Türkiye’de bir süredir “olaylar” o kadar hızlı gelişiyor ki çok önemli onlarca gelişme, üzerinde yeterince durulamadan yeni bir “gelişme”yle geriye itiliyor.
Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyon, ardından HDP’nin eşbaşkanlarının da aralarında olduğu 9 (sonra bu sayı 10'a çıktı) milletvekilinin tutuklanması, peşi sıra Cumhuriyet gazetesinin 9 yazar, çizer, avukat ve yöneticisinin de “Hem FETÖ hem PKK” suçlamalarıyla tutuklanması…
Geride kalan haftada art arda gelen bu olayların ağırlığı ortadayken, bu salı günü itibariyle, CHP Parti Meclisi’nin bu olanlara ilişkin bildirisi konuşuluyor. Bu bildiriye, Saray-AKP ve MHP’den oluşan iktidar koalisyonundan gelen tepkiler ve hemen ardından Cumhurbaşkanı tarafından yapılan suç duyurusu, konunun “yeni gelişmelere gebe” olduğunu ve bu yanıyla bir süre gündemde kalacağını gösteriyor. 15 Temmuz’dan sonra “Yenikapı ruhu” adıyla oluşturulan “siyasal birlik” görüntüsünün içinde yer alan, ancak kısa süre sonra, bunun, iktidarın gücünün ve “olağanüstüleşmiş” yetkilerinin bir temerküzüne dönüştüğünü görerek o kadrajdan çıkan CHP, operasyonların yeni hedefi mi olacak? Erdoğan’ın suç duyurusunun ardından başlatılacak bir soruşturma, mesela CHP Parti Meclisi üyelerini kapsayan yeni operasyonlara dönüşür mü?
Bu sorulara net bir yanıt vermek çok olanaklı değil. Ama son zamanlarda “olanlara” bakınca, “yok artık CHP yönetimine de operasyon olmaz” diyemeyiz sanırım.
Biz yine de ‘kehaneti’ bir kenara bırakıp, hakikatle daha yakın ilişkide yanıtlayabileceğimiz bir soru soralım: CHP böylesi bir operasyona karşı koyabilecek güçte mi?
Parti Meclisi’nin yayınladığı bildiride iktidarı en çok kızdıran ve suç duyurusuna da konu olan cümle şuydu: “FETÖ, PKK ve IŞİD terör örgütlerine yardım ve yataklık eden Saray ve AKP yöneticileri, demokrasimize ve ülkemizin bekasına yönelik en büyük tehdittir. Bu tehdit yurttaşlarımıza demokratik direnme hakkını da vermektedir.”
Halkımızın, “demokratik direnme hakkı”nı kullanmaya karar verdiğini düşünelim bir an; CHP böyle bir halk yığınına önderlik edecek, yol gösterebilecek durumda mıdır?
CHP, özellikle HDP’ye yönelik uygulamalar konusunda bütünlüklü bir görüntü vermiyor. Hatta partinin temsil ettiği değerler açısından tarihsel ve sembolik bir anlamı olan Cumhuriyet gazetesi konusunda bile tüm partinin aynı gönül frekansında olduğunu söylemek zor. Siyasi rakiplerinin bu tür zaaflarını kendisi için büyük bir fırsata dönüşecek şekilde kaşımayı çok iyi bilen iktidar, CHP’deki bu “ikircikli” durumu da sürekli kaşıyor ve en azından “Kemalist/ulusalcı”ların AKP-MHP koalisyonuna daha yakın durabileceğini ya da CHP yönetiminin HDP’yle ortak davranmasına engel oluşturabileceğini hesaplıyor.
CHP’nin zaten çok aşina olmadığı “sokağı” ve “demokratik direnme hakkı”nı tek başına zorlaması bu koşullarda mümkün değil. “HDP’ye yakın duruyor görünmeyeyim” derken “Yenikapı’ya yakın durmak” ya da neredeyse kıpırtısız bir seyirciye dönüşmek gibi akıbetlere savruluyor CHP ve tek başınayken de ülkenin tüm sorunlarını, örneğin Kürt sorununu temsil eden toplayıcı bir işleve sahip değil.
Ancak bir yandan da dünya tarihsel saat giderek hızlanan vuruşlarla ilerliyor. Demokratik muhalefetin CHP’ye, onun içindeki demokrat, laik, özgürlükçü güçlere; CHP’nin de demokratik muhalefetin bir parçası olmaya ihtiyacı var.
Bir yolu olmalı, bir yolu bulunmalı. Dün Gazete Duvar’a konuşan Sırrı Süreyya Önder, karamsar olmadığını, bu baskı ortamında bile insanların bu kötü gidişe dur demek için yeni ve yaratıcı yollar bulacağını söylüyordu. Evet, daha fazla gecikmeden bu yolları aramak ve bulmak gerekiyor galiba…
Dünya tarihinde, benzer sıkışma durumlarında ortaya çıkan “sivil itaatsizlik” girişimlerinin hatırlanması gerekiyor belki. 1846’da Meksika’yla savaşan ABD yönetimine adam öldürmesi için para ödemeyeceğini ve “köleci düzene vergi vermeyeceğini” söyleyerek bile isteye kendisini hapse attıran ve bu yolla dikkatleri savaşa ve köleciliğe çekmeyi hedefleyen Amerikalı çiftçi ve yazar David Henry Thoreau’ya 170 yıl sonra yeniden kulak vermeli… Thoreau, bir gece kaldığı ve bir yakınının kefaleti ödemesinin ardından “zorla dışarı çıkarıldığı” hapishanede yanına gelen ve “Neden buradasın” diyen rahip dostu Emerson’a “Sen neden burada değilsin” der. Ona göre “İnsanları haksız yere hapse atan bir hükümetle yönetilen ülkelerde dürüst bir insanın yeri hapistir.”
Bu pasif direnişinden üç yıl sonra yayınlanan* ve “sivil itaatsizlik” aktivizminin kavramsal çerçevesini oluşturan broşüründe insanların, ülkelerinin yasalarından ‘daha yüce’ olan bir başka yasaya ‘vicdana’ sahip olduklarını ve bu yüce yasayla ülkenin yasaları çatıştığında vicdana uymanın bir insanlık ödevi olduğunu söylüyordu.
Bir avuç cesur insanın, bizimki gibi bir “asker toplum”da dahi neredeyse fiili bir hakka dönüştürdüğü “vicdani ret” mücadelesi; Gezi Parkı’ndaki polis şiddetine karşı hızla yaygınlaşan “Duran Adam” eylemleri; Kürtlerin Diyanet camilerini boşaltan “Sivil Cuma namazları” gibi örnekler yaşamış bir ülkede, yaratıcı bir yol bulmanın önü açık olmalı…
* Henry David Thoreau, Doğal Yaşam ve Başkaldırı (Sivil İtaatsizlik Makalesi ve Wolden Gölü), Kaknüs Yayınları, 2007