50 bin nüfuslu bir ilçenin Şampiyonlar Ligi’nde ikinci kez
yarıfinal görmesi mucizeyle değil akıl ve duygunun birleşimiyle
açıklanabilecek bir başarı. Doğru yönetim, doğru plan, doğru hoca
ve doğru kadrolarla 25 yılda bilinmezlikten Avrupa’nın zirvesine
yürüyen Villarreal, kurduğu huzurlu futbol ekosistemiyle “elit
olmayan” kulüplere ilham veriyor. Bu hikâyede futbolu kamusal
alanın dışına itmenin bedelini mutsuzlukla ödeyenler için güzel
dersler var…
ARSÈNE WENGER, PARMA, RIQUELME
Oyunun ve yaşamın iniş çıkışları hakkında sözüne
güvenilebileceğiniz bir isim olan Arsène Wenger, “Gerçek hayat
hayallerinizden daha görkemli olabilir” diyor. Villarreal’in
serüvenini en iyi tarif eden cümle bu olabilir. İşin ironik yanı
ise mütevazı İspanyol kulübü için hayatın daha da görkemli hale
gelmesini önleyen kişinin bizzat Wenger olması.
Seramik üreticisi Pamesa Ceramica’nın sahibi Fernando Roig 1997
yılında Villarreal kulübünün yüzde 60 hissesini 250 bin Euro’ya
satın aldığında, çok da makul bir yatırım yapmışa benzemiyordu.
Futbolun milyarder yatırımcılara aşina olmadığı günlerdi. Zaten
Roig de o yatırımcılara pek benzemiyordu. Niyeti oyalanmak veya
kara para aklamak değil, sakin ilçenin hayatına değerli bir şey
katmaktı. İtalyan kulübü Parma’yı örnek alarak önce yurtiçinde
sonra yurtdışında rekabetçi olacaktı. O güne kadar en büyük rüyası
ikinci ligde kalıcılık olan “köy takımı” için ortaya konan bu iddia
şüphe ve alayla karşılandı. Ancak Roig projesine hem inandı hem de
insanları inandırdı. 2000 yılında kulüp ilk kez La Liga’ya
yükseldi.
Dünya ise Villarreal’in farkına 2001 yazında vardı. Sonraları
Beatles’ın meşhur şarkısından ilhamla “Yellow Submarine”
(Submarino Amarillo: Sarı Denizaltı) lakabını alacak
kulüp, Boca Juniors’ın Arjantinli golcüsü Martin Palermo’yu
transfer etti. Palermo Güney Amerika’yı yıllardır sallayan (ve Copa
America’da Kolombiya karşısında aynı maçta üç penaltı kaçıran) bir
golcü olarak Avrupa’nın bildiği bir isimdi ve Doğu İspanya’da
küçücük bir takımı tercih etmesi yankı uyandırdı.
Bu transfer bir geleneğin de başlangıcıydı. Villarreal yeni
kurduğu altyapısından yetişmiş ve İspanya’nın mütevazı
takımlarından getirdiği futbolcuları Latin yeteneklerle harmanladı.
Marcos Senna, Santi Cazorla, Diego Forlán, Juan Román Riquelme,
Juan Pablo Sorin, Martin Palermo, Diego Godín gibi yerli ve ithal
yıldızları hem büyüttü hem de onlarla beraber büyüdü. 2004 yazında
Şilili teknik direktör Manuel Pellegrini’nin gelişi önemli bir
dönemeçti. 2005-2006 sezonunda takım tarihinde ilk kez çıktığı
Şampiyonlar Ligi arenasında yarıfinal gördü. Riquelme, Wenger’in
çalıştırdığı Arsenal’la oynanan yarıfinal rövanşının 90.
dakikasındaki penaltıyı atsa Sarı Denizaltı’yı uzatmalara ve finale
taşıyabilirdi. Yine de inanılmaz bir hikâye
yazmışlardı.
AVRUPA “POLİSİ”
Soğukkanlı gelişim sürdü. 2012’de ekonomik güçlüklere bağlı
küçülme sonucu küme düşüp hemen geri döndüler. Roig döneminin
alametifarikası kayıtsız-şartsız para enjeksiyonu değil, zamanın ve
bölgenin gerçeklerine göre makul kararlar almaktı. Kulüp bu sayede
kendi gerçekliğinden kopmadı. La Liga’ya dönüşünden bu yana sadece
bir kez yedinci sıranın altına düştü.
Avrupa macerası ise müthiş gidiyordu. İki kez Intertoto
Kupası’nı kazandılar; 2004 ve 2011 baharında Avrupa Ligi’nin son
dördünde sarı formalar da vardı. Neticede uluslararası sahneye ilk
kez 2002 yılında çıkan Villarreal sadece yirmi yılda 195 Avrupa
maçı oynadı ve 98 galibiyet aldı. Pellegrini’den sonra mütevazı
imkanlarla huzur ve mutluluk getirecek, özellikle Avrupa’da iş
yapacak, kulüp kimliğine uygun hoca arayışı devam etti. Bazen
başarılı bazen başarısız tercihlerden sonra aranan adam 2020
yazında bulundu.
Bask asıllı Unai Emery 10 yıldır hafta içi futbol akşamlarının
en dikkat çekici karakterlerinden biriydi. Sevilla üç kez üst üste
UEFA Avrupa Ligi’ni kazanırken, Paris Saint Germain Şampiyonlar
Ligi son 16 turunda Barcelona’yı 4-0 yenerken ve rövanşta 6-1
yenilirken, Arsenal UEFA Avrupa Ligi finalinde Chelsea’ye 4-1
kaybederken kulübede o vardı.
