Bir anlam arayışı olarak 'Kum Tefrikaları'
Ömür İklim Demir'in ilk romanı 'Kum Tefrikaları', Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. 'Kum Tefrikaları'nın üstkurmacaya sahip yapısı, tarihi olay örgüsüne buyur edişi, çoğulculuk, bilinç akışı, türler arası geçişler, montaj, kuralsızlık ve en önemlisi de oyun kavramının iskeletin tamamına sirayet etmesi öne çıkıyor.
2015 yılında yayımlanan ilk öykü kitabı 'Muhtelif Evhamlar Kitabı' ile dikkat çeken Ömür İklim Demir, yaklaşık beş sene sonra yine Yapı Kredi Yayınları etiketiyle raflarda yerini alan 'Kum Tefrikaları' isimli romanıyla okurla buluştu.
Ömür İklim Demir'in ilk öykü kitabı olan 'Muhtelif Evhamlar Kitabı' Almanca ve Farsçaya çevrildi, Haldun Taner Öykü Ödülü, Notre Dame de Sion Liseliler Edebiyat Ödülü ve Ankara Üniversitesi Öykü Ödülü olmak üzere üç ödüle layık görüldü. 'Muhtelif Evhamlar Kitabı'nı okuyanların bileceği üzere Ömür İklim Demir, dilin kıvraklığından faydalanmayı seven ve okuru şaşırtmaktan keyif alan bir yazar. Bu üslubu hikâye türüne oldukça uygun düşmüş, hatta bazı hikâyelerin bağlantılı olması kitaba kısmi bir novella havası katmış, Joseph Kessel tarzını andıran şaşırtıcı sonlar okuru çarpmış, her halükârda metin, okuru tahkiye içerisindeki zekaya hayran kalmaya mecbur etmişti -mecbur etmişti, diyorum zira yetkin okur kurmacanın gidişatını, olay örgüsünü hep tahmin etmek, yazarla örtük bir güreşe girmek ister fakat bunda başarısız olursa yazara hayranlık duymaktan kendini alamaz. Öte yandan eleştiri yazılarının temas ettiği bir nokta da kitabın günceli yakalamış olmasıydı. Yazın dünyasına böyle sağlam bir adımla “merhaba” diyen ve biyografisinde yazdığı üzere “şimdilik var olmakla meşgul” olan Demir’in ilk romanı 'Kum Tefrikaları'.
Kitabın başkahramanı Suruç’ta doktorluk yapan kırklı yaşlardaki Mithat. Burada onun tek bir arkadaşı var, ondan beş yaş büyük Murat Hoca. Kitapta bu iki insanın dostluğu önemli bir yer tutmakta zira Mithat ister Suruç’ta ister İstanbul’da ya da başka bir yerde olsun edebiyat öğretmeni Murat Hoca’nın söylediklerini her zaman hatırlamakta. İkisi sık sık çay veya rakı içmek için buluşup sohbet ederek birbirlerini yalnızlıklarına katık etmekte. Tabii, Mithat konuşmayı pek sevmez, Murat Hoca ise aksine hem konuşmayı sever hem de entelektüel konular hakkında uzun uzadıya mütalaa etmeyi. Mithat, onun uzun konuşmalarından kaçıyor gibi görünse de aslında tek yoldaşı o. Nitekim romanın eksenini belirleyen olayda da Murat Hoca kritik bir role sahip:
Bir gün Mithat bir telefon alarak yüz yaşından fazla yaşamış Yurdanur Hala’nın vefat ettiğini, ona da bir köşk kaldığını öğrenerek İstanbul’a gider. Maziden kalma bu ahşap köşkün içerisinde Yurdanur Hala’nın kocası Yüzbaşı Şevket Kemal Bey’in günlüğünü keşfeder. Eski yazıyla kaleme alınan bu günlüğü Murat Hoca günümüz Türkçesi’ne çevirecek ve düzenli olarak yazdığı yerel gazetede Mithat’ın da onayıyla tefrika edecektir. Murat Hoca’nın isim babası olduğu, romana adını veren tefrika dizisinin adıdır 'Kum Tefrikaları'. Böylece İttihat ve Terakki döneminden tayyareci bir yüzbaşının hayatı da üst-kurmaca olarak metne dahil olur. İki dostun rakı sofrasında sık sık okuduğu bu günlük aslında tarihi gerçeklikle iç içedir. Osmanlı’nın gücünün azaldığı zamanlarda halkın moralini yüksek tutmak için düzenlenen İstanbul-Kahire uçuşu, muhaberattan sorumlu Yüzbaşı Şevket Bey’in gözünden anlatılır. Tayyareci Fethi ve Nuri Beylerin canlarına mal olan bu tarihsel gerçeklik üst-kurmacanın ana eksenindedir. Bu noktada romanın başındaki epigraflar okurun aklına gelir. Üç epigrafın ikisi ölümle ilgilidir, kabaca. Üçüncüsü ise eski zamanla. Şurası önemli ki Ömür İklim Demir epigrafa önem veren bir yazar. Bir röportajında epigrafın metni öldürmediğini aksine metne dair ipucu veren önemli bir parça olduğunun altını çizer. Bu bağlamda üçüncü epigraf ve onunla aynı kapıya çıkan bir pasaj dikkate değer:
“Eskiden hayat daha ilginçti. Her evde bir cin yaşardı, her kilisenin bir tanrısı vardı. İnsanlar gençti, şimdiyse her dört kişiden biri yaşlı.
Stalker adlı filmden”
“Şimdiyse çoğu insan, yaşlansa bile büyümüyordu. Mezarlıklar, her daim çocuk kalmış, Peter Pan cesetleriyle doluydu.” (s.113)
Bu alıntıları ipucu kabul edip Mithat’ın iç dünyasını da göz önünde bulundurunca kitabın ruhuna sinen bir anlam arayışına tesadüf etmek zor değil. Mithat, annesini ve babasını kaybettiği için kendini yalnız ve sevgisiz hisseden, hayata tutunmak için bir anlam arayan fakat bu anlamı bulamayan, bu anlamı bulamayışını anlam addeden bir karakter. Ancak bu uyumsuz tarafıyla mücadele içerisindedir. Bilhassa eşyayla olan tesadüflerinde Mithat’in geçmişe sığınmak isteyen romantik mizacı bu mücadeledeki tek silahıdır. Mâzi, onun için bir sığınaktır, hatta bu sebeple ani bir kararla eskiden yaşadığı Kurtuluş’a giderek oradaki dostu Erman’ı görecektir.
Böyle gelişen romanı genel anlamda postmodern bir metin olarak kabul etmek yanlış olmaz. Üstkurmacaya sahip yapısı, tarihi olay örgüsüne buyur edişi, çoğulculuk, bilinç akışı, türler arası geçişler, montaj, kuralsızlık ve en önemlisi de oyun kavramının iskeletin tamamına sirayet etmesi bu dahiliyetin sebepleri arasında gösterilebilir. Son olarak, Mithat karakterinin daha iyi anlaşılması için yazıyı şu alıntıyla bitirmekte fayda var:
“Neyin mücadelesini verdiğimi anlamaya çalışmanın mücadelesi... Birkaç kere daha söylersem, anlamını yitiriyor olmanın mücadelesi... Yitip gitmenin, tekrar ve tekrar ölüme karşı koymanın, koymaya çalışmanın ve de uzun vadede, hep ama hep kaybetmenin mücadelesi... Tek bir tuğlayı yerinden oynatabilmek için, aynı duvara yüzlerce defa kafa atmaktan pek farkı yoktu yaptıklarımın.” (s.137-138)