İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde yer alan Nazimî Yaver Yenal sergisi Cumhuriyet'in kuruluş döneminin ilk mimarlarından Yenal'in dünyasını karşımıza getiriyor. Küratör Büke Uras'la konuştuk.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde yer alan "Bir Kağıt
Mimarının Hayali Dünyası: Nazimî Yaver Yenal" sergisi Cumhuriyet'in
kuruluş döneminin en umut vaat eden ancak projelerinin çoğunluğu
gerçekleşmeyen Yenal'in çalışmalarını karşımıza getiriyor. Mimarın
uzun yıllara yayılan arşivi üzerinden yapılan sergiyi küratörü Büke
Uras'tan dinledik.
Öncelikle Nazimî Yaver Yenal'i kısaca tanıtır
mısınız?
Nazimi Yenal portresi: Nazimî
Yaver Yenal. İbrahim Çallı (imzasız, sertifikalı), Tuval üzerine
yağlıboya; 90 x 75 cm, Türel Koleksiyonu.
Nazimî Yaver Yenal, İstanbullu bir mimar. 1904 yılında,
Yerebatan Sarnıcı’nın hemen yanında, Ayasofya'nın gölgesinde
doğuyor. Ve İstanbul'un işgalinin devam ettiği yıllarda Sanayi-i
Nefise Mektebi’ne kaydını yaptırıyor. Okul yıllarında
üretkenliğiyle öne çıkıyor. Dönemin tanıklıklarına göre en umut
vaat eden mimarlardan biri. Arşivle birlikte ortaya çıkan okul
çizimleri oldukça önemli. Sanayi-i Nefise Mektebi, Osmanlı
İmparatorluğu'nda son derece geniş bir coğrafyadaki ilk ve tek
mimarlık eğitim kurumu. Bu kurumda nasıl bir eğitim metodolojisi
sürdürüldüğü, öğrencilerden neler beklendiği bu çizimlerle daha iyi
anlaşılabiliyor. Akademinin bu dönemdeki eğitim anlayışını yansıtan
çizimler oldukça sınırlı. Nitekim, Sanayi-i Nefise Mektebi büyük
bir yangın geçiriyor ve arşivler yok oluyor.
Onun haricinde Giulio Mongeri önemli bir öğretim görevlisi.
Arşivi 2. Dünya Savaşı’nda bombalanarak büyük ölçüde yitiriliyor.
Arşivlerin kaybolmasında önemli bir etken olarak kadim
hoyratlığımız da eklenmeli tabii ki. Sedad Hakkı Eldem'in kapsamlı
arşivinde dahi akademideki eğitimi yansıtan çizimlerin sayısı
sınırlıdır. Yenal'ın arşivinde ise 12 adet çizim mevcut. Ve bu
çizimler zamanında birincilik aldıklarından, akademinin
öğrencilerden beklentileri çok güzel yansıtıyorlar.
Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Paris Beaux-Arts metodolojisini
temel alan bir eğitim anlayışı var. Çizimlere bakarsak gözümüze
çarpan en önemli nokta, plana yer verilmemesi. Bu, Behçet Ünsal'ın
da yazılarında aktardığı bir olgu. Ayrıca tasarlanan yapının
fonksiyonu yazılmıyor, sadece üslubun ne olduğu çizim başlığında
veriliyor. Fonksiyonun ne olduğu çok da önemli değil, üslup
üzerinden giden bir eğitim anlayışı söz konusu. Akademik çizimlerin
büyük bir çoğunluğu hem Mongeri, hem de Yenal imzalı. Bu da
Nazimî'nin eğitiminde Mongeri’nin önemini gösteriyor. Mongeri'nin
Nazimî’nin mezuniyetinde oldukça romantik bir konuşması var;
"Bahçemden bir gül koparıp size veriyorum," şeklinde. Nazimî bu
destek ile daha öğrencilik yıllarında Mongeri'nin mimarlık ofisinde
çalışmaya başlıyor.
Sizin Yenal ile olan tanışıklığınız nasıl başladı?
Yenal'ın arşivlerine ulaşma süreciniz nasıl oldu?
