Seçimdi, nafaka hakkına saldırılardı derken aylardır yazmayı ertelediğim konulardan birisi cinayetler. Çoğunluğun kadın cinayetleri yazdığı ama benim ısrarla ataerki cinayetleri olarak okuyup yazmayı seçtiğim şiddete dair art arda raporlar yayınlandı bu süreçte. Ulusal ve uluslararası raporların özü, kadınların yıllardır dikkat çektiği sorunun boyutunu açıklığa kavuşturuyor. Kadınlar için tehlikenin evde olduğunu su götürmez şekilde açıklayan bu raporların yerli olanına bakalım ilkin. Gazete Duvar’ın 5 Nisan tarihli haberinde yer alan Polis Akademisi yayını, bizim devletin konuya ilişkin ilk resmi veri sunuşu aynı zamanda. “Dünyada ve Türkiye’de Kadın Cinayetleri, 2016 2017 18 Verileri ve Analizler” adını taşıyan Polis Akademisi Yayını 2019 başında iki bakanlığın ortak basın açıklamasıyla duyurulacaktı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ortak basın açıklamasıyla yayını kamuoyuna tanıtacaklardı, ulaşan bilgilere göre. Duyurulan basın açıklaması gerçekleşmedi. Sonradan sessiz sedasız kurumlara dağıtım yapıldığı öğrenildi, bildiğim kadarıyla. Yayın, çalışmayı yürüten akademisyenler Coşkun Taştan ve Aslıhan Küçüker Yıldız imzalarını taşıyor.
Bakan talimatıyla başlatılıp 2016-17 verileri esas alınarak yürütüldüğünü öğrendiğim araştırma, sonradan 2018 verileri dahil edilerek yayınlandı. Kadın hareketinin yıllardır dikkat çektiği sorun evdeki tehlikeydi. Feminist akademisyenlerin araştırmalarından, sokaktaki sloganlara kadar geniş yelpazedeki söylem kadınların, kendi evlerinde güvende olmadığı üzerineydi. Şimdi İçişleri Bakanlığı verileriyle resmiyet kazandı bu söylem. Yayında cinayetlerin mekanları da sunulan veriler arasında yer alıyor. Buna göre kadınların en yakınları olan erkekler tarafından öldürüldükleri mekanların tasnifinde ev ilk sıraya yerleşiyor. Hem de ne ilk sıra. Evin en yakın rakibi olarak belirlenmiş cinayet mekanlarından biri olan sokak ile arasındaki oransal uçurum dudak uçuklatır cinsten:
Cinayet mekanları
- Ev %72.8
- Sokak %15
- Açık araziler %3.3
- İş yeri %3.2
- Diğer %5.7
Üç yılda 932 kadının öldürüldüğüne dair sayı tartışmaya açık ve sırf medya takibi üzerine çalışan kadın örgütlerinin ulaştığı verilere göre gerçek rakamın çok altında kalıyor. Ancak bu tartışmayı sonraya bırakıyorum. Cinayet mahallinin yüksek oranda ev olduğuna dair veriyi dikkate sunup ön plana çıkarmak gerekli. Hele de iktidarın, giderek yükselen ev ve aileye kutsiyet atfedercesine önem verilerek yürütülen kadın politikalarını düşününce. İçişleri Bakanlığı verilerince suç mahallinin ev, suç odağının aile olduğu açıklanmış durumda. Üstelik 'kadın katliamı var’ sloganını haklı çıkaran bu suç biçimine ilişkin uluslararası veriler de aynı görüşü destekliyor.
“Kadınlar için en tehlikeli yerlerden biri kendi evleri” tespitiyle yayınlanan bir başka rapor da Birleşmiş Milletler Kadın (UN WOMEN) Birimi'ne ait. Seçim sonrası gündemin kıyısında kalan 25 Haziran tarihli haberlerle kadın gündemine taşındı Dünya Kadın İlerleme Raporu. Değişen Dünyada Aile Başlığını taşıyor. 2017'de işlenen ataerki cinayetlerinden yüzde 60'a yakınında katilin aile üyelerinden biri olduğunu gösteren rapora göre dünyada her gün 137 kadın aile fertlerinden biri tarafından öldürülüyor.
Aynı konuda yayınlanan ve yakın tarihli diğer bir rapor da BM Uyuşturucu ve Suç Dairesine ait. Rapora göre 2017 yılında 87 bin kadın cinayete kurban gitti. Öldürülen kadınların yarısından fazlası ise aile içi şiddet kurbanı olarak tanımlanıyor Kasım 2018 tarihli habere göre bu raporda da. Yani katiller, kadınların en yakınları.
Boşanmayı erkekler için kolaylaştırıp, kadınlar için zorlaştıracak şekildi yoksulluk nafakasını sınırlamayı amaçlayan iktidar, bu verileri dikkate alarak yeniden düşünmeli. BM birimlerinin raporlarıyla hemen hemen eş zamanlı veri incelemesi ve analizi yayınlayan kendi İçişleri Bakanlığının verileriyle de sabit evdeki tehlike. Böyle bir tehlike vaki olduğunda kadının kendisine tehlikesiz bir yaşam kurma hakkını kullanabilmesinin araçlarından birisi de yoksulluk nafakasının “süresiz olarak” ibaresiyle bağlanmasının getirdiği güvence. Aile birliğinin önemsenmesi o ailenin içindeki kadının haklarını korumakla, güvence altına almakla başlar. Kadının tüm medeni ve hukuki haklarına, insan haklarına sahip olarak güvenlikle ve eşit olarak yer almadığı aileyi korumaya kalkışmak bilinmeli ki çok açıkça kadın düşmanlığıdır.