Çin’de Aralık, Türkiye’de resmi açıklamalara göre Mart ayında yayılmaya başlayan korona virüsü, resmi adıyla COVID-19 karantina, salgın gibi bilindik kelimeleri evrensel biçimde hayatlara yeniden soktu. Bireysel yaşamımızdaysa her işimizi yaptığınız ellerimizin faaliyetlerine dikkat kesildik. O eller ki virüsü buruna veya ağza taşıdığında ölüme davetiye çıkaran olacaktı. Oysa eller, edebiyatta nasır tuttuğunda hep çalışmaya, direnmeye hayatta kalmaya dönük izlerin vesikasıydı. Peki korona virüsü sürecinde o nasırlı eller neyi temsil ediyor? Testten tedaviye nasırlı ellerine hikayesine bakalım.
NASIRLI ELLER TEST YAPTIRMAK İSTİYOR
Korona testi, hayatımızda kritik. Öyle ya belirtiler olsa da hasta olup olmayacağımızı nasıl anlayacağız. Testler konusunda başlangıç sürecinde yaşanan kafa karışıklığı 6 aylık dünya ve Türkiye yolcuğunda bir sınıf nişanesine dönüştü. Başından beri “bakın bu salgın hepimizi eşit kılıyor, salgın sınıf tanımaz” sözleri de böylece yalanlandı. Açıktır ki salgın sınıf tanıyordu. Değinilen karantina, sokağa çıkma yasaklarına rağmen, asgari ücret ve daha altında çalışan emekçiler değil. Onlar da içinde, ama, önce pürü pak bir sağlık cephesi raporu verelim. Korona salgını da basit bir grip de kanser de insan hayatında beslenmenin önemini hatırlatıyor. Siz hatırlamazsanız doktorunuz zaten söylüyor. Beslenme uzmanlarına göre ağır işlerde çalışanların günlük kalori ihtiyacı 4 bin, ağır kategorisinde olmasa da beden gücüne dayanan işlerde bu 3 bin, oturarak masa başı çalışıyorsanız bu ihtiyaç 2 bin düzeyinde. İhtiyacın içeriği incelendiğinde protein, vitamin, karbonhidrat, yağ dağılımı ortaya çıkıyor. Yani bilim “5 ekmek ya da yalnızca makarnayla günlük ihtiyaç karşılanmaz, karşılanırsa da bu sağlıklı bir beslenme olmaz” diyor.
Bağışıklık sistemine genetik, iklim, yaş, cinsiyet gibi farklar etki ediyor, ancak en has kalem düzgün beslenme. Oxfam International 2019 raporuna göre dünyada günlük geliri 1.9 doların altında olan 735 milyon insan var. Yani bir milyara yakın kişi ekmeğe erişmekte sorun yaşıyor. Öte yandan dünyanın en zengin yüzde birinin elindeki servet birikimi, neredeyse 7 milyar insanın servetinin 2 katı. Üstelik bu verilerin bir kısmı resmi kurumların(!) göstergelerine dayanıyor.
Merceği biraz uzaklaştırdığımızda yani aşırı yoksulluktan yoksulluğa geçtiğimizde yoksulluk kümesine dahil olanların sayısı daha da genişliyor. Türkiye örneğiyle açıklayalım. Türk-İş Ağustos 2020 verilerine göre Türkiye’de dört kişilik bir ailenin sadece gıda maliyeti, yani açlık sınırı 2 bin 384 lira 76 kuruş. Asgari ücret 2 bin 324 lira 70 kuruş. Bunun içinde barınma, sağlık, giyim, faturalar, eğitim, ısınma gibi masraflar yok. Bir maaşla geçinen bir ailenin sağlıklı beslenmesi için üstüne yaklaşık 60 lira cebinden koyması gerekiyor. Peki bunlar dahil olunca ne oluyor?
Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 7 bin 764 lira 69 kuruş. Yani neredeyse bir asgari ücretli çalışanın üç buçuk aylık geliri, mevsim geçişiyle söylersek, kocaman bir yaz mevsimi ve sonbahardan bir 15 gün. Türkiye’de çalışan sayısı yaklaşık 27 milyon. Bunun 11 milyondan fazlası asgari ücretli. Yani açlık sınırının altında çalışıyor. Üzülmeyin, o kadar sonuçta maaşınızı dolarla almıyorsunuz(!).
Şimdi asgari ücretli nasırlı ellere, yorgun bünyelere “Demek virüs kaptığını mı merak ediyorsun, demek bunu bilmek senin hakkın! Öyleyse gel test ol, ama kusura bakma test 250 lira” deniyor. Özetle “Siz yoksullar kendinizi ne sanıyorsunuz da virüs kaptım mı, test olsam” diyorsunuz. Koronaya karşı makarnaya, ekmeğe karbonhidrata, ucuz beslenme alternatifine kaymış, yoksul bünyeniz virüse karşı kırılgan hale gelmiş olabilir, ancak virüs para tanımıyorsa biz tanıyoruz. 250 liradan bir kuruş aşağısına sana test yok…
NASIRLI ELLER TEDAVİ OLABİLECEĞİNİ SANIYOR
Eşten dosttan, borç aldınız ve test oldunuz maalesef test sonucunuz pozitif, yaşayacaklarınızsa tam tersi. Öncelikle bildiğiniz hastanenin yolunu tuttunuz, devlet hastanesi dememe gerek yok sanırım, birinci adres yer yok, ikinci adres yer yok, üçüncü adres yer yok… Boynunuz bükük evinizin yoluna, belki yürüyerek, belki dolmuş ya da minibüsle dönüyorsunuz. Ne taksisi canım, araba mı? Şimdiki ÖTV ile ailenizin 4 ferdi asgari ücretle çalışır, yemezseniz, sokakta yaşarsınız, yazın pişer, kışın donarsanız, 20 yıl sonra belki bir araba alırsınız. Neydi o meşhur söz, kapitalizm fırsatlar yelpazesidir. Sorun sizde. Sistem de olacak değil ya, ne tuhafsınız… Elleriniz nasırlı, hayatınız yoksul ya hemen suçu sisteme atın(!). Ne olmuş Amazon’un sahibi salgın sırasında servetine 46,4 milyar daha para eklediyse(!). Neyse kapitalizm karşıtlarına cevap verdiğimize göre tedaviden devam edelim.