Nazimî Yaver’i isim olarak biliyordum ama ayrıntılı
tanımıyordum. Uzun süredir Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemi
mimari çizim ve belgelerini topluyorum. Daha önce de aynı
koleksiyon içerisinden yine İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde,
“Değişen Zamanların Mimarı: Edoardo De Nari” sergisini
düzenlemiştik.
Sevgili antikacı Rüştü Sungur beni aradı. 1990 senesinde farklı
sahaflardan birkaç ay içerisinde topladığı ve yaklaşık yirmi beş
senedir muhafaza ettiği 255 parçalık Nazımi Yaver Yenal arşivinden
bahsetti. Görmek isteyip istemeyeceğimi sordu. Ben de bu görüşme
sonrası kendisinden devraldım arşivi ve çalışmaya başladım.
Nasıl bir araştırma süreci oldu?
Arşivi nasıl okumamız gerektiği konusu bizi oldukça zorladı.
Daha önce üzerinde çalıştığımız Edoardo De Nari diplomasız bir
mimar ve çok sayıda inşa edilmiş binası mevcut. Osmanlı'dan Türkiye
Cumhuriyeti'ne geçiş süresince üretilmiş 50 senelik bir arşivi,
sadece mimari üslup anlamında değil sosyal anlamda da
değerlendirmeye gayret etmiştik. 50 seneye yayılmış bir arşiv
Türkiye şartlarında oldukça ender. Bu uzun zaman içerisinde mimari
üslup, müşterilerin sosyal ve etnik kimliği, kullanılan dil ve
grafik dahi değişim gösteriyor.
De Nari ressamlık ve kalfalıktan kendini yetiştirmiş bir mimar.
1954 yılındaki ölümüne dek İstanbul’da yaşıyor. Osmanlı’dan
Demokrat Parti dönemine profesyonel olarak ulaşabilmiş son levanten
mimar. Cumhuriyet'le birlikte gayrimüslim mimarlar devlet eliyle
tasfiye ediliyor. Cumhuriyet'ten önce gayrimüslim mimarların oranı
yaklaşık yüzde 90 iken yüzde 10'lara kadar düşüyor. De Nari'yi de
kozmopolit İstanbul'un son levanten mimarı olarak
konumlandırmıştık. Nazimî Yaver Yenal ise De Nari ile sembolize
edebileceğimiz levanten mimar kuşağından hemen sonra gelen Müslüman
Türk mimar kimliğinin oldukça tipik bir örneği.
Atatürk döneminde özellikle Türk mimarların özendirilmesi söz
konusu. Onun dışında kalfalıktan gelen mimarların çalışamaması
durumu var. Çünkü Mimarlar Odası kuruluyor ve mimarlara diploma
zorunluluğu getiriliyor. Diplomalı bir Türk mimar olarak tüm olumlu
kariyer koşullarına rağmen Yenal'in tasarımları hayata
geçirilemiyor.
Genel olarak baktığımızda Yenal'in projelerinin
gerçekleşmeme sebebi olarak neleri sayabilirsiniz?
Kanımca en önemli sebep Nazimî Yaver’in karakteri. Böyle bir
analiz, mimari tarihi yazımında çok da kullanılmayan bir yöntem ama
Yenal örneğinde kaçınılmaz. Kendisini bizzat tanıyanların ilk
aktardığı, son derece içe kapanık ve mütevazı karakteri. Bunu çok
önemli kabul ettiğimiz için, İbrahim Çallı'nın imzasız bir Yenal
portresini serginin girişine koyduk. Bir mimarlık sergisinde
ziyaretçileri yapı tasarımları karşılarken, bu sergide bizi bir
mimar portresi yani birey karşılıyor.
Peki, bu projelerin gerçekleşmesini istiyor
mu?
Bu önemli bir soru, çünkü bazı tasarımlarının gerçekleşmesine
çabalıyor, bazılarında ise inşa düşüncesi kesinlikle mevcut değil.
Yarışmalara katılıyor, mansiyon alıyor ama projeler hayata
geçirilmiyor. Bunun dışında kendisi için ürettiği çizimler de var.
