Başbakan Binali Yıldırım, Hakkari’de Kürtleri Kürt oluşlarıyla gurur duymaya davet etti. “Rabbimiz bir, kitabımız bir, peygamberimiz bir, yolumuz birdir bizim.”
Ee? E dilimiz? O ayrı. Ne var ki orada da iktidar bir gururlu ki sormayın: “AK Parti iktidara geldiğinde insanlar Kürtçe konuşamıyordu.” Ne olmuş AK Parti gelince? Şimdi, “üniversitelerde Kürtçe öğretiliyor.” Yanlış anlama olmasın, bütün üniversitelerde değil, bazı üniversitelerin bazı bölümlerinde. Parmakla saysanız bir el yeter: Mardin Artuklu, Muş Alparslan, Van Yüzüncü Yıl, Tunceli ve Bingöl üniversitelerinde birer bölüm. Bir de Bilgi ile Sabancı üniversitelerinde, seçmeli… 100’er kişi alsalar, dört yılda yedi yüz kişi öğrenecek. Gerçekten asimilasyon bitmiş! Çok Ehmedê Xanî çıkar bu AK Parti iyiliğiyle…
RAB, KİTAP, PEYGAMBER
Peki üniversiteden önce? Başbakanın aklına gelmedi ama o da var: Seçmeli ders olarak. Başka? İsteyen kurs açabilir. Başka? Son açılım sürecinde “mahkemede Kürtçe ifade verme” ve özel okulda Kürtçe imkanı; parası olmayan zaten niye Kürtçe konuşsun ki? Resmi eğitim öğretim? O Türkçe. İngilizce de olabilir, ama Kürtçe olamaz. Niye? Cumhurbaşkanı, başbakanlığı döneminden beri tek tek anlatıyor: Tek dil, tek bayrak, tek vatan, tek…
Yıldırım’ın konuşmasına dönelim:
Rabbimiz, kitabımız, peygamberimiz ve yolumuz, bize Türk olmayı mı emrediyor? Rab, kitap ve peygamber böyle bir şey demiyor, aksini diyor hatta; dilleri “ayet” olarak tanımlıyor, eğer Kuran’dan başka kitaptan bahsetmiyorsa Başbakan. O zaman geriye “yolumuz” kalıyor: Anadilde eğitim öğretim milli birliği bozar, diyen yol.
KURUCU PARADİGMAYA SELAM
Standart kurucu paradigma yani; 1923-1939 arasında çok sayıda devlet belgesinde açık açık yazdığı üzere, en ünlülerinden biri İsmet İnönü’nün ünlü raporundan: “… kolayca Türklüğe dönecek yerleri okutmak hatta Kürtlere Türkçe öğreterek Türklüğe çekmek için ilk tahsil ve onun iyi hocası çok müessir vasıtadır. İlk tahsil için ayırma siyasası yapılamaz.”
Bu sözler, İsmet Paşa’ya ait. Abidin Özmen ve Abdülhalik Renda, benzer şeyleri önerdikleri raporlarında Kürtçe konuşmaya ceza/cebir uygulamasını da istemişlerdi. Renda, “Kürtler kolayca temsil edilebilir” diyecek kadar güveniyordu devlet imkanlarına. Temsil, o zamanlar asimilasyon için kullanılan kelimeydi.
HAKİKAT İLE İMAJ
Binali Yıldırım bu yasakları, yani “inkar ve asimilasyonu” AK Parti’nin ve Erdoğan’ın bitirdiğini söylüyor: “AK Parti iktidara geldiğinde insanlar Kürtçe konuşamıyordu. Şimdi TRT Kürdi var. Üniversitelerde Kürtçe öğretiliyor. ‘İnkar politikasını terk edin, asimilasyon politikasını terk edin, Kürt'ü, Türk'ü ile biz biriz’ diyen bir parti, Recep Tayyip Erdoğan var.”
Kötü, inkarcı, asimilasyoncu eski kafaya (CHP ve onun İsmet Paşa’sına karşı yani), iyi, çoğulcu, anti-asimilasyoncu Erdoğan? İmaj böyle, peki hakikat? Şu sözler de Recep Tayyip Erdoğan’a ait:
“Anadilde istediğiniz kurslarınızı açabilirsiniz. Ama bizden resmi olarak anadilde eğitim beklerseniz, bunu bizden beklemeyin. Türkiye'nin resmi dili Türkçe'dir."
İsmet İnönü’nün sözleri Binali Yıldırım’ın Kürtlüğünün geçmişte kalmasına yol açan sözler; Erdoğan’ın sözleri de kendi iktidarı döneminde Kürt çocuklarının Kürtlüklerinin geçmişte kalmasına yol açacak sözler. İsmet Paşa’nın da geçmişi Kürt’tü, hani şu her kademeden AK Partili’nin yılda bir kere laf saydırmazsa mutsuz olduğu İsmet Paşa. Doksan yıl önceye laf saydırmak da kolay, doksan yıl sonra aynı şeyi savunup başka bir şey savunuyormuş gibi yapmak da, ama mızrak çuvala sığmıyor. Konuşanın kendisinde görünüyor.
