Bir Doğu Afrika hikâyesi: Abdulrazak Gurnah

Abdulrazak Gurnah, kolonyalizm ve despotların bir noktada birleştiğini mitlere, kutsal kitaplara ve Doğu Afrika geleneklerine dayanarak anlatırken klişe ve genellemelerin körlüğünden uzak duruyor.

Abone ol

2021 Nobel Edebiyat Ödülü Abdulrazak Gurnah’a verildi. Komite gerekçesinde, "Ödülü, kültürler ve kıtalar arasındaki körfezde sömürgeciliğin etkilerine ve mültecilerin kaderine nüfuz etmesinden dolayı alan Gurnah, romanlarında basmakalıp betimlemelerden uzak durarak okura, dünyanın diğer yerlerindeki pek çok kişinin âşina olmadığı, çokkültürlü Doğu Afrika’yı açıyor” dedi.

Komitenin de vurguladığı gibi Gurnah, bir Doğu Afrika anlatıcısı. Yalnızca bu da değil, fiziken coğrafyadan uzaklaşıp Avrupa’ya ve başka yerlere gitse de ruhen orada bulunanların hikâyelerini yazıyor. Yaşamıyla romanları bu noktada kesişiyor.

1948’de Zanzibar’da doğan Gurnah, 1968’e kadar memleketinde kalıyor ve o sene İngiltere’ye yerleşiyor. Romanlarına konu olan sömürgeciliği ve postkolonyal dönemin bir bölümünü ülkesinde yaşıyor, hatta 1964’teki ayaklanmaya tanık oluyor.

İngiltere’de kolonyal dönem konusunda uzmanlaşan; başta Doğu Afrika olmak üzere, Karayip ve Hindistan edebiyatının sömürgecilikten nasıl etkilendiğini araştıran Gurnah, romanlarında geçmişine sıkışıp kalan, oradan sıyrılmak isteyen ve kolonyal dönemle hesaplaşan karakterler aracılığıyla hem uzmanlığını hem de yazarlığını konuşturuyor.

Sömürgecilik döneminden kalma kültürel sorunları ve kimlik problemlerini, hatırlama-unutma bağlamında, karakterlerin kültürel ve politik geçmişine dayanarak çözümleyen Gurnah, bunları coğrafyayı terk etme, orada kalma ve oraya geri dönme gerilimleriyle besliyor. Bu anlatılara paranoya, yabancılaşma, yersiz-yurtsuzluk kavramları ve deneyimleri ekleniyor.

Kitaplarında, çocukluğunda aldığı İslami eğitim ve öğretimin yansımalarına rastladığımız Gurnah, İngiliz okullarının ve kültürünün Doğu Afrika’da yarattığı ikilemleri de işliyor satır aralarında. Kendi yurdunda sürgün ve mülteci olma temaları da yazarın metinlerine sızıyor.

Sömürgecilerin Doğu Afrika’ya dayattığı eğitim-öğretim ve kültür anlayışının, bölgenin esas sahiplerinde yarattığı travmaları anlatırken coğrafyanın kaderini belirleyen kölelik, İslamofobi ve tarihyazımı gibi hayati konulara da romanlarında yer verip Doğu Afrikalılık ve modernlik çelişkisini siyaset ve kültür bağlamında ele alıyor.

Gurnah; sömürgeciliğin, despotluğun ve geleneklerin, birey ve toplumdaki izdüşümlerini karakterleriyle ve onların dünyayla ilişkisiyle ete kemiğe büründürürken kişilerin benliğine ve sosyal hayata sinmiş suçluluk duygusunu, örselenmişliği ve aidiyet bunalımını, herhangi bir ajitasyona başvurmadan işliyor. Diğer bir ifadeyle Gurnah, kolonyalizm ve onun kolaylaştırıcısı konumundaki despotların bir noktada birleştiğini mitlere, kutsal kitaplara ve Doğu Afrika geleneklerine dayanarak anlatırken klişe ve genellemelerin körlüğünden uzak duruyor.

İNSANLARIN ZİHNEN VE BEDENEN KOLONİLEŞTİRİLMESİ

Sömürgecilik döneminin ardından, 1960’ların ilk yarısında kurulan ve sosyalizmin Doğu Afrika yorumuyla despotik bir yönetim oluşturan siyasetçileri eleştirirken sınıf çatışmalarını kendi çıkarları için kullanan iktidar üyelerinin halkla çatışarak elde etmeye çalıştığı mutlak güce karşı tavır alan Gurnah, bunu 'Sessizliğe Hayranlık'ta (Çeviren: Müge Günay, İletişim Yayınları, 2018), işin içine birey-toplum ilişkisi ve yabancılaşma temalarını da katarak anlatıyor.

Sessizliğe Hayranlık, Abdulrazak Gurnah, Çevirmen: Müge Günay, İletişim Yayıncılık, 2018.

Zanzibar’ın kültürel zenginliğinin ve ekonomik varsıllığının sömürülüşünü, bununla beraber coğrafya insanının hem kendisine hem de memleketine yabancılaşmasını, “Beyaz Adam” klişesini kullanmaksızın ele alan Gurnah, bu sömürüden ve yabancılaşmadan nasibini alan aşklar ve hatıralarla da buluşturduğu okurun karşısına, bir var oluş çabası ve sancısını getirirken aidiyetin benliği zorladığını fakat kaçışın da herhangi bir rahatlama sağlamadığını vurguluyor. Söz konusu ikilem yazarın elinde, birey ve “öteki” olma geriliminin merkezde yer aldığı romanlara evriliyor. 'Terkediş' (Çeviren: Müge Günay, İletişim Yayınları, 2016), buna güzel bir örnek.