Bu tasarımlar söz konusu olduğunda ne müşteri ne de bütçe gibi
kriterler var. Bir şekilde çizimlerle kendine alternatif bir üretim
alanı yaratıyor. Yenal üretken bir mimar ama inşa etme anlamında
değil, çizim anlamında üretken.
Sovyetler'de de benzer bir kağıt mimarlığı dönemi var,
değil mi?
Hatta kağıt mimarlığı teriminin Sovyetler kökenli olduğunu
gördük araştırma sürecinde. Bolşevik Devrimi sonrası muazzam bir
avangart üretim dönemi kağıt üzerinde kalıyor, Tatlin Kulesi
örneğinde olduğu gibi. Stalin önderliğindeki devlet mekanizması da
bu avangart üretimi küçümsemek adına kağıt mimarlığı teriminiilk
kez kullanıyor. Barok terimi de ilk olarak benzer bir küçümseme
amacıyla kullanılmış ve zaman içinde dönüşüm geçirerek saygınlık
kazanmıştı.
Türkiye'ye geliş süreci nasıl?
Yenal 1932 senesinde Berlin’den Türkiye'ye dönüyor. Önemli bir
yıl, çünkü 1929 Büyük Buhranı'nın ülkeye vardığı sene. Atatürk'ün
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planını ortaya koyduğu tarih. O kadar
büyük bir ekonomik kriz var ki kamusal inşaat üretiminin tamamı
devlet eline alınıyor. Akademi içerisinde,devletin inşaatları
kontrol amacıyla bir “Tatbikat Bürosu” kuruluyor ve başına
Akademi'nin Mimarlık Bölümü şefi Ernst Egli getiriliyor. Egli
dolayısıyla Akademi, kamu yapılarının projelerinin onayından
sorumlu. Yani o yıllarda Akademi'de olmak demek mimarlık üretiminin
merkezinde olmak demek.
Bunun haricinde Yenal’ın Berlin’de yaşadığı Weimar dönemi
Almanya için oldukça sıkıntılı bir dönem, nitekim bu dönemin
imkansızlıklarına tepki Hitler'i iktidara getiriyor. Ancak ekonomik
sıkıntılara rağmen muazzam bir üretim var. Bu üretim ekonomik
sebeplerle çoklukla kağıt üzerinde kalsa da, 1920'ler Almanya’sı bu
çizimler üzerinden tüm dünyada etkin olabilmeyi başarıyor. Yenal’ın
Weimar Berlin’i tanıklığıyla, mimari çizimin önemine ikna olduğunu
düşünüyorum.
Yenal İstanbul’a dönüşünde akademide eğitmenliğe başlıyor.
Sergide bu bölümü,“Kurumların İhtiyatlı Cazibesi” başlığıyla
niteledik. Bir kurum içerisinde ekonomik anlamda güvendesiniz ama
ihtiyatlı olmalısınız, çünkü kurum bireyi asla öne çıkartmaz. Sedad
Hakkı Eldem de aynı kurumun üyesi ama Yenal’ın aksine serbest mimar
olarak çalışmaya devam ediyor. Atatürk döneminde mimarlar idealist
bir düşünceyle çalışıyorlar. Ülke için çalışma fikri var. Eldem'in
serbest bürosu olan bir mimar olarak para karşılığı tasarım
yapması, döneminde inhisarcılık olarak eleştiriliyor. Bu anlamda
Yenal’ın memur mimar kimliği dönemi için çok da sıradışı değil.
Ancak 1950'lerden itibaren Demokrat Parti'yle beraber inşaat
sektörü patladığında serbest mimar figürü cazibe kazanıyor. Ama
Yenal artık 50'li yaşlara merdiven dayamış ve uygulama deneyimi
olmayan bir mimar.
Nazimî Yaver Yenal (sol başta
oturan), Sedad Hakkı Eldem, Asım Mutlu, Feridun Akozan, Ahsen
Yapanar, Maruf Önal ile eski mezunlar MSGSÜ’de düzenlenen bir
toplantıda. (Anılarda Mimarlık, YAPI’dan Seçmeler 7, YEM, İstanbul,
1995.)
