosferiyle kitabın sonuna yakışan bir final öyküsü olmuş. Günümüzü kuşatan belirsizlikler, bilinmezlikler ve bekleyişler, bazen sisli, bazen gölgeli ve kaygan, hatta kaypak bir zeminde, yaşadığımız hakiki anları da kaybetmemize neden olabiliyor. Oysa zaman insandan bağımsız bir kavram değil. Önemli olan onun esiri olmadan ama onu fark ederek kendimizi ve dünyayı tanımaya, anlamaya çalışmak, tabii eğer başarabilirsek…
“O ânı sevdi. Ben de sevdim. Biz anları severiz. Ve ömrümüzü sere serpe yayarız bu anların üstüne. Akışkanlaşırız hayatın içinde, süzülürüz. Kendi gözlerime bakmak için vaktim var. Ahşaptaki incecik damarlara dokunmak için. Ateşin odadaki dansını izlemek, hayal kurmak için.”
Güller’in özenli dili, öykülerin tamamına yansırken okurun sezgilerini de güçlendiriyor. Öngörülemez acayip durumların ve tuhaf duyguların gizeminin edebiyatla kesişmesi diye tanımlayabileceğimiz Durmuş Saatler Dükkânı, okuruna, yazarın yarattığı fantastik imgelerle ve yerinde boşluklarla, gerçeği farklı bakış açılarıyla algılarken estetik tadı da yakalayabilecekleri bir serüven bahşediyor.