Gurnah, bir coğrafyanın kolonileştirilmesinin, öncelikle insanların bedenen ve zihnen sömürgeleştirilmesinden geçtiğini anlatmaya çalışıyor romanlarında. İster Doğu Afrika’da kalsın ister bölgeden ayrılsın, Gurnah’ın karakterleri, bu travmanın altında eziliyor. Postkolonyal dönemde ise bölgeden çekilen sömürgecilerin, ardında bu anlamda bir enkaz bıraktığının; dolayısıyla Doğu Afrika’nın özellikle kültürel manada çoraklaştırıldığının altını çizen Gurnah, bahsi geçen acı hatıraları, küreselleşmenin lokomotifi olan coğrafyalara taşıyor romanlarıyla. Bunu yaparken şiddet diline başvurmuyor, herhangi bir önyargı ve intikam söylemi geliştirmiyor. Fakat anlatacağı ve eleştireceği her şeye belli bir mesafe koyuyor. Bütün bunları da evinden uzak ve ona yabancılaşmak istemeyen bir hikâye anlatıcısı olarak başarıyor.

Müge Günay, söz konusu başarıyı, 'Deniz Kenarında' (Çeviren: Müge Günay, İletişim Yayınları, 2021) romanı için kaleme aldığı önsözde şöyle açıklıyor: “Romanlarında, kişisel deneyimi üzerinden de bildiği sömürge dönemi ve sonrasının getirdiği yıkım, bütün çirkinliğiyle dünya siyaseti, umutla ve çaresizlikle yüklü bir deneyim olan göç, ikili zıtlıkları aşan bir derinlikle, sembollerle ve metinlerarası göndermelerle anlatılır. Teknik açıdan anlatıcısını genellikle güçsüz bir pozisyonda, zor durumda konumlandırması, hayatı daha karmaşık yönleriyle, ulusal-etnik aidiyetlerden bağımsız da okunabilecek insan hikâyeleriyle anlatmasına, mizah ve ironi mesafesini gözetmesine imkân tanır.”

Caption

MEMLEKETİNE YAKIN BİR YAZAR

Gurnah, postkolonyal edebiyatın önemli bir temsilcisi hâline gelirken gençliğinin Doğu Afrika imgesini, roman karakterlerinin ağzından sunarken Zanzibar’dan Avrupa’ya gidenlerin bazı anlarda karşılaştığı düşmanlıkları, göçmenliğin zorluklarını ve bunun benliği nasıl örselediğini işleyip kendi geçmişiyle bağ kuruyor. Bu geçmiş, kimlik ve etnisite sorununu edebî bir dille anlatma fırsatı veriyor ona. Kısacası yaşam öyküsünü ve gözlemlerini, Doğu Afrika’daki ve oradan Avrupa’ya uzanan başlıca sorunları edebiyat zemininde okurla buluşturuyor.

Gurnah, kıta dışından bakanların çoğunlukla görmeyi tercih ettiği gibi Afrika’nın, tekdüze ve üzerine sömürgecilik şalı örtülmüş bir coğrafya değil, her ne kadar hırpalansa da güçlü bir hafızaya, geleneklere ve birbirini tamamlayan, aynı zamanda birbirinden ayrı kültürlere sahip bir kara parçası olduğunu anlatmaya uğraşıyor.

Zanzibar ona yabancı olsa da kendisi Zanzibar’a ve Doğu Afrika’ya hiç uzak kalmayan Gurnah, Nobel Edebiyat Ödülü’nden çok daha anlamlı ve büyük ödülleri uzun zaman evvel kazanmıştı: Doğu Afrika merkezli romanlarında aidiyet, kimlik, yersiz-yurtsuzluk problemleri, Avrupa’nın Afrika’yı sömürgeleştirmesiyle ortaya çıkan, kıtanın asıl sahiplerinin mustarip olduğu ruhsal ve toplumsal gerilimleri anlatarak geniş bir okur kitlesine ulaştı.

Anlattığı aşklar, ayrılışlar, buluşmalar, buluşamamalar ve kişinin hiçliğin ortasındayken kendi olma uğraşı; doğup büyüdüğü ve sonra kopmak zorunda kaldığı Zanzibar ve gittiği İngiltere arasındayken Gurnah’ın yaşadıklarına dair ipuçları veriyor. Bunlara, doğasından ve kimliğinden uzaklaştırılan Afrika’nın durumunu da ekleyen Gurnah, kendi okurunu yarattı, yaratmayı da sürdürüyor. Nobel Edebiyat Ödülü Komitesi de bu değerli çabayı taçlandırdı.

Nobel Edebiyat Ödülü, 2021’de onu gerçekten hak eden bir yazara gitti. Darısı Ngũgĩ wa Thiong'o ve Mircea Cărtărescu’nun başına…

Abdulrazak Gurnah’ın Türkçeye çevrilen kitapları:

  • Cennet, Çeviren: Abbas Örmen, Adam Yayınları, 1998.
  • Terkediş, Çeviren: Müge Günay, İletişim Yayınları, 2016.
  • Son Hediye, Çeviren: Müge Günay, İletişim Yayınları, 2017.
  • Sessizliğe Hayranlık, Çeviren: Müge Günay, İletişim Yayınları, 2018.
  • Deniz Kenarında, Çeviren: Müge Günay, İletişim Yayınları, 2021.
  • Kumdan Yürek, Çeviren: Mehmet Deniz Öcal, İletişim Yayınları, 2021.