Peki, o dönem çizim yapan ama proje gerçekleştiremeyen
başka mimarlar da var mı Türkiye'de?
Olabilir. Yenal, Sanayi-i Nefise mektebinde yetişmiş mimar
kuşağının tipik bir üyesi. Paris Beaux-Arts metodolojisiyle
yetişmiş bir kuşak. Gördükleri eğitimin merkezinde mimari çizim
var.
Yenal'in projeleri o dönem övgüyle karşılanmış.
Gazetelerde önemli yazılar çıkmış. Bu kadar beğenilmesinin nedeni
ne sizce?
En başta yarışmalar önünü açıyor. Daha öğrenciyken Cumhuriyet
tarihinde düzenlenen ilk mimari yarışmayı kazanıyor; yeni başkent
için bahçe içinde tek ve iki katlı konut tasarımı yarışması.
Yarışma konusu, Cumhuriyet'in ruhunu anlamak açısından ilginç.
Nüfusu azalan bir İstanbul karşısında, yeni başkent Ankara'ya yoğun
bir bürokrat göçü söz konusu. Bozkırın ortasındaki şehre göçü
özendirmek adına konforlu konutlar yapılması gerekiyor. Cumhuriyet
tarihinin ilk yarışması burjuvaya yönelik, müstakil konut
tipolojisi. Cumhuriyet gazetesinin ilk sayfasında yarışma
sonucunu açıklayan bir haber, Nazimî Yaver’in ulaşabildiğimiz ilk
fotoğrafını da bize kazandırıyor.
Yenal 1925 senesinde Cumhuriyet döneminde İstanbul'da açılan ilk
yarışmayı da kazanıyor; Haydarpaşa Garı'nın çatısının tamiri
projesi. 1917'de dünya harbinde sabotaja uğrayarak hasar gören gar
binası için bakanlık bir proje yarışması düzenliyor. Yenal o
yıllarda sadece 21 yaşında bir öğrenci. Akademideki hocası
Kemalettin Bey ikinci olurken, Yenal birinci oluyor. Nasıl büyük
bir başlangıç görebiliyorsunuz. Ancak projesi uygulanmıyor.
Yenal'in projelerinden bir kısmı gerçekleşseydi şu anki
Türkiye mimarlığına nasıl bir etkisi olurdu sizce?
Ben gerçekleşmemiş olsa da bir kısmının etkili olduklarını
düşünüyorum. Örneğin Ankara için konut tipolojileri proje
yarışmasının senesi 1925. Bu yarışmanın 1924 senesinde düzenlenen
Ankara’nın ilk modern şehir planı ile ilişkili olmaması mümkün
değil. Ardından gelen Jansen planı ise, Yenal'ın tasarladığı gibi
müstakil villalardan oluşan bir konut tipolojisini, Yenişehir
bölgesi gibi geniş bir alanda hakim dil olarak öngörüyor. Yenal’ın
projesi uygulanmamış olsa da ardından gelen tipoloji örneklerini
etkilememiş olması imkânsız.
Daha sonraki projeleri bu kadar şanslı değil. Çünkü çizimler
paylaşılmıyor.Yenal çizimlerini akademisindeki iki gözlü odasının
arka bölümünde koruyor. Orası bir nevi nadire kabinesi. Emekli
olunca da koleksiyonunu evinde muhafaza etmeye başlıyor. Ölümüne
kadar da arşivini genişletmeye devam ediyor. Evi, nadireyle çöpün
iç içe geçtiği, aralarındaki ilişkilerin sadece Nazimî Yaver
tarafından bilindiği bir kişisel mimari müze haline geliyor.
Tekrar sormak istiyorum ama bu projelerin bir kısmını
görme şansımız olsaydı ne olurdu?
Soruyu ben değiştireyim. Kendisi için tasarladığından dolayı
çizimler paylaşılmak için yapılmış değil. Oluşturulma amacı tipik
bir mimari üretimin amacından farklı. Tamamen kendisi için
alternatif bir üretim alanı. Tabi ki çok cesur tasarımlar var
aralarında. Bu çok güzel bir soru ama acaba sormamalı mıyız?
