'Biopolitik devlet ırkçılığı'

Devlet ırkçılığının en acımasız tarafı başkaları üzerinden tanımlanan tehlike senaryoları üretmek ve bu senaryolar adına devlet eliyle toplu cinayetler işlemek oluyor. Ardından refah uğruna 'yabancı' sömürmek, göçmen, mülteci olanları politik koz olarak kullanmak, iç politikada toplum kontrolünü daha da arttıracak yasaları göçmen ve yabancı düşmanlığı üzerinden yapmak vs. boyutuyla devam ediyor.

Abone ol

KÖLN - Almanya’da 2000-2007 yılları arasında seri cinayetler halinde sekizi Türkiye’den, biri Yunanistan’dan olmak üzere toplam dokuz göçmen esnaf, işyerlerinde öldürüldü. Bunun yanında bir Alman polis memurunu da öldüren, Köln’de iki yere bomba yerleştiren ve 15 banka soygunu gerçekleştiren ırkçı terör örgütü NSU (Nationalsozialistischer Untergrund, Türkçesi: Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü) üyelerinin yargılandığı davada geçtiğimiz hafta karar açıklandı.

Beş yıldır devam eden dava sürecinde 600'den fazla dosya incelendi, 540 tanık ve 54 uzman dinlendi. Buna rağmen müebbet ceza alan Beate Zschäpe'ye karşı çok az kanıt vardı. Zschäpe'nin cinayetlere doğrudan müdahil olduğuna dair tek bir kanıt olmasa da, cinayetleri ve bombalı saldırıları gerçekleştiren terör örgütünün bir üyesi olduğu, cinayetlerden haberdar olduğu için mahkeme suç ortaklığından ömür boyu ceza verdi. Dava başlamadan önce bazı belgelerin yok edilmesi, suç mahallinde iz bulunmaması ve Zschäpe'nin hiçbir açıklama yapmamış olması mahkemenin işini zorlaştıran hususlardı. Ancak en önemlisi, Almanya iç güvenlik ajansı Anayasayı Koruma Federal Dairesi'nin cinayetlerin aydınlatılması için gerçek bir çaba sarf etmemiş olmasıydı! Hatta 2004'te Köln'de birçok yabancı işyerinin bulunduğu Keup Caddesi'nde gerçekleştirilen bombalı saldırıda, gözlerin ırkçılara dönmemesi için çaba sarf edildi. Mahkeme davaya, sadece Zschäpe'nin ve dört suç ortağının rolü üzerinden bakmak durumunda kaldı.

Kamuoyu NSU davasının devletin derinlerine indiği, bu nedenle de aydınlatılmadığı görüşünde hemfikir. Daha geçtiğimiz mayıs ayının sonunda 25 yıl önce Solingen'de ırkçı saldırı sonucu yaşamını yitirenler anıldı. Aktüel olaraksa ırkçı örgütlenmeler tarafından, göçmen kamplarına yönelik saldırılar düzenliyor. Henüz çok küçük boyutlarda saldırılar bunlar ve fakat Almanya, ırkçı örgütlenmeleri önümüzdeki süreçte daha çok konuşur olacak. Devletin kendi içerisinde bu yapılanmalara destek veren güçlerden ne derece arınmış olduğunu bilmek mümkün değil. Şimdilik aşırı sağ parti Almanya için Alternatif (Alternative für Deutschland (AfD)) partisi ana muhalefette; Merkel'in ortağı, göçmen karşıtı ve açıklamalarıyla gündeme oturan Hıristiyan Sosyal Birliği (Christlich-Soziale Union - CSU) başkanı olan ve gittikçe aşırı sağa kayan Horst Seehofer, hâlâ İçişleri Bakanı görevine devam ediyor.

Seehofer 10 Temmuz'da Göçmen Planını açıklarken "69'uncu doğum günümde, 69 göçmen (her ne kadar ben böyle ısmarlamamış olsamda), ülkesine geri gönderildi" diyerek kriz bölgelerine geri gönderilen insanları, doğum günü hediyesi olarak yorumladı. Seehofer'nın geri gönderilen Afganistanlı "doğum günü hediyeleri"nden biri ülkesine yollanır yollanmaz intihar ederek yaşamına son verdi. Seehofer'nın tutumu devlet nezdinden yargıya taşınabilecek bir ırkçılık mı? Elbette değil.

SUÇ DEVLETLERİN İŞİNE YARAR

Aynı Seehofer geçtiğimiz hafta Alman basının iddialarına göre, AKP'li milletvekili Metin Külünk ile bağı olduğu iddia edilen, Türkiye kamuoyunda isimleri "Almanya Osmanlıları" diye geçse de, adları "Osmanen Germania" (Türkçesi: Germanya Osmanlıları) olan rocker grubunun yasaklandığını duyurdu. Kendilerini Türk milliyetçisi olarak gören bu grup Alman basınında "çete" olarak geçiyor. Uyuşturucu üreticiliğinden satıcılığa, kara para aklamaktan yasa dışı kadın ticaretine, ruhsatsız silah bulundurmaya, haraca varana kadar birçok yasa dışı olaya karışmış. Önceleri bir Kürt rocker grubuna yaptıkları saldırılarla gündeme geldiler. Ancak Alman kamuoyunun dikkatini ilk kez, Alman komedyen Jan Böhmermann'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında yazdığı şiir nedeniyle cezalandırılmasını bizzat onlardan Erdoğan'ın talep ettiğine dair dinleme kayıtlarının Almanya basınında yayınlanmasıyla gündem oldular.

Osmanen Germania'nın yöneticilerinin yukarıda sıralanan adi suçlardan yargılandığı davalar halen sürüyor. Dernek bünyesinde 300 civarında üyesi kayıtlı olsa da, bu sayının 2 binin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Bu çetenin dernek yasalarına uygun davranmadıkları ve yasalara saygı göstermedikleri gerekçesiyle yasaklandığı açıklandı. Tıpkı NSU davasının derin siyasi boyutu nasıl açığa çıkarılmadıysa, bu çetenin de gerçekten Ankara ile ilişkisi olup olmadığı, Osmanen Germania'nın "AKP'nin Almanya'daki sopası" olup olmadığı, AKP'nin lobi kuruluşu olan Avrupalı Türk Demokratlar Birliği'nce (UETD) finanse edilip edilmediği şimdilik sadece Almanya istihbaratının bildiği ve kamuoyuna açıklamayacağı bir sır olarak kalacak. İki ülke arasında ilişkiler gerildiğinde, ellerdeki kozlar muhtemelen o durumda masaya koyulacak malzeme olarak bir köşede duruyor.

NSU cinayetlerinin karar gününden bir gün sonra Hrant Dink suikastı duruşmasının mahkemesi vardı. Trabzon İl Jandarma Komutanı Albay Ali Öz ve İstihbarat Şube Müdürü Binbaşı Metin Yıldız tahliye edildiler. Oysa Türkiye siyaseti daha bir gün önce NSU davasında davanın karanlık boyutu açığa çıkarılmadı diye şikayet edip takipçisi olacaklarını ilan etmişti.

Devlet ırkçılığının en acımasız tarafı başkaları üzerinden tanımlanan tehlike senaryoları üretmek ve bu senaryolar adına devlet eliyle toplu cinayetler işlemek oluyor. Ardından refah uğruna 'yabancı' sömürmek, göçmen, mülteci olanları politik koz olarak kullanmak, iç politikada toplum kontrolünü daha da arttıracak yasaları göçmen ve yabancı düşmanlığı üzerinden yapmak vs. boyutuyla devam ediyor.