Başlıktaki ifade Herodotos’a ait. İki bin beş yüz yıl önce,
Tarih’i yazma amacını belirtirken “bir de” kavganın neden
yapıldığını ekleme ihtiyacı duyar anlatıcı. Bu kurucu ek, tarihsel
maddeciliğin bir bilimsel yöntem olarak icat edilmesiyle, insanın
doğa ile kavgasından başlayarak, yerleşikler ve göçerler arasındaki
kavgaya, ardından sınıf kavgasına insan yaratı ve yıkımlarının,
yani tarihin motorunu tanımlar hale gelir. Bu büyük Tarih’in içinde
tarihlerimiz, yapıların içinde failliklerimiz var.
Büyük insanlığın koşuşturmacasında; gözümüzü açtığımız dünya,
kendi koşuşturmacamız var. Hele ki 2023 Mayıs’ının ilk haftasında,
Türkiye’de yaklaşan umutlarımız var, Nazım Hikmet’in dediği gibi,
umutsuz yaşanmıyor. Neden dövüşüyoruz, kime karşı dövüşüyoruz
sorularından sonra iç çekip hele bir 15 Mayıs’ı görelim diyerek
girdiğimiz bir beklenti var.
Neredeyse ülkede herkes, alacağı kararları erteliyor ya da 15
Mayıs’a ilişkin beklentisine göre şekillendiriyor. Bu beklenti,
adını koyarak söyleyelim, demokratik düzene geçiş beklentisi, eğer
ki gerçekleşirse hayal kırıklığına uğramamamız için küçük
tarihlerimizde neye ve kime karşı dövüştüğümüzü unutmamamız gerek.
Diktatörlükten demokrasiye geçiş dönemlerinde, failleri, ama
özellikle büyüklerini değil, küçüklerini hatırlamak, hatırlatmak,
unutturmamak, onları utanç içinde bırakmak, onların çocukları dahil
bir ülkenin geleceği için elzem.
12 Eylül faşizminin kudretli generallerini herkes hatırlıyor,
fakat onların suçlarını işleyebilmelerini sağlayan mekanizmayı
çalıştıranların büyük bir kısmının adları yok. Toplumun bu kesimi,
işkence aletlerini kullanan cellatlardan, işkence aklama görevi
üstlenen gazetecisine, ihbarcı rektörlerden öğrencesini işkenceciye
teslim eden okul müdürlerine kadar utanç içinde bırakılmazsa geçiş
sürecinin yeni bir diktatörlüğe zaman kazandırmaktan başka bir
anlamı olmayacak. Bu nedenle geçiş süreçlerinde küçük tarihlerimiz,
her zamankinden fazla önem taşıyor. Eğer bu küçük tarihlerimiz
yazılmaz, kavgası sürdürülmez, unutturulursa o tarihin failleri,
yeni dönemin yüzleri olarak karşımıza çıkacaklar.
Türkiye’de üniversite kıyımının paradigmasını oluşturmuş Ankara
Üniversitesi eski rektörü Erkan İbiş’i -ki bugün Kamu Görevlileri
Etik Kurulu üyesi ve özel bir üniversitenin rektörüdür- bir sonraki
dönemin YÖK üyesi olarak görmek ister misiniz? Erdoğanizmin
teorisini yapan kronjurist Mehmet Uçum’u bir hukuk fakültesinde
anılarını anlatırken dinlemek ister misiniz? Anayasa Mahkemesi
kararlarını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayan
bugünün namlı ve güçlü hukuk uygulayıcılarını Yargıtay üyesi olarak
görmek ister misiniz? Kızılay çadırlarını satanları, vatandaşa
giden yardımlara el koyanları, can pazarı varken insanların
iletişim kurduğu sosyal medya ağlarını kapatan kadroları; sokak
ortasında işkence yapmaktan çekinmeyen partizan memurları, toplantı
gösteri yürüyüşleri hakkını özüne dokunacak biçimde ve anayasaya
aykırı olarak askıya alan mülki idare amirlerini hayatlarımıza
ilişkin kararlar alırken yeniden tanımak ister misiniz? Cebimizden
çalınanlarla kurulan sermaye imparatorluklarının yeni dönemin kamu
ihalelerinde adlarını hatırlattığını gazetelerden okumak nasıl
olur?
O kadarı olmaz demeyin, o kadarından çok fazlası oldu bu ülkede,
eğer gerçek bir yüzleşme, AKP dönemiyle sınırlı kalmayan bir
yüzleşme yaşamazsak yine olacak ve haliyle daha fazlası olacak. Bu
nedenle küçük tarihlerimizin geçiş döneminde büyük bir önemi
var.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığının yarattığı
beklenti, gücünü en geniş anlamıyla haksızlığa uğrayan geniş
kesimlerden; kurumsuzluk ve belirsizlik baskısı altında ezilen,
haklarından soyulmuş, çocuğunun yaşamını elinden alanlara karşı
adaleti mahkemede arayamayan anne-babadan, yaşam ile ölüm
arasındaki kararsızlıkta tutulan yurttaşlardan, hep bana diyen bir
aile saltanatının çöktüğü kamusal alanda yoksullaşan,
yoksunlaşanlardan alıyor. Bir dip dalga var evet, en dipten
geliyor. Fakat o en ‘dip’in sesini olabildiğince yüzeye çıkarması
gerek, temsilciye ihtiyacı olmadan, mevcut diktatörlüğe zaman
kazandırılmasını, zengini daha zengin, güçlüyü daha güçlü yapan
düzenin restorasyonunu engelleyecek biçimde. Bunun için de neden
dövüştüğümüzü, kiminle dövüştüğümüzü unutmamak, geçiş sürecinin
iktidarına unutturmamak gerek.
Basitçe, bir dip dalgası varsa eğer, oğluna ek kontenjan açarak
özel okuldan devlet okuluna geçiren bir rektörü, Kamu Görevlileri
Etik Kurulu’na atayan bir düzenin karşısında ne varsa onu istiyor.
Haksız biçimde geldiği konumda, ancak iktidarın istediği
haksızlıkları yaparak kalabilen yöneticilerin karşısında kim varsa
onların yönetici kadrolarına atanmasını istiyor. İnsan onuruna
yaraşır geçim koşulları, mahkeme salonlarında adalet, ülkede barış,
gazetede haber, okulda bilim olsun istiyor. İşte dip dalgayı
yaratan budur.