Ancak eleştirmek de gerekir. Örneğin Weimar Berlin’i, mimarlığın
amaçlarını sorgulayan, kriz içindeki bir ülkede seri üretimin,
prefabrikasyonun, toplu konut çalışmalarının vs. yavaş yavaş
yerlerine oturduğu bir arayış dönemi. İlk önemli toplu konutlar
Viyana'da ve Almanya'da yapılıyor. Nazimî bunların hiçbiriyle
ilgilenmiyor. Bu eleştiri sadece Yenal’a değil o sırada Avrupa’da
öğrenim gören tüm genç Türk mimarlar için. Avrupa'nın yüksek
kültürüyle, sinemalarla, tiyatrolarla, evlerle ilgileniliyor. Ev
neredeyse bir fetiş. Ama fabrika planlaması, ekonomik konut üretimi
ya da standardizasyon üzerine çalışmak akıllarına gelmiyor.
Çizimler eğer etkili olsaydı bu etki yalnızca üslup üzerinden bir
değişim yaratabilirdi.
Çizimlerde üslup üzerine bir sorgulama var, fikir olarak yok.
Mimarlık üretiminin düşünce yapısını değiştirmekten oldukça
uzaklar. Uygulanmış olsalardı Türkiye'ye ne yeni bir vizyon ne de
yeni bir teknoloji getireceklerdi. Tekrar ediyorum bu eleştiri o
dönem Almanya ya da Avrupa’da yaşayan hiçbir Türk mimar için söz
konusu. Türkiye gibi ekonomik anlamda sorunlu bir ülkede toplu
konut fikri neden çalışılmıyor?
Yenal'in bir de Anıtkabir projesi var. Siz bunu mimar
olarak nasıl değerlendirirsiniz?
Anıtkabir proje yarışması için ön
cephe etüdü. (1941), 19.5 x 25 cm (paspartuyla 31.5 x 48 cm), Büke
Uras Arşivi.
Anıtkabir yarışması 1941'te düzenleniyor. Uluslararası bir
yarışmayla tasarımlar gönderiliyor. Ancak Anıtkabir yarışmasına
katılımcıların sunumları korunmayarak imha ediliyor. 1980 gibi geç
bir tarihte Anıtkabir arşivleri kurulduğunda ise, yarışmaya katılan
çizimlerinin tamamı kaybolmuş bile. Günümüze ulaşan 16 katılımcının
projesini orijinal çizimler üzerinden değil, zamanında farklı
dergilerde yayımlanmış haberler üzerinden biliyoruz. Bu
nedenleYenal'ın bir Anıtkabir projesinin elimize ulaşması ayrıca
önemli.
Yenal’ın Anıtkabir projesi eklektik bir proje. Nazimî için
eklektizm fikri hiçbir zaman kaybolmuyor. Paris ve Berlin
dönemindeki modernizmden sonra 1940'larda Şişli Camii gibi son
derece klasik bir eser verebilen bir mimar. Bu onun için bir ironi
değil, çağdaşı kimse için değil. Bizlere Türkiye mimarlık tarihi
dönemler üzerinden öğretildi. Ama gerçekte üslupların iç içe
geçtiği, bunun normal karşılandığı, net çizgilerle ayrışmayan bir
tarihsel kurgu var. Şişli Camii, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk
anıtsal cami yapısı. Dini fonksiyon gelenek talebini elbette
meşrulaştırıyor. Ancak tek başına yeterli değil. Bu derece
modernist çizgiye sahip biri neden geleneksel bir cami tasarlıyor?
Ya da neden Anıtkabir projesi ile eklektizme dönüyor? Yenal için
bunu bir ironi olarak görmüyorum. Nasıl Sanayi-i Nefise
çizimlerinde üslup üzerinden bir eğitim anlayışı varsa, sonrasında
tasarımlarında da aynı anlayış devam ediyor. Ben Nazi klasisizmi
de, Bizans da, klasik Osmanlı da yaparım, benim için üslup
önemlidir diyor. Bir mimar olarak kendine özgü bir üslubun olması
gerekmiyor. Bu Yenal’ın kuşağına akademideki Paris kökenli eğitim
anlayışının verdiği bir anlayış.
