Bir başkan beklemek

Kıyıda pansiyon sahibine, "başkandan telefon geldi mi?" diye soruyordum. Bir Belçikalıydı bu. Kafasını hayır diye sallıyordu ve sonra bana son dalgada neyi yanlış yaptığımı anlatıyordu. Kumsalda sörfün üstüne çıkıp ne yapacağımı gösteriyordu. Kollarını açıyordu sağa sola. Başkanın telefonla beni arayacağına hiç inanmıyordu sanırım.

Metin Yeğin myegin@gazeteduvar.com.tr

San Salvador’un sahil köylerinden biriydi. Bir başkandan telefon bekliyordum. El Salvador Devlet Başkanı, Salvador Sánchez Cerén. Yaa kendisi değil tabii, yardımcısı, sekreteri filan da böyle yazınca havalı oluyor, sanki Whats App’tan sürekli birbirimize komik videolar gönderiyormuş gibi. Bir de o zamanlar, devlet başkan yardımcısıydı. Devlet başkanı bir gazeteciydi. Türkiye’de bunu anlatabilmek için, Can Dündar gibi diyordum. Önceden. Hani genelde herkesin benimseyebileceği ve devlet başkanı olunca da devletin de pek ürkmeyeceği manasında. Yoksa Sánchez eski gerilla komutanıydı. Bildiğin komutan işte, terörist deniyor o zamanlar ve partisi FMLN de bildiğin bir gerilla örgütü, terörist örgüt deniyordu eski zamanlar…

‘Gerillanın Barışı’ kitabını yazıyordum. Türkiye’de biraz barış umudu vardı o günlerde. Bir yayınevi benim bir kitabımı yayınlamak istiyordu. "Barış kitabı ister misiniz, dünya deneyimlerini aktaran? Harika olur. Guatemala, El Salvador, Meksika. Aa çok iyi. Telifini peşin verin o zaman. Bir ayda kitabı teslim ederim." Telif dediğim de bir uçak bileti tutuyordu işte, gidiş dönüş sadece onu aldılar ama çok arkadaşım vardı zaten. Eskisi gibi kalacak yerleri pek yoktu. Yani önceden gerilla kamplarında yaşıyorlardı ve para vermek gerekmiyordu. O günlerde ise çatışmalar sürüyordu, hayatla, kıyasıya…

-Şimdi yine Kolombiya-ELN gerillası barış süreci için de bir yayınevinden aynı teklife açığım. Bilet alsın. Kalacak yer var nasıl olsa.-

Zordu iş. Bir dalga sörfü üzerine yatmış denize açılmaya çalışıyordum mesela ve sonra ilk dalgada üstüne çıkıp ayağa kalkmaya çalışmak. Ve her yedi dalgadan biri büyük oluyordu. -Bir korsan şarkısı bu Define Adası kitabında.- Sonra kıyıda pansiyon sahibine, "başkandan telefon geldi mi?" diye soruyordum. Bir Belçikalıydı bu. Kafasını hayır diye sallıyordu ve sonra bana son dalgada neyi yanlış yaptığımı anlatıyordu. Kumsalda sörfün üstüne çıkıp ne yapacağımı gösteriyordu. Kollarını açıyordu sağa sola. Başkanın telefonla beni arayacağına hiç inanmıyordu sanırım. Bu oda için pazarlık yapmamdan kaynaklanıyordu ve klima yerine pervane kullanmayı kabul ettiğim içindi. Avrupalılar gazetecilerin zengin olduğunu düşünüyorlar sanırım ya da ancak zengin gazetecilerin başkanla görüşebileceğini…

Akşamları hamakta röportajları çeviriyordum. Pervaneye yakın olduğu için daha serin oluyordu. Klima iyi bir pazarlıktı. Zaten pek çalıştırmayı tercih etmiyordum ve o paraya balık yeme şansı oluyordu, denizden henüz çıkmış, hâlâ deniz kokan. Hem odadan her çalan telefon sesini duymak için de iyiydi klimanın çalışmaması. Hamaktan atlayıp telefonun önünde dolaşıyordum. Paul, Belçikalı, önünde iki tur atıyordum. Telefonun Sánchez’den olmadığını anlayınca, sanki geçiyormuş gibi yapıyordum. Hava bugün ne güzel, tropik ağaçlar ve bardaki maymunu hakkından saçma sapan şeyler söylüyordum.

Sabahları dalgalar çok daha büyük oluyordu. İçinde düşersen, seni şöyle on kere filan sarsıp, dibe fırlatıyordu. Koca bir dalga gelirken Paul’u sahilde gördüm. Bana bakıyordu. Zıpla zıpla diye işaret ediyordu. Sörfün üstüne kalktım. Kollarını açtı. Kollarımı açıp dengeledim kendimi. Böyle uzun uzun anlattığıma bakmayın yazınca uzun oluyor hayat yoksa birkaç saniye. -uzun yaşamın sırrı yazmak- Sonra nedense bir eliyle başını tuttu. Yapmaya çalıştım. Düştüm. Aldı biraz altına dalga ve sahile vurdu.

Paul’un suratı asıktı. "Gösterdiklerini yapamadım mı?" diye sordum. Yok dedi. Başkan aramıştı onu anlatmaya çalıştım. ..

Başkan değil tabii ki yardımcısı, sekreteri filan ama havası oluyor işte…

Tüm yazılarını göster