Kıbrıs’ta devlet destekli manastır soygununun peşine düşen gazeteci Kutlu Adalı 1996’da derin operasyonla öldürülürken, Portekiz’de de neredeyse eşzamanlı bir infaz gerçekleşiyordu.
Lizbon yakınlarında, ormanlık alanda, kafası kesilerek öldürülen bir gencin cesedi bulunmuştu. Polis, maktulün 25 yaşındaki uyuşturucu bağımlısı Carlos Rosa’ya ait olduğunu saptamıştı. Cinayet, uyuşturucu ve suç çeteleri arasındaki savaş olarak geçmişti kayıtlara.
Fernando Pessuoa tutkusuyla Portekiz’e göçen İtalyan kökenli yazar Antonio Tabucchi, gazetelerden okuduğu bu kesikbaş cinayetini kendince soruşturmaya koyuldu. Olayı tutkunu olduğu kente; Porto’ya taşıdı kafasında ve kağıt üstünde. Ceset de parkta bulunmuştu güya. Öldürülen gence de Damasceno Monteiro adını vermişti. Kurguya göre gazete muhabiri Firmino, vahşi cinayetin sırrını çözmeye çalışacaktı.
Cinayet, sadece bir insan hayatına kasten ve zor yoluyla son vermekten ibaret değildir. Cinayet dosyası polisiye ve hukuksal işlemlerin sınırlarına sığmaz, sığmamalıdır. Bu gerçeklikten hareket eden Tabucchi, kesikbaş cinayetini haber yönünden takip eden muhabir Firmino’nun yanında anarşist avukat Loton’u devreye sokar. Asıl soruşturmayı ve sorgulamayı o yapacaktır.
“Adalette temel ölçü nedir” sorusuna yasaların, polisin ve yargının yanı sıra yer yer felsefeye, düşüncenin yanında ruhsallığa ve inanca uzanarak yanıt arayan Loton, bu tartışmayı kellesi bedeninden ayrılarak infaz edilen genç bir adamın yaşamı – ölümü üzerinden izlememizi sağlar.
Böylece şimdilerde bizim Venezuela peyniri ya da pudra şekeri geyiği üzerinden kanıksayarak kabullendiğimiz uyuşturucu trafiğinin oluşumuna, işleyişine, elemanlarına, aktörlerine de tanıklık ederiz, polise, şiddete, işkenceye de…
Antonio Tabucchi, Damasceno Monteiro’nun Kayıp Başı adını verdiği romanını Mart 1997’de yayımladı. Roman, resmi kayıtlar ve basındaki haberlerin tersine, cinayetin faili olarak polisi işaret ediyordu.
O sıralar Türkiye 28 Şubat iklimini yaşıyordu.
Faili meçhullerin, gündüz gözü adam kaldırıp kaybetmelerin; gözaltındayken düşüp öldüğü iddia edilen gazeteci cinayetlerinin (Metin Göktepe), Kıbrıs’ta manastır soygunu takipçisi Kutlu Adalı’da olduğu gibi arı kovanını kurcalayanların “vatan haini” yaftasıyla infaz edilişlerinin; “devlete hizmet eden işadamı” olduğu söylenen yeşil pasaportlu uyuşturucu patronlarının, nakliyecilerinin; kadrosunda hukukçu, emniyetçi, hekim, bürokrat bulunduran mafya ailelerinin (bkz: Söylemezler Çetesi); kumarhane krallarıyla emniyetçilerin; devlet hizmeti için Başbakan talimatıyla örtülü ödenekten çıkma yapılan dolandırıcıların… Susurluk’ta Mercedes’e çarpan kamyonun ortaya saçtığı politikacı, emniyetçi, çete derinliklerinin peşinden başbakanın “gulu gulu dansı yapıyorlar”, bir başka bakanın “mum söndü oynuyorlar” dediği “aydınlık için bir dakika karanlık” çağrılarıyla helak ola ola gelmiştik 28 Şubat’a, postmodern darbeye.
***
“Demokrasiye balans ayarı yapmak” üzere Sincan’da caddelerden geçen tanklarla başlatılan postmodern darbeyi cumhurbaşkanın bizzat katılımı ve “işte çağdaş Türkiye” takdirleriyle alkışlanan senfonik konserler dahil dört koldan sivil sivil idrak ettiğimiz 1997 yılı sonbaharında Lizbon’daki kesikbaş cinayeti yargılaması da nihayet tamamlanıyordu.
Tabucchi’nin kurgusu ve yapıtı soruşturma ve yargıya yön vermiş midir, bilinmez: Yargılanan polislerden biri 17 Ekim 1997’deki son duruşmada cinayeti itiraf ediyordu. Bir süre polise muhbirlik eden genç bundan vazgeçtiği için öldürülmüştü.
KUSURSUZ CİNAYET YA DA AYDIN NE İŞE YARAR
Gerçekten hareketle yarattığı kurmacayla gerçeğin anatomisini ortaya çıkaran Antonio Tabucchi, tam o günlerde İstanbul’daydı. Pereira İddia Ediyor adlı romanı, Türkçeye de çevrilip yayımlanmıştı. Romandan uyarlanan film de yine o sıralarda gösterime girmişti.
Cinayeti emniyet ve yargıdan önce teşhis eden Damasceno Monteiro’nun Kayıp Başı gibi Pereria İddia Ediyor’da da yine bir gazeteci var karşımızda.
Yine Lizbon’dayız, 1938 Temmuz sıcağında Salazar diktatörlüğü her şeyi boyunduruk altında tutuyor, boğuyor. İspanya’da Lorca’yı katleden içsavaş, İtalya’da Mussolini ve kara gömleklilerinin faşizmi... Bu ortamda 30 yıldır geçmişi, ölüleri yad ederek hal ve zamana uyumla yola devam eden muhafazakar çizgideki Lisboa gazetesinin kültür-sanat yönetmeni Pereria, genç stajyerin itkisiyle günün dünyasına döner.
Bu, kendi gerçekliğiyle de en yukarıdan gelip içine yerleşen sıkıntıyla da yüz yüze gelmesidir. Bir tür ölü hayattan canlı hayata yolculuk.
***
Uluslararası Yazarlar Parlamentosu’nun da kurucularından olan Tabucchi’ye göre “Aydının işi kriz çıkarmaktan çok krize sokmaktır. Özellikle de konumundan pek emin ve memnun görünen, krizde gibi durmayan kurumları ve kişileri krize sokmaktır.”
Baudrillard’ın Kusursuz Cinayet olarak nitelediği gerçeğin katli de uyuşturucu cinayeti gibi adli vakalar da Kutlu Adalı türünden gazeteci infazları da Tabucchi türünden gazetecileri, yazarları, kriz uzmanlarını gerektiriyor.