Bin gündür gelemeyen adalet gelse ne olur?

Geçen “bin günlük süreçte” OHAL komisyonundan yüzde 92 oranında ret alan ihraçlar, şimdi kaç yıl süreceği belirsiz olan yargı süreci ile uğraştırılacaklar. Ülkede “yargı kurumuna” duyulan güven ortada iken bu süreç sonunda ortaya adil bir sonucun çıkmasını beklemek ne kadar gerçekçidir?

Abone ol

Sinan Ok*

Gündemde yargı reformu tartışmaları devam ederken KHK’lilerin kısıtlanmış seyahat özgürlüklerinin “gevşetileceğine” dair tartışmalar da pasaportlar üzerinden yeniden başladı. Barış Akademisyenlerinin beraatı, af tartışmaları derken “KHK’liler de geri döndürülecek” iddiaları gündeme düştü. KHK’li olmak; yaşam hakkı dahil bütün haklardan kısıtlanmak anlamına geldiği ve her hak milyonları ilgilendirdiği için ülkede ister istemez ana gündem maddelerinden biri hep OHAL, KHK ve ihraçlar oluyor. Bu yüzde geriye dönüp geçen sürede yaşanan vakalara ve geciken adalete bir kere daha bakmak gerekiyor.

1 Eylül 2016 tarihinde, bir barış gününde, Türkiye’de “bir gece ansızın” 50 bin 684 (Yazıyla; elli bin altı yüz seksen dört) kişi kamudaki işlerinden, herhangi bir soruşturma ve yargılama olmadan atıldı. Bir suçlama, iddia veya iddianame, yargılama veya yargı kararı olmasına gerek kalmadan 672 sayılı KHK ile, AKP kabinesinin imzasıyla yüz binlerce kişi ve aileleri sonu belirli olmayan bir “kolektif bir cezalandırmaya” maruz bırakıldılar. Her biri ayrı bir “hukuk devleti cinayeti” olan KHK’ler, ne anayasaya uygun süreçte yasalaştırıldılar ne de anayasa mahkemesi denetimiyle “hukukilikleri” test edildi. İhraçların darbe girişimi ile ilgili olduğu iddiası ise ilk KHK’de bile çökmüş ve barış akademisyeni olan, muhalif olan, ömrünü darbe karşıtlığı ile geçirmiş olan kişilerin ihracı ile de açığa çıkmıştı. Darbe girişiminden tam 723 gün sonra bile 18 bin 632 kişi bu KHK vahşetine maruz kaldı. En son ihraç edilenlerin işten atılma süresi bile 450 günü geçmiş durumdadır.

.

Diğer disiplin süreçleri hariç sadece OHAL KHK’leriyle ihraç edilen kişi sayısının yaklaşık 130 bin kişi olması, bu “Leviathan cinnetinin boyutlarını” açığa çıkarıyor. HSYK, kurum disiplin kurulları ve diğer yollarla on bini aşkın kişi daha işten atıldı. Yine OHAL’in sunduğu KHK “kampanyaları” kapsamında on binlerce taşeron işçisi “kadroya geçirme” adı altında işten atıldı. Güvenlik “sanrısı” doktor atamalarına müdahaleden tutun kamuda “çaycı alımına kadar” vardı. Ancak aileleri ile birlikte bir milyonu aşan bu toplumsal facianın sonuçları; intiharlar, boşanma, göçmenlik, depresyon, itibar kaybı, mesleki dezenformasyon, işsizlik ve yoksulluğa mahkum edilme şekillerinde yaşandı. Üniversitelerden hastanelere, mahkemelerden tüm kamu kurumlarına varacak şekilde tüm alanlarda plansız bir şekilde işten atılmalar, denetimsiz ve özensiz bir şekilde yerlerinin doldurulması ile sonuçlandı. Örneğin hakim ve savcıların üçte biri işten atıldı ve yerlerine iki katı sayıda hakim ve savcı iki yıl içerisinde işe alındı. “Yeni” yargının “seçilme ve yetişme” süreçlerine ilişkin tartışmalar en az verecekleri kararlar kadar tartışmalı olmaya devam edecektir.