Ne güzel anlaşma değil mi: 100 yıl öncenin tek etniğe dayalı homojen toplum hayalini ve onun eğitim-öğretim önerisini aynen alın, birkaç kurs, beş üniversitede küçük birer bölüm, bir de TRT Kurdî, anlaştık. Artık Kürtlüğünüzle gurur duyabilirsiniz. Hatta emrediyoruz, duyun! “Bunun için kimse size bir şey yapamaz.” Ne güvence ama! Kürtlerin bu kadarına razı olacaklarını bilseydi ne İsmet ne de diğer paşalar o kadar kendilerini ve ahaliyi yorar mıydı hiç diye sorası geliyor insanın.
“Selahattin Eyyübi’nin, Ahmede Hani’nin torunlarıyız” diyor Başbakan. Türk torunlar olarak konuşuyorsak, elbette yurttaşların üçte birinin konuştuğu dili kursta ya da üniversitede öğrenmek iyi bir şeydir. Ama biz torunlar Kürt olarak konuşuyorsak iş tuhaflaşır: O nasıl bir Ehmedê Xani’dir ki temel eğitim-öğretimi Türkçedir? O Ehmedê Xani olsa bile gideceği yer Binali Yıldırım’dır.
NOTLAR:
1) Elbette, kimse doğduğu gibi kalmak zorunda değil. Bir kişinin geçmişi Kürt, bugünü yahut geleceği Türk ya da Çinli olabilir. “Özünü inkar eden haramzadedir” ırkçılığına düşecek değiliz, çünkü insanın o türden mecburi bir özü yoktur. Fakat konuştuğumuz şey “kendiliğinden” dönüşümler, geçişler, başkalaşımlar değil, zor eşliğindeki dönüştürmedir. Binali Yıldırım, “imha, inkar ve asimilasyon” kalıbındaki “imha”yı kullanmadan kalıbı kullanan ilk iktidar üyesi değil. Mesele “imha”nın gerektirdiği şiddette gizli. O şiddet bütün tekçi sisteme sinmiş durumda, tekçiliği savunmak o şiddeti savunmaktan başka anlama gelmez.
2) Kürtçenin önündeki yasaklar 1990’lardan başlayarak adım adım azaltıldı. İlk geniş adımı Turgut Özal attı. En son 2002 yazında, AK Parti’den önceki koalisyon hükümetinin (Türkiye tarihinin belki en milliyetçi hükümetinin yaptığı anayasa değişiklikleri, TRT Şeş/TRT Kurdî dahil AK Parti döneminde yapılan “açılım”ların anayasal temelini oluşturdu. “Bizden önce insanlar Kürtçe konuşamıyordu” lafı o kadar da doğru değil. AK Parti döneminde çok üstünde durulan yer isimlerinin iadesi ise 7 Haziran seçimlerinden sonraki politika değişikliğiyle tamamen tersine dönmüş görünüyor. Tıpkı, 2002’de “terörün sebep değil sonuç olduğunu biliyoruz” diyen AK Parti’nin, bugün bırakın 90’ları, 1930’ların politikalarını aratmazken yaşadığı tersine dönüş gibi.
3) Türkiye’de 2017 verilerine göre 185 üniversite var; 112’si devlet, 68’i vakıf. Beş de vakıf meslek yüksek okulu var.
4) AK Parti’nin en gözle görülür Kürtçe açılımı, mahkemelerde Kürtçe konuşulması. Zaten Diyarbakır’a modern cezaevi vaadi de yapılmıştı. Cezaevinde Kürtçe konuşmanın serbest olduğuyla da övünmüştü aynı iktidar heyeti. Şimdi cezaevinde aksi yönde haberler geliyor. KHK’larla Kürdi-Der ve Komkurdan gibi Kürt kültür dernekleri kapatılması anormal değil. Meclis Başkanı, Kürt diye bir millet olmadığını söyledi; Birgül Ayman Güler söylediğinde “ırkçı”, “o kafa”, “Cehape kafası” olmuştu; İsmail Kahraman söylediğinde “milli birlik ve beraberliğin timsali” mi oluyor? Üstelik Birgül Ayman Güler, “Kürt milliyeti”ni kabul ediyor, sadece “Türk ulusu” ile eşit saymıyordu. Kahraman ise “ayrı bir millet diyemezsiniz” sözüyle asimilasyoncu gelenekle çok daha kuvvetli bir bağ kuruyordu. Birgül Ayman Güler tartışması için bakınız: http://utay-alidurantopuz.blogspot.com/2013/01/once-turkler-asimile-edildi.html
5) Ehmedê Xanî demişken, heykelini parçalamak da bu sonsuz özgürlükler iktidarına nasip olmadı mı?