Henry Kissinger, yapay zekâ konusundaki soruyu cevaplarken, insanlığın güncel durumunu, Güney Amerika yerlilerinin, İspanyol sömürgeciler atlar, ateşli silahlar ve bol miktarda çiçek, kızamık, hıyarcıklı veba ve grip virüsüyle birlikte ülkelerine gelmeden hemen önceki haline benzetmişti. Bir zamanlar dünyanın en etkili ve ünlü siyasetçileri arasında yer alan şahsın, ömrünün son demine denk gelen yepyeni olguya dair sezgisi çarpıcıydı. Şöhretini yalnız günahlarının büyüklüğüne borçlu olmadığını maalesef biliyoruz.
2018 Temmuz’unda Financial Times’ta Edward Luce imzasıyla yayımlanan söyleşi, “Çok çok kritik bir dönemdeyiz” başlığını taşıyordu. 1969-1977 arasında, önce Ulusal Güvenlik Danışmanı, sonra Dışişleri Bakanı sıfatlarıyla, yalnız ABD dış politikasını değil, uluslararası siyaseti, dengeleri, birçok ülkenin, halkın kaderini belirleyen kimselerden, Kissinger. Gelmiş geçmiş en büyük siyasî manevracılardan. Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’yle ilişkilerde çatışmaya meydan vermeden avantaj sağlama, Vietnam Savaşı’ndan yakayı sıyırmak için girişimler, Ortadoğu’da, Arap-İsrail çatışmasını (Yom Kippur Savaşı) ABD’nin tercihlerine uygun şekilde söndürme, Şili’de Allende’nin devrilmesi, Pinochet darbesi, Arjantin cuntasına "Kirli Savaş" için yolun açılması, Güney Amerika’da sol ve sosyalizme geçit verilmemesi için bin türlü operasyon… Aktif görevde bulunduğu yıllarda Kissinger’sız haber bülteni hazırlanmaz, yayımlanmazdı; öyle diyeyim. Henry Kissinger’ın orta yerinde bulunduğu, her birimizin “kritik” sıfatını gözü kapalı yapıştırmayacağı olay, süreç azdı. Bugünlerimizi “kritik dönem” diye nitelendirmesi bu yüzden özel olarak dikkat çekici.
Hele yapay zekânın getirecekleri konusunda yaptığı benzetme, kurt ya da çakal demeyelim, hem hayvanlara haksızlık etmeyelim hem de daha isabetli olacak, kaşar diyelim, bu kaşar politikacının sezdiklerine dair hiç de hayırlı işaretler vermiyordu. Aztekler, İnkalar, Güney Amerika’nın başka yerlileri, 1500’lerin başlarında, çok kısa süre içerisinde nüfuslarının yüzde doksanından fazlasını kaybedebileceklerine ihtimal veriyor olamazlardı. Başlarına geleceklerden hiç haberleri yoktu. Sömürgecilerin Hispaniola adını verdiği adada (bugün Haiti ve Dominik Cumhuriyeti) yaşayan yüz bin yerliden, aşağı yukarı yarım asırlık süre sonunda, ancak yüz kişi sağ kalabilmişti. İspanyol ve Portekizli sömürgecilerin pratiği, yeryüzünde görülmüş en muazzam toplu zulüm operasyonları listesinde tartışmasız bir numaradır. Üzerine “kötülük” araştırmaları yapılmış seferberliktir bu. Katlettikleri milyonlarca insana, getirdikleri virüslerin öldürdüklerini eklediğinizde, tarihin gördüğü görece en büyük seri-toplu ölüm zinciri çıkar. 1600’lerin başına gelindiğinde Güney Amerika’da ölen yerli sayısı 55-60 milyondu ve bu, o sıradaki dünya nüfusunun yüzde onundan fazla.
Bu sayıyı aşan tek toplu ölüm-katliam istatistiği 2. Dünya Savaşı’na ait ve mutlak sayı bakımından rakipsiz: 75-80 milyon ölü. Ancak bu, o sıradaki dünya nüfusunun yüzde üçü.
Kissinger yapay zekânın hayatımıza girişini işte böyle bir felaketle kıyaslıyor! Tuhaf değil mi?
Somut siyasette tavır alma gibi algılanmasın diye açıkça cevap vermemek için epey top çevirdiği soru üzerine söylediklerine geçiyorum. Trump hakkındaki izlenimi ve fikrini sordu tecrübeli gazeteci ona (söyleşiyi videosundan kısmen izleyebilmiştik). Kissinger, Trump’ın "tarihte bazen ortaya çıkan figürlerden" olduğunu söyledi. Bunlar, "bir devrin bittiğinin işareti"ydiler. Ve "eski iddialarından vazgeçmesi için o devri zorlarlar"dı (bunları aldığım notlara göre, biraz da mealen çevirip aktarıyorum).
Trump sûretindeki, halinde tavrındaki birine fazla mı anlam yüklediğine birilerinin takılacağını kestirdiğinden olmalı, Kissinger, o “tipler” hakkında şunu da ekledi hemen: “Onların bunu bilmeleri veya müthiş bir seçenek sunuyor olmaları gerekmez. Bu bir tesadüf de olabilir.” Trump’a bilinçli bir büyük değişim habercisi rolünü yakıştıramamıştı belli ki. Herhalde kendi sözünün ağırlığını yok edeceği için.
