Bindestî
Ezen ulus iş yardıma ya da dayanışmaya gelince kibirli ve üstenci davranır, kontrol etmeyi amaçlar. Tıpkı şu an yapılan ittifaklar gibi.
Yüzyıllardır baskı altında yaşamış, türlü türlü işkencelerden geçirilmiş halkların empati gücünün diğer ezen-sömüren halklardan çok faklı ve yüksek olması dikkat çekicidir. Ezen ulus ve onun karşısında direnen ulusların arasındaki dayanışma farkı yine çok dikkat çekicidir. Bunları kitaplardan ya da yüksek akademik makalelerden öğrenmedik, aradaki farkı yaşayarak gördük, hissettik. Ezen ulus iş yardıma ya da dayanışmaya gelince kibirli ve üstenci davranır, kontrol etmeyi amaçlar. Tıpkı şu an yapılan ittifaklar gibi. Üsten, kibirli, “ben daha iyi bilirim” yaklaşımı tüm çıplaklığıyla önümüzde duruyor. Bu hayatın her alanında cereyan ediyor.
Hâkim ulus ve resmi tavrın, gücün verdiği sözüm ona dayanışma duygusunun altında kocaman bir kibir yatıyor. Hâkim ulusun önünde diklenen ve ona karşı direnen halklar dayanışmaya bir gerekçe bulmaz, derisinin rengine bakmaz, konuştuğu dil umurunda değildir, ırkla da işi gücü yoktur. Mutlak bir gerçek vardır ve o gerçek de yardıma ihtiyacı olan, düşmüş, dayanışma bekleyene el uzatmaktır. Kibir yoktur, üstenci bir tutumla vaaz vermez. Esas olan zorda olanı kurtarmaktır. Bu yaklaşımı insan olmanın merkezine de rahatlıkla oturtabiliriz. Bir süre sonra üstenci tarafından bu insani tavır bir zaafa evrilir, kullanılır, dizayn edilir, formlara sokulur. Yeri geldiğinde, o empatiye ve saf merhamete ihtiyaç duyulduğunda bunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanırlar. Bir-iki değil yüzlerce hatta binlerce defa bu hep böyle yürümüştür.
Yıllarca Serhad bölgesinde polis ile göstericiler arasında amansız ve sert bir mücadele sürdürüldü. Kameralar kayıttaydı. Polis Toma'sı bir çukura saplanmış, ne kadar çırpınsa, ileri-geri sağ-sol manevralar yapsa da kurtulamamıştı, protestocular el birliğiyle sıkışmış Toma'yı kurtarmışlardı. Hala hafızlarda canlıdır bu görüntü. Bu görüntüler ve tavır karşısında birçok soru ve sonuçların olduğu aşikâr. Kurtarılmadan on dakika önce Toma tüm sertliğiyle göstericilerin üzerine göz yaşartıcı ve asit dolu su sıkarak direnişi dağıtmaya çalışıyordu. Yine Serhad bölgesinde uçuruma yuvarlanan askeri araca ilk müdahalede bulunan, yardım koşan oranın köylüler idi. Hâlbuki o zırhlı araç o köyü basmıştı. Gözaltına aldığı köylüleri helikopterden aşağıya atmayacağının garantisini hiç kimsenin veremeyeceğini gayet iyi biliyoruz. Araçtan çıkarılan yaralı askerler yine köylülerin omuzlarında ve yardımlarıyla ambulanslara yetiştirilmişti. Üstencinin ve ona karşı gelenin ahlak ve dayanışması arasındaki farklılığının net örneklerinden sadece ikisi. Üstencinin, merkezdekinin dayanışma tavrı ve yaklaşımı başka alanlarda farklı renklerle kendisini gösterse de hepsinin temelinde kurtarıcı kibri yattığını söyleyebiliriz.
Kader mi sonuç mu bilenmez ama ezilen ulusların birbirlerine olan iç düşmanlıkları, birbirlerine olan öfkesi de o kadar keskin ki ucu değdi mi kanatmadan geçmiyor. Dışa olan bu dayanışma içe dönünce ateş topuna dönüyor. Daha birkaç gün önce ortaya koyduğu eserlerle edebiyatımızın “yıldız”ı Yıldız Çakar cinsiyetçi saldırılara hedef oldu. Yıldız’ın Kürtçesi Stêrk’tir. Çakar’ın eserleriyle, duruşuyla, kadın-Kürt kimliğiyle sergilediği direniş ve sabır şüphesiz ki gericilerin, kriptoların hedefinde olacaktı. Yıpratma, algı çarpıtma, direnişini kırma amacıyla yapılan ahlaksız saldırılara karşın yine onurundan, duruşundan taviz vermedi.