Yeşilköy'deki daha sonra dinamitlenen Ayastefanos Rus Anıtı ile
oldukça benzer buluyorum Anıtkabir projesini. Onun haricinde 1941
yılına ait bu tasarım, Nazizmin politik anlamda en güçlü olduğu yıl
gerçekleştiriliyor. Albert Speer'in ışık temalı, nasyonalist mimari
anlayışına benzer bir çizgiyi görüyoruz. Yenal’ın Anıtkabir
projesinde de meşalelerin olduğunu görüyoruz. Aydınlatma özel
olarak etüt edilmiş. Meşaleler, detay çizimlerinde ayrıntılı olarak
çalışılmış. Bunlar Speer tasarımlarıyla akrabalar.
Yenal’ın Anıtkabir çalışmasını yarışmaya sunup sunmadığını bile
bilmiyoruz. Ancak çizimlerde yer alan Atatürk rölyefi ve yarışma
şartnamesinde sıralanan fiziksel ve psikolojik gerekliliklere
uyumu, tasarımın Anıtkabir için olduğunu kanıtlıyor. Şartnamede,
fiziksel şartlar arasında uzaktan görünebilmesi şartı, psikolojik
gerekliliklerde de bir mozolenin, bir mezarın ruh halini yansıtmalı
gibi ibareler var. Yenal, tepe açıklığı ile sağladığı tanımlı
aydınlatma ile ziyaretçinin ışık algısı üzerinden bir maneviyat
kurgusu hedefliyor.
Birinci katta yer alan ve rampalarla ulaşılan bir taç kapı var.
İnşa edilen Anıtkabir'de ziyaretçiler için tanımlı bir güzergah
vardır. Adım taşları aralıklıdır, ziyaretçiler düşmemek için önüne
baksın ve bu şekilde boyunları eğik tutulsun diye. Yenal projesinde
de, ziyaretçilerin rampaları oluşturan kavislerde nasıl bir görsel
deneyimle karşılaşacağı özenle kurgulanmış.
İç mimari çalışmalarına da yer veriyorsunuz. Orada nasıl
üretimlerle karşılaşıyoruz?
Dahili mimari Nazimî Yaver’in kariyerinde önemli. Türkiye'de
akademik anlamda ilk mobilya tasarımı eğitimi Avusturyalı Philipp
Ginther ile başlıyor. Nazimî Türkiye'ye döndüğünde Ginther’in
yanında asistanlığa başlıyor. Yenal’ın iç mimari çizimlerinde,
mobilyalar tekil olarak ele alınmıyor. Tanımlı bir mekan
içerisinde, bütüncül bir iç mekan kurgusuyla beraber sunuluyor.
Nazimî Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk dekorasyon yarışmasını
da kazanıyor. Bu benim çok sevdiğim bir proje. Bildiğiniz gibi
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Osmanlı hanedanı ülkeden ayrılıyor ve
ikametgahları olan saraylar boş kalıyor. Bir kısmı müze yapılıyor,
bir kısmına ise okul, hastane gibi yeni işlevler veriliyor. Yıldız
Sarayı Şale Köşkü bir dönem kumarhane olarak kullanılıyor, ancak bu
kullanım tepki çekiyor.Şale Köşkü’ne uygun ne fonksiyon verebiliriz
tartışmasında uluslararası konferanslara tahsis edilmesine karar
veriliyor. Konferans demek oturulacak yer ihtiyacı demek. Ve ülke
tarihinin ilk iç mimari yarışması Şale Köşkü’nde düzenlenecek
Balkan Konferansı mobilyaları için açılıyor. Nazımi birinci, Philip
Ginther ikinci geliyor. Tasarımlar Arkitekt dergisinde
yayınlanıyor. Araştırma sürecimizde Sırbistan’da bulduğumuz
birtakım fotoğrafları da muhtemelen Balkan Konferansı'na katılan
bir Sırp delege çekmiş. Bu fotoğraflar sayesinde Arkitekt
dergisinde yayınlanan projelerin uygulandığını görüyoruz. 1940’lı
yıllara ait fotoğraflar ise, aynı mobilyaların başka konferanslar
için bir süre daha kullanılmaya devam ettiklerini kanıtlıyor.