Kişisel geçmişi de Villarreal’in tarihine epey benziyordu.
Hocalığa dipten başladı, Almeria ile La Liga’ya yükselip sükse
yapınca kendini Valencia’da buldu. Ardından Sevilla ile Avrupa
zaferleri geldi. PSG ve Arsenal maceraları başarısız geçmediyse
bile ne onu ne de işverenlerini tatmin etti. Emery en tepenin bir
altındaki kulüpler için harika bir hocaydı; yani dev kulüplere
“alternatif” olmayı amaçlayan Villarreal projesi için idealdi.
UEFA Kupası/Avrupa Ligi tarihinin en başarılı hocası olan Emery
geçen sezon uzmanlığını bir kez daha konuşturarak Villarreal’i
zafere taşıdı. Kulüp tarihinin ilk kupasıydı (Bugüne kadar üst lige
çıkarken bile hep ikinci olarak veya play-off üzerinden
gelmişlerdi). Bask aksanlı İngilizcesi (parodi haline gelen “Good
Ebening” selamı) ve kenardan talimat yağdırırken başvurduğu
abartılı el-kol hareketleri (“Trafik Polisi” lakabı) sebebiyle çoğu
zaman hak ettiği saygınlığı göremeyen Emery yerini bulmuş
görünüyor. Takımın tecrübeli ismi Etienne Capoue, “Unai sayesinde
33 yaşında futbolu öğrendim” diyor. Pau Torres ve Gerard Moreno
gibi altyapı ürünlerini de barındıran kadrodaki uyumu dışarıdan
hissetmek mümkün.
KAMUSAL FUTBOL
Villarreal’in örnek özellikleri kadro yapısı ve hoca seçimiyle
sınırlı değil. Bunun için oyunun kamusal boyutuna bakmak
gerekiyor.
Roig kulübü satın aldığında ilçede ne bir sinema ne de bir
tiyatro vardı. Villarreal’de hayat portakal bahçelerinden ve
seramik fabrikasından ibaretti. Futbol kültürü yoktu. Ciddi bir
genç takım veya altyapı organizasyonu bulunmayan kulüp 3 bin
kişilik stadı dolduramıyor, toplumdan kopuk bir şekilde yaşam ile
ölüm arası bir yerde sürükleniyordu. Önce altyapı tesisi ve alt yaş
kategorilerinde takımlar kuruldu. Stadyumun kapasitesi 23.500’e
çıkarıldı. İrili ufaklı kampanyalarla yerel halk tribüne çekildi.
Kulüp hayata dahil edildi.
Zor zamanlar da oldu. 2008 mali krizi ve 2009 Avrupa borç krizi
bütün İspanya’yı olduğu gibi Villarreal’i de vurdu. Küçülme kararı
alındı ve birçok oyuncu gönderildi. Gerek kasabada gerekse Valencia
başta olmak üzere yakın şehirlerde çalışan birçok insan işinden
olmuştu. Kulüp işsiz kalan müdavimlerine ücretsiz kombine bilet
vererek toplumla kurduğu bağı kopmaz hale getirdi. Küme düştükleri
sezon destek azalmadı. Neticede eski adıyla El Madrigal yeni adıyla
Estadio de la Cerámica’nın tribünleri “müşterilerle” değil takımı
seven insanlarla doldu. Her yaştan kadın, erkek, çocuk ve ailelerle
birlikte her maç ilçenin yarısı stadyumdaydı. Pahalı değil kıymetli
bir kulüp olma vizyonuna ulaşıldı.
KUPA GELİR Mİ?
Sırada kupaların en büyüğü var. Emery eleme turlarında dünyanın
en mahir hocalarından biri. Juventus ve Bayern Münih’i saf dışı
bırakmaları da bunun kanıtı. Avrupa Ligi’nin ertesinde Şampiyonlar
Ligi’ni kazanırsa José Mourinho’nun ardından (Porto 2003 ve 2004)
bunu yapan ilk hoca olacak. Ancak önce yarıfinalde Liverpool’u
geçmesi gerekiyor. Klopp eşleşme öncesi Emery için “Kupaların
Kralı” dese de Kırmızıların deneyimi ve oyun gücü Villarreal’e
fazla gelebilir.
Yine de kolay teslim olmayacakları kesin. Anfield’daki ilk
ayağın ardından 3 Mayıs akşamı oynanacak rövanşta tribünler yine
aynı simalarla dolacak. Geçtiğimiz yıl Gdansk’taki Avrupa Ligi
finaline Covid olduğu için gidemeyen Başkan Roig, “Daha yeni
başlıyoruz” demişti. Elenseler bile 50 bin kişi olarak elenecekler,
yani geri dönebilirler.
Futbolda kendinizden güçlü ve zengin takımlarla mücadele
etmenin, kulübe anlamlı bir kimlik kazandırmanın farklı yolları
var. Sportif kararlardan önce oyunu kamusal alana taşımak ve halkla
organik birliktelik kurmak iyi bir ilk adım olabilir. Bu sayede
aidiyetler tek bir hoca veya oyuncu üzerinden belirlenmek zorunda
kalmaz. Villarreal’in başarıları mucize değil; asıl mucize bu basit
gerçekleri hâlâ görmeyip aynı kısır döngüler içinde debelenmek…