Velhâsıl Kissinger Trump’ı bir “işaret” sayıyordu. Neyin işareti? “Bir devrin bittiğinin”! Hangi devir bitiyor olabilirdi? 2. Dünya Savaşı sonrasında, en geç 1980’lerden itibaren kendini insanlığın vardığı aşamadaki “normal”, kaçınılmaz hayat tarzı gibi sunmuş, kabul ettirmiş olan, seçimli, parlamentolu, hukuklu, şu ya da bu ölçüde demokrasili kapitalizm mi? Şu anda çok sık ortaya sürülen konu bu. "Bildiğimiz anlamıyla kapitalizm bitiyor" - bu lafı mütemadiyen işitiyoruz. Üstelik, parlamenter demokrasi, güçler ayrılığı, bireysel haklar, denetlenen devlet-toplum ilişkisi gibi kurumlarla süregiden düzenlerin hızla hak-hukuk tanımaz, otoriter rejimlere evrildiğini gözlerimizle görüyoruz.
Tam bu noktada, hâlâ işbaşında olsa muhtemelen bu sürecin de esas oyuncularından biri konumunda bulunacak kurnaz siyasetçinin aklıma daha çok takılan öbür lafını hatırlıyorum: Bir devri “eski iddialarından vazgeçmesi için zorlamak” ne demek? Mâlûm, kapitalizm bir iddialar düzeni. Gerçek-dışı iddialarına kenarından köşesinden kattığı azıcık gerçeklikle göz boyayabilen, azınlığın çıkarına çalışan bir sistemi çoğunluğun yararına göstermeyi, en azından duruma uyananları kendisini yıkamayacak seviyede tutmasına elverecek kadar başarabilen bir ideolojik sarmalama mekanizmasınca korunuyor. Liberal demokrasi, kapitalizmin toplumlarca kabûlünü sağlayan iddialar bütünü değil mi? İddia ettiği şey olmayan, ama içinde iddiasından sahici parçalar barındıran..?
Demek Kissinger, bu işin artık çalışanlara, yoksunlara birtakım haklar tanıyarak, sus payları vererek, “sosyal devlet”imsi uygulamalarla, yürütme gücünün görece demokratik mekanizmalarla denetlendiği hak-hukuk düzeni içerisinde sürdürülemeyeceğini öngörüyordu. Bununla kalmıyor, Donald Trump adlı şımarık zenginin pekâlâ tutulacak yolu gösteren işaret sayılması gerektiğini imâ ediyordu. Ve Trump’ın kitabında hak, hukuk, adalet, yasa, anayasa vs. yoktu. Aslında kitabı da yoktu. ABD siyasî-idarî sistemi elverdiği ölçüde, kafasına eseni yapma peşindeydi. Eğer liberal demokrasi, güçler ayrılığı, hukuk gibi iddialardan vazgeçilecekse, dizginsiz otoritenin eksiksiz gediksiz kurulabilmesi, rejimlerin başlıca gayesi haline gelecekti. Böyle bir geçiş için de, insanların öncelikle yasasızlığa, hukuksuzluğa, kurumsuzluğa, keyfîliğe alıştırılması gerekiyordu ki, Trump da tam bunu yapıyor. (‘Bunları birileri bir yerde planladı’ gibi bir şey söylemeye çalışmıyorum. Sözlerimin ‘gidişat şöyleyse, münasip olan da ister istemez şöyledir’ gibi anlaşılmasını temenni ederim.)
Henry Kissinger’ın sözlerine aşırı-yorum getiriyor olabilir miyim? Belki. Ancak söz konusu söyleşi yapılırken ne korona virüsü, salgın ne karantina vardı, söyleşinin üzerinden yaklaşık iki yıl geçti, yaşadıklarımız ortada.
Bir vakitler gevrek gevrek “iktidar afrodizyaktır” diyerek çapkınlığıyla caka satan kibir ve kurnazlık abidesi şahsiyet, bana kalırsa, düzenin gidişatını “içeriden” görme kapasitesine sahip olduğu için o sözleri o sırada edebildi. “Bir devrin” “iddialarından vazgeçmeye zorlanması”, “bittiğinin işareti” olarak karşımıza Trump ile benzerlerinin çıkmış olması ve bunların biz oturmuş, icabında üzerimize sürerek bizi ezdirecekleri atları, ateşli silahları ve tanımadığımız, bilmediğimiz, bağışıklığımızın bulunmadığı bilumum hastalıkların virüsleriyle yaklaşan tehlikeyi beklerken meydana gelmesi, neresinden baksanız ürkütücü. Henüz Covid-19 salgını ve karantina bahanesiyle üzerimize çökecek gözetim-denetim mekanizması güncel mesele haline gelmeden, durumu böyle tarif ediyordu Kissinger.
Belki kötü insan olduğundan hepimizi korkutup sindirmek amacıyla böyle konuşmuştur!.. Bu yüzden biz, kaderini ele alacak örgütlü toplum olmak için ne yapabiliriz, kendimize -bu artık yeryüzündeki bütün insanlar demek- nasıl bir gelecek kurmaya çalışarak mutlu olabiliriz, bunu düşünmeye başlayalım. Harıl harıl.