Burada iki önemli nokta var. Kısa süre önce Bedros Sirabyan
isminde bir Osmanlı ressam-dekoratör üzerine çalışmıştım. Şale
Köşkü’nün konferansa adanan aynı ana salonunu Bedros yaklaşık 30
sene öncesinde, Alman Kaiseri II. Wilhelm’in ziyareti için tamamen
yıkıp baştan düzenliyor. Aynı mekan için Yenal’ın projesi ise
Sirabyan’dan oldukça farklı bir yaklaşım sergiliyor. Nazimî var
olan dekorasyon kurgusuna saygı gösteriyor, binanın dokusunu
değiştirmiyor. Modern anlamda sökülebilir bir dekorasyon anlayışı
sunuyor. Nazımi'nin dekorasyonunu çıkarırsanız iç mekan özgün
şekliyle kalır. Bu yaklaşım iki sebepten kaynaklanıyor olabilir.
Birinci sebep zaman ve bütçe eksikliği ki gayet mümkün. İkincisi ki
ben çok abartılı bulmuyorum, Osmanlı geçmişine yönelik Cumhuriyet
dönemi için bir öncü olarak gözlenecek koruma duyarlılığı.
Balkan Konferansı için üretilen mobilyalara ulaşmaya çalıştık
ancak başarılı olamadık. Ya imha edildiler ya da umuyoruz bir gün
bir depodan çıkacaklar.
Nazimî Yaver Yenal’ın 1931’de
Yıldız Sarayı, Şale Köşkü’nde düzenlenen Balkan Konferansı için
tasarladığı mobilyaların görünümü. 8.5 x 13.5 cm,Büke Uras
Arşivi.
Nazımi Yaver’in gerçekleşmiş başka hangi projeleri
var?
1948 yılında Fındıklı’da yer alan Güzel Sanatlar Akademisi büyük
bir yangın geçiriyor ve bina ile beraber bütün mobilyaları yanıyor.
Ancak eğitime devam etmek gerek. O nedenle günümüzde de kullanılan
banklar Yenal tarafından tasarlanarak, akademinin mobilya
atölyelerinde üretiliyor. Bu banklardan birini de sergimizde
görebilirsiniz.
Son olarak serginin kurgusuna dair neler
söylersiniz?
Sergide ziyaretçileri bir mimari tasarım değil, İbrahim Çallı
tarafından resmedilen Nazimî Yaver’in beyaz önlüklü portresi
karşılıyor. Çünkü bir kağıt mimarı olarak birey önemli. Nazimî’nin
mimari üretimi bir müşteri için değil kendisi için. Çizimlerinde
müşteriden ve bütçe kısıtlamalarından bağımsız olmasının
avantajlarını kullanıyor. Bu sayede bir mimarın samimi olarak ne
üretmek istediğini görebiliyoruz. Muazzam bir serbestlik söz
konusu. Hayal gücünün yön verdiği estetik de kişisel kodlarla bir
araya geçiyor. Bu yüzden mimari üretimini birey üzerinden okumak
kaçınılmaz hale geliyor.
Bundan sonra mimarlık tarihi alanında hangi çalışmaları
yapma planınız var?
Mimarlık tarihi çalışmaları çoklukla sadece mimarlar üzerinden
yapılıyor. Ancak mimarlık gerçekte bir takım çalışması ve üretim
sürecindeki bu önemli işbirlikleri çoklukla göz ardı ediliyor. Bu
kadronun içinde taş ustaları, dekoratörler, mobilya tasarımcıları
gibi unutulmuş aktörler var. Tekil mimarlar yanında Türk mimarlık
üretimindeki bu farklı aktörler ilgimi çekiyor.