Efendiler siz Stêrk’e ulaşamazsınız. Karanlık ve çürümüş yanlarınızı dünya âleme gösterir, dün yaptığı gibi. Bu saldırlar tesadüf değil. Bilinçli ve sürekli bir merkezden ısıtılıp piyasaya sürülüyor. Boyun eğmeyen, dizeleriyle, romanlarıyla sadece edebiyatımızda değil dünya edebiyatında da saygın bir yere emin adımlarla yürüyen bir kadının ayak sesleri ayaktakımlarını korkutacaktır elbette. Korkmayın, titreyin. O vakit edebiyatımızın Yıldız’dan en sevdiğim iki dizesini buraya bırakıyorum; “Gelo di turikê te de niha çi hene/ji bilî kulmeke ax û kevirekî sipî?”
Gün geçmiyor ki kayıp gençlerin haberini duymayalım. Birkaç gün önce Wan Gölü kenarında kaybolan Rojin Kabaiş’in cansız bedeni haftalar sonra yine Wan Gölü kıyısında bulundu. Öldürülen kadınlar, çocuklar, şüpheli ölümler… Ülkenin sadece son on yılının özeti çıkarırsak, karşımızdaki tablonun vahşetten ve kandan ibaret olduğunu göreceğiz. On binlerce insanın haksız, delilsiz, uydurma iddianamelerle zindanlarda esir olarak tutuluyor olması, işçinin emekçinin sırtına bindirilen onca yükün altında güvencesiz, geleceksiz bırakılmış milyonlarız. Bu düzen başta kendisini koruyan kollayanları yutacak. Öyle bir düzenek ki nereye dönsen bir haykırış, acılı bir baba, sesi bağırmaktan kısılmış bir anne, yumruğunu sıkan kız kardeşler… Saldırının, sindirmenin, çökertmenin, yoksulluğun, yolsuzlukların bir saat gibi tiktak çalıştığı düzende direnişten başka bir seçeneğin olmadığını defalarca tecrübe ettik. Köşeye sıkışmış, içerde dışarda herhangi bir itibarı kalmamış iktidar ve onların küçük, küçücük ortaklarıyla yaptıkları sahte barış girişimleri… Şeffaf, kapsayıcı bir sürecin, kişilerle değil savaşın tüm ağır bedelini ödemiş halkla birlikte inşa edilmesi geleceğin sağlam inşa edilmesi demektir.
Belki de hepimiz Barış Avşar’ın “Çözüm Şüphesi!” dediği yerdeyiz. Şüpheli bir durumlar içindeyiz, güvensiz ve tekinsiz bir sahada, bilemeyiz belki bir mayın tarlasına doğru yürütülmek isteniyoruz. Devletin ve Tayyip beyin bütünleştiği bir sistem de bunları düşünmemek saflık olur. Boşuna dememişler bizden önceler, geçmiş geleceğin aynasıdır.
Emine Şenyaşar verdiği adalet mücadelesinin ilk sonuçlarını aldı. 6 yıl 4 aydır cezaevinde olan oğlu Fadıl Şenyaşar özgürlüğüne kavuştu. Annenin de dediği gibi bize çok çektirdiler, bizde bir şey kalmadı, sözleri yaşanılanların özeti gibi. Tüm engellemelere, tehditlere, mahkeme kapılarında yargılanmalara kadar olmadık türlü türlü saldırılar altında direndi ve oğlunu zindanlardan koparıp aldı. İktidarın hukuksuz-despot uygulamalarına karşı adaletin arayanların sembolü oldu. Yıllarca suçsuz, sebepsiz tutuklu olan oğlu tahliye edildi. Şüpheli Çözüm’ün ilk pratiği Emin Ana’nın direnişinin sonuçlanması oldu. Ferit Şenyaşar’ın da hukuk mücadelesinin devam edeceğini ve katliamı yapanların hesap vereceklerinin altını çizmesi önemliydi, daha hiçbir şey bitmemiş hatta yeni başlıyordu. Eğer adalet tam sağlanmasa ne barış olur ne huzur. Yaşadıklarımız kara tahtaya tebeşirle yazılmış cümleler değil ki silince kurtulalım…