Hastaneden öfkeyle eve vardınız, hem fakir hem öfkeli(!). Belirtiler artıyor. Artık acilliksiniz, koşar adım hastaneye vardınız. Saf olmayın, acil boş değil. Dizilin sıraya, yığılın kenara acillerde de yer yok ama duvar dibi var hiç değilse. Bekle, bekle, bekle… “Bari yarın geleyim” diyorsunuz, oluyor yarın… Maalesef o yarınlar hiç bitmiyor. Virüsünse acelesi var.
Bir yakınınız “özellere baksak” diyor. Çaresizce “olur” diyorsunuz. Telefondaki ses "yer var, ama günlük ücretimiz yaklaşık 1500-2000 lira” diyor. Nasırlı ellerinize bakarken bayılıyorsunuz…
O sıra dünya şunu konuşuyor: Dünya Bankası 2019 verilerine göre her yıl, 100 milyon insan sağlık harcamaları nedeniyle aşırı yoksulluğa itiliyor. Yani kuru ekmeğe muhtaç hale geliyor. Dünya konuşuyor derken lafın gelişi dünya niye yoksulluğu konuşsun, tüm yoksulların hikayesi benzer değil mi zaten... Oysa zenginlerin belgesellere konu olan hayatları filme çekilen başarı öyküsü öyle mi! Sonuçta zengin olamamak sizin başarısızlığınız! Kapitalizm fırsatlar dünyası, bir deniz, yüzmeyi bilmiyorsanız, yata binin(!)
NASIRLI ELLER UMUTLA AŞI BEKLİYOR
Acı bir tokatla baygınlıktan ayılıyorsunuz. İlla söyleteceksiniz, yoksulsunuz. Kolonyayla serumla, bir bardak içine salatalık konmuş bilmem ne dağının mineralleri sularıyla mı uyandırılacaktınız(!) Televizyonda bir haber, “Aşı çalışmaları tüm dünyada sürüyor.”
Foreign Affairs dergisinin COVID-19 derlemesine göre dünyada 100’den fazla aşı adayı çalışma var. ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya, İtalya aşı çalışmaları yürütüyor. Bilim insanları dayanışmayla aşının daha kolay bulunacağını söylese de aşı meydan yarışlarında dünya liderleri son bir depar peşinde.
Aman bu bilim insanları da hiç politikadan anlamıyor. “İlk ben bulacağım, bununla seçim kazanacağım, lider olacağım” demek varken, “dayanışalım” falan diyorlar… Bilim insanları, bilim insanları dayanışma nesi, laboratuvarda aşıya kafa yorsanıza, işinize niye politika karıştırıyorsunuz!
Asgari ücretli COVID-19 pozitif vakamız televizyonda bu haberi duyunca seviniyor. Sanıyor ki, aşı bulununca ev ev gezilip ücretsiz aşı yapılacak, hem fakir hem saf. Tabii ki yanılıyor.
Örneğin ABD’nin kendi ülkesinde aşı yapan firmaya bir dozu 19 dolar olacak şekilde 500 milyon aşı siparişini verdiğini bilmiyor. Siz de yani! Sanki bunu size özel haber vereceklerdi. Siz duymadınız diye gerçek daha az gerçek olmuyor.
Yani bizim nasırlı elli asgari ücretli, aşıdan da pek umutlu olmamalı. Aşı, tablo dayanışmacı olsaydı da tedarik zinciri, dağıtım kanalları, uygun hastane, personel ihtiyacıyla bazı ülkelere zaten geç gidecekti. Şimdi gitmeyebilir. Hiç şaşırmayın örneğin Afrika’da hala bildiğiniz hastalıkların aşısına erişimde sorun var. Örneğin patent sahibi devasa bir ilaç şirketi, hala zatürre aşısının bir dozunu 20 dolardan satıyor, üstelik aynı firma şimdi aşı çalışması yapıyor. Dünyanın yoksul çocuklarından bir doz zatürre aşısını esirgeyen asgari ücretliye bakar mı!
Nasır ellerin uzaktan duyduğu hikayeler gerçekmiş meğer. Kapitalizm için sayıymışsınız meğer, paranız yoksa tedavi, test aşı yokmuş meğer. Hatta hasta olduğunu bilseniz de ölseniz de resmi verilerde bir rakamlık yeriniz yokmuş meğer. Ellerinizin sadece Bezos ve türevlerini zengin ettiğinde sayıldığını unutmuşsunuz yine meğer...