Herhangi bir cümlenin açıklayamayacağı derinlikte zulüm örnekleri yaşandı. Üç ay sürmez denilen “Allah’ın lütfu” OHAL; uzadıkça bir yandan ülke ekonomisini batırdı öte yandan insanları öldürmeye devam etti . Hiç kimse şu ana kadar derinleşerek yaşanan ekonomik krizin OHAL politikalarından bağımsız olduğunu iddia edebilir mi? İhraç edilen on binlerce kişi, bu ülkenin bir anayasasının olduğunu düşünerek mahkemelerde haklarını aramak için başvurdular. Haklarında yapılan “idari işlemin” iptali için idare mahkemelerine yapılan tüm başvurular “bir gece ansızın” yine bir KHK ile reddedildi. Anayasa mahkemesinin önceki içtihadına rağmen OHAL KHK’lerini, içeriği OHAL’le ilgili olsun veya olmasın, denetleyebilecek bir mahkeme bulunamadı. Ancak AKP’nin yine bir KHK marifetiyle kurduğu OHAL komisyonu; 20 aydır “başvurularınızın incelemesi devam etmektedir” şeklinde bir incelemeye başlamış durumdadır. Kendinden emin olan AKP iktidarı, ihraçların yüzde 1’inde bile bir hata yoktur diyordu . AKP iktidarının yüzde bir bile hata yok dediği ihraçlarda kendi OHAL Komisyonu yüzde 8 oranında hata buldu. Ayrıca KHK’ler ile geri döndürülen kişiler dahil edilince “AKP’nin hata oranı” daha da yüksek olmuş oldu.

Geçen “bin günlük süreçte” OHAL komisyonundan yüzde 92 oranında ret alan ihraçlar, şimdi kaç yıl süreceği belirsiz olan yargı süreci ile uğraştırılacaklar. Ülkede “yargı kurumuna” duyulan güven ortada iken bu süreç sonunda ortaya adil bir sonucun çıkmasını beklemek ne kadar gerçekçidir? Ayrıca hangi yargı kararı, intihar etmiş birini geri getirebilir veya ülkesini terk etmek zorunda kalmış birinin kayıp yıllarını… AKP’nin ihraçları; 33 bin öğretmenin öğretmenliğini, 6 bine yakın akademisyenin akademik yaşamını, yaklaşık 5 bin doktorun doktorluğunu engelledi. İhraçlar kapsamında 2 bine yakın engelli veya süreğen hastalığı olan kamu emekçisi yoksulluk ve işsizlik koşullarına terk edildi. Haklarında herhangi bir soruşturma yürütülmeyen veya mahkeme kararı ile bir hüküm verilmeyen on binlerce insan ve aileleri, “kolektif, sınırı ve süresi belli olmayan bir cezalandırmaya” tabi tutuluyor.

Her ne kadar “zulüm ile abad olunmaz” düsturu gereği hukuksuzluk üzerine kurulu iktidarlar eninde sonunda yaptıklarının hesabını verseler de bu süreçte kaybolan yaşamlar ve yıllar geri gelmez. Yüz binlerce insanın “eğitimi, birikimi ve üretimi” bu ucube KHK müdahalesi ile bloke altına alınmış ve yok edilmeye çalışılmıştır. Geçen bin günden sonra verilecek hangi karar bu adaletsizliği kapatabilir. Sorumlulardan hesap sorulması dahil hiçbir şey ve hiçbir karar bu adaletsizliğin sonuçlarını tam olarak tazmin edemez. Çünkü bir akademisyenin yazılamayan makalelerini, bir doktorun yapılamamış ameliyatını ve bir öğretmenin verilememiş dersini kaldığı yerden devam ettiremezsiniz. Mehmet Fatih Tıraş’ı, Sevgi Hemşire'yi, Gökhan Öğretmen'i hangi mahkeme ve adalet mekanizması geri getirebilir!

*İstihdam Uzmanı